150

Kadın, her zamanki güler yüzüyle, nohut oda bakla sofa evlerinin mutfağında yaptığı orta şekerli kahveyi kocasının yanındaki yaprak işlemeli sehpanın üzerine bıraktı. 50 yaşındaki adam düşünceliydi. Karısının kahve yaptığını fark etmedi. Bunun üzerine kadın, şefkat dolu bir ses tonuyla: “Afiyet olsun bey. Hadi soğutma kahveni, iç.." dedi. Adam neden sonra başını yerden kaldırdı ve “Sağ ol hanım. Çok sağ ol. Ellerin dert görmesin.." diye cevap verdi. Kadın mutfağa gidecekti. İşleri vardı. Lakin kocasının bu halini görünce gitmekten vazgeçti. Sedire onun yanına ilişti. Elini onun omuzuna koydu. Diğer eliyle, zarifçe kocasının başını kendine doğru çevirdi. Göz göze geldiler. Kadın, sevgiyle kocasının gözlerinin içine baktı. Adam da güldü. Güldü gülmesine ancak zoraki bir gülüştü bu. Yüzünde derin çizgiler olan kadın, yıllardır çalıştığı fabrikada; özellikle de büyük oğlu tıbbiyeyi kazandıktan sonra neredeyse her gün mesaiye kalarak gece gündüz çalışan yürekli adama: “Neyin var kuzum. Neye canın sıkıldı?.." diye sordu. Adam dertli dertli içini çekti. Yanındaki sehpada mis gibi kokan kahve fincanından bir yudum aldı. Karısını duymazdan geldi. Ona: “Ohh hanım. Her zamanki gibi döktürmüşsün, tadından içilmiyor.." diye lafı değiştirmeye çalıştı. Yıllarını verdiği ve şunun şurasında emekliliğine üç yıl kala, fabrika zarara geçtiği gerekçesiyle, sembolik bir tazminat verilerek işten atıldığını cefakar hayat arkadaşına olabildiğince geç söyleyecekti. Fakat kadın aynı soruyu tekrar sordu. Adam: “Yok bir şey.." dedi. Kadın daha da meraklandı. Israrcı bir ses tonuyla yine sordu. Adam bu kez anlatmak zorunda kaldı. Kadın kocasına hiçbir şey demeden onun yüzünü sevdi. Severken de kocasını izliyordu. Kalıp ustası, başını cama çevirdi. Gözleri doldu. Dudakları titremeye başladı. Uzun zamandır, oğluna çektikleri maddi sıkıntıları hissettirmemek için gece gündüz çalışan adam çok zayıf düşmüştü. Elmacık kemikleri son zamanlarda daha da belirginleşmişti. Dudakları aşağıya büküldü. Göz pınarından bir damla, yanağına süzüldü. Kocasını çok seven kadının da gözleri doldu. Doldu dolmasına ama kendini tuttu. İşaret parmağıyla, kocasının gözyaşını sildi. Başını kocasının başına sıkı sıkıya yasladı. “Üzülme. Bey. Fabrika muhakkak sizi tekrar alacaktır. Senin yerini kim doldurabilir ki.. Osman Usta olmak kolay mı öyle.. O zamana kadar benim ördüğüm bebek hırkalarının parasıyla pekala geçiniriz Koca Usta.." diye mırıldandı. Adam kahvenin yanındaki sigara paketinden bir sigara çıkardı. Yaktı. Derin bir nefes çekti. Ciğerlerine doldurduğu dumanı pencereye doğru savurdu. Elini çenesine dayayarak ağır ağır konuşmaya başladı: "İşte böyle, Muazzez Hanım. 27 yılını verdiğin fabrika. Seni böyle bir poşet gibi kapının önüne koysun. Remzi Bey fabrikanın başında olsaydı, böyle olmazdı. Vefakardı o. İnsan kıymeti bilirdi.. Nur içinde yatsın.. Oğlu olacak o Serdar, fabrikayı yönetemedi. Yönetemeyince fabrika zarar etti. O da kolay yolu seçerek bizleri kapının önüne koy.."                                                      Sözünü tamamlayamadı Koca Usta. Sesi titremeye başladı. Bir süredir içmediği sigarasının dumanı gözüne kaçtı. Umursamadı. Bir nefes daha çekti. Zorlukla devam edebildi: "Hanım, tazminatımı alınca, şehir meydanında, inşaatı başlayan otele gittim. Çok büyük bir otel olacakmış. Usta başı arkadaşım. Sağ olsun bana iş verdirdi. Yarın sabah orada çalışmaya başlayacağım. Oğlan, son sınıfta. 5 ay sonra mezun olacak. Aslanım doktor olacak. Ona işten atıldığımı sakın ola ki söylemeyesin. Haberi olmasın. Üzülür yavrucak. Ben, sabahleyin fabrikaya gidiyor gibi evden çıkarım, inşaata giderim. Elim ayağım çalışıyor çok şükür. Çalışırım.." 

