Yaşlı adam ve yaşlı kadın ağlamaklıydılar; Lefkoşa Otobüs Terminali’nde ceplerinde kalan son paralarını, bir hırsıza kaptırmışlardı. Neyse ki, kendilerini Çamlıbel’deki tümende askerlik görevini yapmakta olan evlatlarına götürecek otobüs biletlerini satın almışlardı. Beyaz saçlı, nur yüzlü ihtiyar, kısa boylu ve bir bacağı aksayan karısının koluna girmiş ve O’nu, eski model otobüse bindirmişti. Koltukları en arkadaydı. Zor zahmet yerlerine oturmuşlardı. İhtiyar adam , muavine, Çamlıbel’deki tümende kendilerini indirmelerini söylemişti. Zavallı adam, yol boyunca ağlayan karısını teselli etmeye çalışmıştı ancak O’nun da içi kan ağlıyordu zira cebinde beş kuruş para kalmamıştı. Otobüs Lefkoşa’dan, Çamlıbel’e ilerledikçe çevredeki kıraç toprak, yerini yavaş yavaş zümrüt yeşili ağaçlara ve birbirinden güzel manzaralara bırakmaya başlamıştı. Kırk beş dakikalık yolculuk, hiç beklemedikleri bir şekilde bütün paralarını kaptıran çaresiz ana- babaya neredeyse bir asır gibi gelmişti. Otobüs, tümene yaklaştığında hava artık iyice kararmıştı. Bakımsız ve camları kir içinde olan otobüs, yaygaracı sesler çıkartarak tümenin önünde durmuştu. Muavin, üstlerinden- başlarından zengin olmadıkları anlaşılan ve kederleri yüzlerine yansıyan iki ihtiyara, küçük gören bakışları eşliğinde, Çamlıbel Tümeni’nin burası olduğunu söyleyerek, Onları tümende indirmişti…

