150

Rusya kendine verilen iğrenç besinleri kustu.

Fyodor Dostoyevski, 19. yüzyıl[i]

Bu bölümde, el-Kaide’nin ve Taliban’ın ortaya çıktığı ve adı hep olumsuzluklarla anılan Afganistan halkının Sovyet işgali döneminde başına gelen devlet terörü niteliğindeki sivil katliamları ele alacağız.

Afgan halkının dramını, "Soğuk Savaşı Gözetlerken/Terör Dünyaya Nasıl Yayıldı?/ Türkiye Nasıl Kuşatıldı?" adlı 2002 yılında yayınladığımız kitabımızda özel bir bölüm halinde inceledik. Söz konusu kitabımızda, 14 yıl önce yaptığımız değerlendirmeleri, geçen zaman zarfında yanlışlayan olumlu bir olayla karşılaşmadık. Terör her geçen gün dünyaya daha fazla yayıldı. Burada bu konulara girmeyeceğiz. Afgan halkını sindirmek için uygulanan terör yöntemleriyle sınırlı kalacağız. Ancak Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgalinin öncesine ait kısa bir bilgilendirme yapalım.

İran’da Şubat 1979 Humeyni İhtilali’nin ilk sonuçlarından biri, Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesidir. İşgal iki kademelidir. İran’daki ihtilalden önce Sovyet kuklası durumundaki bir yönetim Afganistan’ı ele geçirmişti. Söz konusu ihtilalden sonra Sovyetler, Afgan hükümetinden yardım çağrısı aldıklarını öne sürerek ülkeyi resmen işgal etmiştir (24 Aralık 1979).

Sovyetlerin Afganistan’ın iç işlerine dışarıdan veya doğrudan müdahale ettiği dönemde, Afganistan halkının başına her türlü felaket gelmiştir. Bugün Afganistan’da devlet otoritesi kurulamıyorsa, bunun başlıca nedeni, son yüz yılda bu ülkeye yapılan Rus-İngiliz-ABD müdahaleleridir. Bugünkü kötü manzaranın bizzat Afgan halkından kaynaklanan nedenlerini yukarıda adı geçen kitabımızda enine boyuna inceledik.

Bu ülke ve talihsiz halkı, dünya kamuoyunun gündeminde hemen hemen her gün yer alır. Ne var ki, dünya kamuoyu Afgan halkının başına gelen felaketleri doğru dürüst bilmez. Yaygın olarak bilinen, Afgan halkını kurtarmaya giden hormonlu film kahramanı Rambo’dur.

Afganistan, Türkistan’ın zenginliklerini Hindistan’a ve güney denizlerine taşıyan ve Hindistan’ın zenginliklerini de Türkistan üzerinden Rusya’ya taşıyan en kısa yolun üzerinde bulunan, stratejik konumda bir ülkedir. Bu yüzden, Hindistan’ı ele geçirerek İngilizleri kovmak isteyen Rusların ve Türkistan üzerinden, Rusları geri püskürtmek isteyen İngilizlerin her türlü insanlık dışı saldırılarına maruz kalmıştır. Hem resmen işgal öncesi kukla yönetim döneminde, hem de Sovyet işgali döneminde halkı sindirmek ve yeni rejimi zorla dayatmak amacıyla yapılan sivillere yönelik katliamlar, Nürnberg Mahkemesi’nde mahkûm edilen insanlık suçlarına taş çıkartır. Söz konusu saldırılar, Afgan halkını tepeden tırnağa silahlanmaya ve teröre karşı terör yapmaya adeta mecbur bırakmıştır. Afgan halkı, kendisine yapılan barbarlıklar yüzünden Batı dünyasına karşı intikam duygusunu yoğun biçimde yaşamaktadır. Şu anda Afganistan’da hiç gün görmemiş, hayatı çatışma ve her an saldırı korkusu altında geçmiş birkaç kuşak yaşamaktadır.

Marksist-Leninist rejimi oturtmak isteyen kukla yönetim, yeni rejime direnen halka karşı caydırıcı olsun diye, 1979 Mart ayında, Kerala köyüne baskın düzenledi ve köydeki 1700 yetişkin erkek ve çocuk köy meydanına toplanarak makinalı tüfeklerle tarandı. Üstelik ölü ve yaralı ayırt etmeksizin dozerlerle kazdıkları üç ayrı çukura dozerlerle itilmek suretiyle gömüldüler. Köyün kadınları, toprak altından kurtulmaya çalışan yakınlarının çabalarını seyre zorlandılar. Aynı günlerde Sovyet topraklarından kalkan Mig’ler, Herat kentindeki sivil hedefleri bombaladı. Afgan komünistleri terörü oturtmakta başarısız oldukça Sovyetlerden daha fazla yardım ister oldu. Gelen yardım malzemelerinin tamamı askeri malzemelerdir ve içlerinde 150 kasa da zehirli gaz vardır. Bu günlerde zindanlar masum Afganlılarla doldu taştı. Cezaevinin komünist müdürü mahkûmlara şöyle bağırıyordu: “Sizler çöp haline getirilmek için buradasınız”. Diri diri lağım çukurlarına atılmak ve oralarda günlerce tutulmak sık başvurulan masrafsız bir işkence yöntemiydi. Ağustos 1979’da Hazaralar’dan 300 kişi öldürüldü. 150’si dozerlerle diri diri gömüldü ve 150’si ise benzine bulanarak diri diri yakıldı. Ülkede komünist olarak nitelenmeyen ne kadar aydın varsa, hepsi zindanlarda bir araya toplandılar. Cezaevi müdürü onlara hitaben yaptığı bir konuşmada, “sadece 1 milyon Afganlıyı sağ bırakacağız, sosyalizmi kurmak için bu kadar adam yeter”, diyordu. Ne var ki, kukla yönetim ne yaptıysa rejimi oturtmak adına sonuç alamadı ve 24 Aralık 1979’da “Fırtına 333” adını verdikleri bir harekâtla, Sovyetler, işgali resmiyete döktü.