Kadıncağız duygulandı, hem de çok duygulandı. Kocasıyla gurur duydu. Zaten hep gurur duyardı. Ona sevdayla sarıldı…

Osman Usta’nın oğlu Kemal’in o günkü son dersi Anatomi idi. Dersten çıktıktan sonra, arkadaşlarıyla birlikte şehir merkezine gitmeye karar verdiler. Orada her zaman oturdukları cafe’de oturacak ve tadına doyamadıkları waffle’ı yiyeceklerdi. Üç kız, iki erkek doktor adayından oluşan grup minibüse bindi. Minibüs her zaman olduğu gibi çok kalabalıktı. Havanın sıcaklığına, insanların ter kokuları karışınca minibüste durabilmek, buna tahammül edebilmek her geçen dakika daha zorlaşıyordu. Gençler; “ya sabır.." çekerek buna katlandılar. Minibüsten indiler. Güneş, “aylardan ağustos; benim ayım. İstediğim gibi kavururum sizi” dercesine yakan ışınlarını pervasızca insanlara gönderiyordu. Buharlaşacak kıvama gelenler, kendilerini az ötedeki belediye parkının önündeki fıskiyeli havuzun önüne atmak için neredeyse birbirleriyle yarışıyordu. Yediden yetmişe herkes gölge bir yer bulabilmek, bir nebze de olsa soluk alabilmek için ellerinden geleni yapıyordu . Gençler de, hızlı hızlı ilerliyorlardı. Cafe’leri belediyenin ötesindeydi. Belediyenin önüne geldiklerinde, sarı saçlı genç kız, arkadaşlarına; acıyarak, belediyenin karşısındaki yeni otel inşaatında kahreden sıcağa rağmen çalışan, çalışmak zorunda olan işçileri .gösterdi. Diğerleri de o yöne doğru baktılar. Hepsinin yüzünde, genç kızın yüzünde oluşan ifade belirdi. Uzun boylu, kıvırcık saçlı delikanlı arkadaşlarına: “İşte eli öpülesi insanlar bunlar. Kim bilir ne çok sorumlulukları var ki; bu sıcağa rağmen arı gibi çalışıyorlar. Helal olsun onlara be.." dedi. Hepsi duygulandı. Çok duygulandı. Kemal’in gözü o esnada hafif kambur, cılız bir işçiye takıldı. Uzaktan onu birine benzetmiş olmalıydı. Neredeyse onun kim olduğunu çıkaracaktı. Çıkaracaktı çıkarmasına ama inadına inadına ışınlarını gözlerine gönderen güneş sayesinde adamı çıkaramadı. Daha çok merak etti. Arkadaşlarına inşaata doğru yürümelerini söyledi. Arkadaşları buna bir anlam veremediler. Lakin gene de delikanlının dediğini yaptılar. Gençler, inşaata yaklaştıkça, işçileri daha net görmeye başladılar. Dalgalı saçlı delikanlı, az önce tam olarak göremediği adamın yanına iyice yaklaştı. Adamın arkası dönüktü. Harç karıyordu. Gençler de adamı izliyorlardı. Harç karan adamın kolu neredeyse bir çocuk kolu gibi zayıftı. Doktor adayları adamın bu halini görünce kendilerini kötü hissettiler. Lakin adam çok zayıf olmasına karşın, bütün gücüyle, yüreğiyle çalışıyordu. Acıma duygusu yerini saygıya bıraktı. Adam, harç karma işini bitirdikten sonra döndü. Osman Usta, oğlu Kemal’le göz göze geldi. Kemal’in arkadaşlarından ikisi babasını tanıyorlardı. Küt saçlı genç kız şaşkın bir ifade ile:"aa Osman Amca, ne yapıyorsun burada?.." diye sordu. Soruverdi. Sonrasında bu soruyu sorduğu için çok utandı. Kemal’in göz pınarları ummanları yanında çöl gibi bırakacak şekildi doldu, doluverdi.. Osman Usta utandı. Ne yapacağını ne edeceğini bilemedi. Boynunu büktü. Yüz hatları bir elektrik teli gibi zangır zangır titriyorlardı.. Elleri de bir süre sonra bu tarifsiz titremeden nasibini aldı. . Oğlu iyi bir çocuktu. Ama o an, canından çok sevdiği yavrusunun kendisinden utanmış olabileceğini düşündü. Kendini daha kötü hissetti. Kabahatine bir açıklama getirmeye çalışan insanlar gibi, gözlerini gençlerden kaçırarak oğluna: “Oğlum, aslan oğlum, işten çıkardılar. Ben de burada iş buldum. Çalışıyorum yavru.." dedi. Sözünü yine bitiremedi. Bitirmesine de hiç hacet yoktu. Genç doktor adayı, ışıltılı babasına; arkadaşlarının hayranlık dolu bakışları arasında yayından fırlayan bir ok gibi koşarak sevdayla sıkı sıkı sarıldı. Babasını, aslan babasını bağrına bastı. Onun nasırlı, sıcacık elini elleri arasına aldı. Bir yüz yıl bırakmadı. Sonrasında o baş tacı yapılası emekçinin ellerini kokladı, öptü.. Baba-oğulun ıslak yanakları birbirine yapıştı. Anlatılır gibi değildi. Zaman durdu…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
150