Tümen Nizamiye kapısında nöbet tutmakta olan iki Mehmetçik, ağır adımlarla ve çekinerek kendilerine yaklaşmakta olan iki ihtiyarı görmüşlerdi. Tam o sırada, Nizamiye Nöbet Odası’nda görev yapmakta olan Mehmetçik de, dışarıya çıkmış ve iki ihtiyarı izlemeye başlamıştı. Uzun boylu, mavi gözlü Mehmetçik, her Mehmetçik gibi şefkat dolu bakışı eşliğinde, utangaç karı- kocaya: “ Hoş geldiniz” demiş ve Onlara nasıl yardımcı olabileceklerini sormuştu. Yaşlı adam, mutluluktan parıldayan gözleri eşliğinde bir çırpıda Mehmetçiğe, oğullarının bu tümende görev yaptığını ve habersiz olarak gelerek canlarından çok sevdikleri kınalı kuzularına sürpriz yapacaklarını söylemişti. Askerler, zarif bir şekilde iki ihtiyarın üzerlerini aramışlar; temiz olduklarını tespit ettikten sonra Onları Nizamiye odasına buyur etmişlerdi. Nizamiye Odasında görevli Onbaşı Zekai, heyecandan zar- zor konuşabilen karı- kocaya, az önce yapmış olduğu tavşan kanı çaydan ikram etmişti. Zekai Onbaşı, iki ihtiyarın yüzüne çöreklenen kederi hemen fark etmişti. Onbaşı, oğullarına sürpriz yapmak için Türkiye’den gelen bu alnı öpülesi ana- babaya canlarını sıkan şeyi sormuştu. Çayından bir yudum alan ihtiyar adam, belki de oğlunun arkadaşı olan bu aslan yürekli Mehmetçiğe, başlarına geleni anlatmıştı. Anlatmıştı, anlatmasına ama sanki utanması gereken kendisiymiş gibi, olayı anlatırken utancından sesi titremekteydi. Zekai Onbaşı, iki ihtiyara üzülmemelerini zira Mehmetçiğin kendilerini yalnız bırakmayacağını söylemişti. Onbaşı, durumu hemen tümen nöbetçi subayı Hikmet Asteğmen’e bildirmişti. O esnada Tümen Subay Gazinosu’nda akşam yemeğini yemekte olan Hikmet Asteğmen, yemeğini yarım bırakarak, Nizamiye Odasına gitmişti. O da, tıpkı diğer Mehmetçikler gibi, yaşlı adama ve yaşlı kadına, adeta kendi annesine ve babasına sarılır gibi sarılmıştı. Bu ilgiden çok mutlu olan iki ihtiyar çok duygulanmışlardı. Asteğmen, yaşlı ana- babadan evlatlarının ismini öğrenmişti. “ Tunç Demir” di çocuklarının adı. Fakat ortada bir sorun vardı zira bu Mehmetçik, bir ay kadar önce, Güzelyurt yakınlarındaki Mevlevi Birliği’ne görevli olarak gönderilmişti. Bu durumdan habersiz Mehmetçiğin ana- babası da ne yazık ki, Mevlevi’ye gitmek yerine, Çamlıbel’e gelmişlerdi. Hikmet Asteğmen için, biraz sonra hasretle oğullarına sarılacaklarını ve O’nu öpüp- koklayacaklarını düşünen bu iki sevimli ihtiyara, yanlış birliğe geldiklerini söylemek hiç te kolay olmamıştı. Tatsız haberi duyan iki ihtiyarın yüzlerinde acılı bir ifade belirmişti. Yaşlı adam, sıkıla sıkıla, Hikmet Asteğmen’e, Lefkoşa Otobüs Terminali’nde başlarına geleni ve hiç paraları olmadığını söyleyebilmişti. Hikmet Asteğmen’de, iki ihtiyarın başılarına gelen bu olaya çok üzülmüştü. Lakin üzüntüsü çok sürmemişti zira ertesi sabah jipiyle Güzelyurt’a görevli gidecekti ve bu iki ihtiyarı da, yolunun üzerinde bulunmakta olan ve komutanının Tuzla Piyade Okulu’ndan yakın arkadaşı Gökhan Asteğmen’in olduğu Mevlevi Birliği’ne bırakmaktan onur ve mutluluk duyacaktı…

Mehmetçik, o gece, bu iki güzel insanı Tümen’de ağırlamışlardı; öncelikle Onların karınlarını bir güzel doyurmuşlardı. Ardından da, yorgunluktan adeta yemek masasında uyuya kalan karı- kocaya bir oda vermişlerdi. Nur yüzlü ihtiyarlar o gece güzel bir uyku çekmişlerdi ve belki de rüyalarında kınalı kuzularını görmüşlerdi…

Hikmet Asteğmen ve O’nun tümendeki diğer Asteğmen arkadaşları, maaşlarını birkaç gün önce almışlardı. Hikmet Asteğmen, kısa süre içinde arkadaşlarına durumu anlatmış ve bu iki ihtiyarın Türkiye’ye dönmelerini sağlamak için Onlardan para toplamıştı. Toplanan para, Tunç adındaki Mehmetçiğin ana-babasını rahatlıkla Türkiye’ye götürebilecekti. Bu anlatılmaz güzellikte bir şeydi…