Sindirme amaçlı yürütülen vahşi devlet terörüne rağmen işgal güçleri halkı sindiremedi. Sivil hedeflere yapılan saldırılar, sadece direniş düşüncesini güçlendirdi. Buna bağlı olarak Sovyet terörü de tırmandırıldı. Sovyet terörüne dair birçok bilgi mevcuttur. 13 Eylül 1982’de yeraltındaki su kanallarına saklanan 105 köylü diri diri yakıldı. Sovyet birlikleri genellikle bir köyü önce çevirir ve sonra herkesi meydanda toplardı. Anne ve babası bilgi vermeyen bir çocuk yakalarlar ve kollarına benzin dökerek tutuştururlardı. Bir Sovyet askeri daha sonra uyguladıkları vahşeti şöyle anlatmıştır[ii]:

“Savaşta biz kimseyi esir almazdık. Kimseyi. Genelde esir aldığımız kişileri hemen öldürürdük… Misilleme seferlerinde kadın ve çocukları kurşunla öldürmezdik. Bir odaya kapatır, sonra da üzerlerine el bombası atardık.”

Sovyet işgal ordusu, 1982’de, zehirli mantarlardan elde ettikleri biyolojik silahları bile Afgan halkı üzerinde denemiştir. İçme sularına zehirli maddeler karıştırmak sıradan bir sindirme yöntemiydi. Hava keşiflerinde, köylerini terk ederek göç eden sivil topluluklar gördüklerinde havadan bombalarlardı. Afganistan’a 1 milyon mayın döşediler. Bugün Afganistan’da mayın yüzünden sakat kalmış 700 bin insan yaşıyor. Dahası, çocukların ellerinde patlasın diye özel yapım bubi tuzaklı oyuncaklar bile atmışlardır.

Çocuklara yönelik sistematik işkenceden güdülen amaç, çocukları ailelerinden koparmak ve Moskova’ya göndererek ideolojik eğitimden geçirdikten sonra casus olarak kendi köyüne göndermekti. Benzer şekilde, çocuklar, Pakistan’a gönderilir ve orada eğitimden geçirilerek Sovyet ordusuna karşı gerilla savaşı yapmak üzere ülkesine geri gönderilirlerdi.

Kısacası, Afgan-Sovyet savaşında ölen 1,5 milyon kişinin yüzde 90’ı sivildi. Sağ kalanların hepsi ise intikam duygularını yoğun yaşayan kimselerdi. Hem ABD cephesinden hem de Sovyetler cephesinden başlarına gelenlerin intikamından başka bir şey düşünmüyorlardı. Kendilerini uygar sayan ve ötekini küçümseyen Büyük Güçler, onlarla askerce savaşmamıştı. Afgan halkını diri diri yakmaktan tutun da diri diri gömmeye kadar her türlü vahşeti uygulamışlardı. Benzer durum, Irak halkı için de geçerlidir. Suriye halkı için de geçerlidir. Yemen halkı için de geçerlidir. Sonuç olarak, devlet terörü, daha doğrusu Büyük Güçlerin kendi çıkarlarına uygun bir dünya düzeni inşa etmek adına, masum siviller üzerine uyguladığı baskı ve sindirme yöntemleri geçmişte kalmış değildir. Yüksek teknolojiyle desteklenmiştir ve halen tırmanarak sürmektedir. Halep’teki bombardımanlar bu satırlar yazılmaktayken devam eden canlı örneklerdir. Ortadoğu’da hastane bombalamak, düğün alayını bombalamak, cenaze törenini bombalamak şeklindeki barbarlık örnekleri medyadan her gün duyuruluyor. Ne var ki, söz konusu barbarlıkların kamu vicdanında yargılanmasından uzak duruluyor. Terör ve terörist sözü, apaçık bir şekilde çok daha şiddetle sürmekte olan devlet terörünün perdelenmesinde kullanılıyor. Üstelik PKK gibi gerçek teröriste “demokratik güç” payesi bile verilebilmiştir.

_________________________________

[i] Walter Michler, Somali-Bir Halk Ölüyor, Orion Yayınları, 1994

[ii] Komünizmin Kara Kitabı, Doğan Kitapçılık, 2000, sayfa 940

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
150