Tartışmasız darbe anayasası deyince ilk akla gelen 1980 Anayasası oluyor. Lakin son on yıldır siyasetin malzemesi haline getirilen ve birilerinin halkın hiçte arzu etmediği şu (sözde) sivil Anayasa arzusunu çılgınca buluyorum.

Öncelikle darbe derken kimin neyi darbe olarak nitelendirdiğini incelemek gerek. 1923’ü darbe olarak görenler bir yana, 1938'in 11 Kasım’ına ve 1960'ın 27 Mayıs'ına darbe diyenler diğer yana.. Bir de halkın 1980 olarak algıladığı darbe var. Her birinin hukuksal karşılığı elbette yasada yazılı olmakla birlikte, sonuçlarında seçim esasına dayalı olarak yapılmış resmi işlemler olarak da karşımıza çıkıyor. Kime göre neye göre değerlendirme yapmalıyız? Bazen en büyük düşman “sendenmiş gibi görünenden” çıkıyor ve bunu bilmek de daha önemli gibi görünüyor. 15 Temmuz'daki hain kalkışma bunun en son örneği..

Ayrıca, Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi teklif dahi edilemezken ve devamı inkılaplarla çerçeve altına alınmışken, görev ve yetkilerini anayasadan alan memurların yeni anayasa yapmak istemesi, Anayasal suçtur. Sık sık “Yeni Anayasa” tabiri kullanılıyor ki, böyle bir tabir toplumda Anayasa’nın tamamen değiştirileceği / yenileneceği gibi kuşkular uyandırıyor. Bu noktada ‘’Yeni Anayasa müzakere görüşmeleri’’ dahi uygun bir tanım değil iken, Yeni Anayasa yapmayı istemenin ancak ‘’yeni bir devlet kurulduğu’’ zaman olabileceği kesindir. Devletimiz yıkıldı da bizim haberimiz mi olmadı?

Mesele meclis tarafından, halkın refah ve huzuru için Anayasada iş yavaşlatan kanunların bertarafı ve bürokrasi yükünü azaltmak ya da çağa uygun madde değişikliği yapmaksa -ihtiyaç doğrultusunda- burada bir beis yok elbette. Ancak amaçta aşkınlık gösteren durumlar varsa ‘’uyanık’’ durmakta ve vatanın birliği adına (yetkinliklerimiz doğrultusunda) çözümün bir parçası olmakta fayda görmekteyim.

Bu tanım karmaşasında aklıma gelen ve Türkün İstiklal Atayasası'ndan da bildiğimiz, ".../..Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!’’ (1927) söylemi, bu faydayı tanımlar niteliktedir.

‘Türk olmak’ bir ırki tanım iken, ‘Türk milleti olmak’ siyasi anayasal bir tanımdır ve ‘‘amaçta birlik’’ demektir. Bu minvalde uyulması gereken ana tema, ortak faydanın sağlanması ve ancak milli bütünlüğün korunması olmalıdır.

Unutulmaması gereken, Devletimizin kuruluş ilkeleri ve Atatürk devrimlerini savunmak meşru ve en yasal hakkımız olduğudur. Fulbright anlaşması ile unutturulanların toplumsal milli hafıza ile hatırlanmasını diliyorum.

Kanımızın son damlasına kadar savunacağımız ‘huzur hakkı’, vatanın bütünlüğü ve milletin birliğini koruma hakkımızdır.

Sonuç olarak, affedilir mi affedilmeli mi bilemem ama Anayasa ile her fırsatta oynama döngüsünün son bulması gerektiği de açıktır. Umarım böyle olur.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.