Ertesi sabah Mehmetçik, ihtiyar adam ve kadına, içinde kuş sütünün bile bulunduğu bir kahvaltı sunmuştu. Kendilerine gösterilen bu yakınlıktan dolayı, ne söyleyeceklerini bilemeyen iki ihtiyarın yüzünde beliren mutluluk ise, kelimelerle anlatılır gibi değildi. Bir süre sonra, jip, Mevlevi’ye doğru hareket etmişti. Jip, Mevlevi’ye yaklaştıkça, portakal, mandalina, limon ve greyfurt ağaçlarından oluşan harikulade manzara ve bu ağaçlardan etrafa yayılan büyüleyici kokular, iki ihtiyarı kelimenin tam anlamıyla esir almışlardı. O esnada, gökyüzünde keyif çatan güneş te bu iki ihtiyarın mutluluğunu görmüş olmalıydı ki; O da, merakla, çevreye sempatik bakışlar gönderen karı-kocayı izlemeye koyulmuştu. Yarım saat kadar süren yolculuk, Mevlevi Birliği’nin Nizamiye kapısında sona ermişti. Hikmet Asteğmen, bir çırpıda araçtan inerek; Nizamiye’de nöbet tutan askerlerin selamlarına karşılık vermiş ve birliğin komutanı ve aynı zamanda yakın arkadaşı olan Gökhan Asteğmen’in odasına gitmişti. Şanslıydı zira Gökhan Asteğmen, o sırada odasında bulunmaktaydı. Tuzla Piyade Okulu’ndan da yakın arkadaşı olan Hikmet Asteğmen’i karşısında gören Gökhan Asteğmen, devresini her zaman olduğu gibi güler yüzüyle karşılamıştıı.İki dost, tıpkı Tuzla Piyade Okulu’nda sarıldıkları gibi birbirlerine sarılmışlardı. Ardından Hikmet Asteğmen devresine Nizamiye’de yavrularına kavuşmayı bekleyen yaşlı adamı, yaşlı kadını ve Onların başlarına gelen talihsiz olayı anlatmıştı. Duyduklarından çok etkilenen Gökhan Asteğmen hemen Tunç Demir ismindeki askeri odasına çağırtmıştı. Komutanından ana ve babasının şu an nizamiye kapısında kendisini beklemekte olduğunun haberini alan Mehmetçiğin yüzünde oluşan mutluluğu ifade edebilmek ise mümkün değildi…

Gökhan Asteğmen’in odasıyla, Nizamiye arasındaki kısa mesafe, Mehmetçiğe adeta kilometrelerce gelmişti. Tunç Demir koşuyordu lakin O koştukça aradaki mesafe de uzuyordu.. Arslan Mehmetçiği önce anası fark etmişti; hemen sonra da babası. Ana-baba ve Oğul’un sarılmalarını izleyen Gökhan ve Hikmet Asteğmenler, bu muhteşem tabloyu hayatlarının sonuna kadar unutamayacaklarını çok iyi bilmekteydiler. Kınalı kuzusuna sıkı sıkı sarılmakta olan ihtiyar kadının gözleri kendilerini sevgiyle izleyen iki komutanın gözleriyle çakışmıştı. Her Türk Annesi gibi sevda yüklü yaşlı kadın, önce Gökhan Asteğmen’e sonra da Hikmet Asteğmen’e kendi çocuğuna sarılır gibi sarılmıştı. Yaşlı kadın ağlıyordu…

Gökhan Asteğmen o gün askerine çarşı izni vermişti,

Tunç Demir’in ana- babası o gün yavrularını gün boyunca koklamışlardı,

Mehmetçik de, elleri nasır tutmuş annesinin beyazlamış saçlarını okşamaktaydı,

Babası da, yavaş yavaş dolan gözleriyle, karısının ve oğlunun çizdikleri sevda tablosunu izlemekteydi,

İhtiyar Adam, jipte Hikmet Asteğmen’in arkadaşlarından toplayarak kendisine takdim ettiği paranın bir kısmını yavrusuna vermişti,

Hikmet Asteğmen, altın yürekli bu ana- babayı, devresine emanet etmişti,

Gökhan Asteğmen, akşamüstü bu yürekli Türk Anası’nı ve Babası’nı Ercan Havaalanına götürecek otobüse bindirmişti,

Ellerinden öpmüştü,

İki Mehmetçik, bu ışıltılı insanların hayır dualarını almışlardı.

Hiçbir zaman sırtları yere gelmeyecekti;

Gelmemişti de…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.