Bölücü ve yıkıcı paraziter yapılaşmanın, kendi inşasına hizmet edecek argümanlar üreterek, toplumsal vicdanı yaralayan -cinayet, tecavüz, suikast, adam öldürme, ruhsatsız silahlanma- gibi halkı korkuya sürükleyecek haberleri servis etmesi, “OHAL şartlarını hazırlamaya” yönelik hamlelerdir. Bu durum Türk halkını açıkça tehdit anlamına gelmektedir.

Sıkışan erk, satranç hamlesini nereye yapabilir düşünmek gerek? Ve bu gibi durumların faturası her zaman halka çıkarılmıştır. Günün sonunda ‘kar’ sömürü düzeninin olacaktır. Bunu tarihin sayfalarından hatırlamak gerekir.

Elbette sorunun özünde azgınlık pardon azınlık hakları yatıyor. Aşkın demokrasi ile yönetilen ülke meclislerinin -ülke beka kaygısı- gütmesi beklenemez.

Anayasal hukuka giriş manasında dahi anlayabileceğimiz olgu ile; Türkiye Cumhuriyeti’nde yasal olarak kimliksel anlamda azınlık hakkı adı altında parti de kurulamaz ilkesi zaten çok açık bir ilkedir. Günümüzde gerçek olan suistimaller aslında bu alanlarda yapılmaktadır. Anayasamız açıkça Türk partisi olamayacağı gibi Ermeni/Rum/Arap partisi de olamayacağını belirtmiş akılcı yasalardır. Zaten yasal olarak Azınlık tanımı getirilmesi için, dinen ayrım gerekmektedir. Bu durumda gruplar dini olarak Yahudi, Hristiyan, Budist vb gibi azınlıklar statüsünde anılmaları gerekmektedir. Türk’ler, Türk vatandaşları ve Müslümanlar azınlık değillerdir. Olmadıkları içinde azınlık hakkı alamazlar. Dini azınlıklar ise; siyasal anlamda erk edinemezler. Bu değerlerin yaşanması, laiklik koşulu ile siyaset dışı bırakılmış olup, yaşam alanları sosyal, ulusal ve anayasal kanunlar ile bağlanmıştır. Dolayısıyla bizim sarsılmaz bir şekilde Lozan’da azınlık olarak tanımlananların dışında hiç kimsenin hakkı Anayasada azınlık olarak gözetilemez.

Türkiye Cumhuriyeti yüksek Türk bilinci tecrübesiyle kurulmuştur. Demokratik, laik, hukukun üstünlüğüne dayalı eşitlikçi ve çağdaş bir düzene sahiptir. Öyle ki; Kendi kimliğini dahi Irk tanımına değil “Ulus” olgusuna dayandırmıştır.

Bu minvalde 1970’e kadar gelen anayasal haklar uygun zemin içermekte olup, süreçte yalnız meclis kararlarını politik alanda kusurlu bulabiliriz. Bu yanlış politikaları izleyen ve günümüze kadar gelen sorunları sadece “siyaset düzenini yeniden yapılandırmakla” aşabiliriz. Olması gereken de yalnızca kuruluş ayarları ve politikalarını takip etmektir.

1939’lardan sonra -tüm değerlerde- birçok kusur bulunmaktadır. Bu durum gözetildiğinde; “isterseniz şeriat bile getirirsiniz” diyen Adnan Menderes’ten, “birkaç kez delinebilir” diyen Turgut Özal’a kadar dayanan ve bugün parlamentonun da eşlik edip, yanlış bir mantıkla yürüttüğü programdan çıkarılacak sonuçlar, -Ulusumuz- adına yararlı görünmemektedir.

Geldiğimiz noktada konu ‘’kurucu olan Türk bilinci iradesinin Anayasacıları ile Anayasa karşıtları’’ yani iyiler ve kötüler gibi bir noktaya taşınmaktadır.

Asıl düzenlenmesi gereken anayasal değişiklik değil, siyasi partiler yasasındaki yanlışlardır. İdeolojiler üzerinden siyasal erk kurma çabasında olunan bir meclis ile kimlik ve inanış üzerinden siyaset yapan anlayışlarla, sözde anayasa hazırlamak, ulus çıkarına uygun görünmemektedir. Ayrıca; alt kimlik ayrışması üzerinden edinilmeye çalışılan haklar; kurucu değer olan eşitlik ilkesine uygun olmamanın yanı sıra anayasal suçtur.

Meclis mevcudu topyekûn Türk ve Müslüman olsa dahi anayasayı ırka ve dine dayalı değiştirme hakkı bulunmazken; “azınlık” adı altında onlarca parçaya bölünmüş yapılanmaların, ortaya "OHAL" yaratacak niyet ve eylemler koyması, tarihe büyük bir hata olarak yazılacaktır.

Sorun yasalar değil, kurucu yasaları bugüne kadar uygulayamayan / uygulatmayan / uygulamak istemeyen “siyasi erkler” sorunudur.

Sonuç olarak, 1939’a kadar getirilen Anayasanın kabulü ve üzerinde yaşanan ard niyetli manipülasyonlara bir an önce son verilmesi, Ulusumuz adına en uygun olandır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.