Zorlu PSM´de ´Dijital Sahne´ Oyunları

BURSA ARENA / Haber Merkezi

Zorlu PSM, 7 Aralık’tan beri her perşembe, ‘Dijital Sahne’ başlığı altında, klasik tiyatronun farklı bir kült metnine çağcıl bir bakış getiren çok ilginç bir çevrimiçi kısa oyun dizisini Zorlu PSM YouTube kanalı üzerinden ücretsiz olarak yayınlıyor.

Gizem Kızıl’ın ustalıklı bir sinema diliyle çektiği performanslarda, Ceyda Balaban’ın soyutlanmış dekorlara yerleştirerek zamanın ve mekânın dışında kostümler giydirdiği, az sayıda oyuncu rol alıyor.

Metinlerin uyarlanmasıyla sahnelenmesini, Craft Kadıköy’de, ilk sahneleme çalışması olan 2016-2017 sezonunun en iyi oyunlarından ‘Swallow / Yutmak’a getirdiği olağanüstü yorumla tanımış olduğumuz İbrahim Çiçek üstleniyor. O günden bu yana ‘Killology’, ‘Kalp’‘Kızlarla Oğlanlar’ ve ‘Evlat’la gerek metin yorumlaması ve dramaturgi, gerek oyuncu yönetmeni olarak usta bir tiyatrocu olduğunu kanıtlamış genç yönetmen bu kez epey zorlayıcı bir işe kalkışıyor: Hemen herkesin bildiği bir metni ele alıp, özgün anlatının ruhuna sadık kalırken, yepyeni bir sahnelemeyle yeni şeyler söyleyecek bir uyarlama yapmak. Üstelik bu yorumu, bir-iki oyuncuyla ve yarım saati geçmeyecek bir biçemde yansıtmak.

İzlemiş olduğum oyunlar İbrahim’in bu zorlu meydan okumanın altından başarıyla kalktığını, metinleri, özgün oyunun kısaltılmış birer fragmanı olarak değil, bütünlüğü olan tutarlı birer kısa oyun olarak uyarladığını kanıtlıyor. Dizi, metinleri bilmeyenlerde tamamını izlemek arzusu uyandırırken, bilenlere de taptaze, özgün ve farklı yorumlar getiriyor. İlk üçünün ‘crescendo’ gelişen feminist tadı da izlencenin cabası.

 

Dijital Sahne I: ‘Hamlet’

Dizinin ilk gösterim Shakespeare’in ‘Hamlet’inde İbrahim Çiçek Hamlet ile Ophelia’nın ilişkisindeki mahremiyet ihlalini, ihanet, gurur ve hayal kırıklığını, kameralardan, aynalardan ve selfielerden oluşan günümüz dünyasında sunar.

Shakespeare’in metnini arada kendi sözcüklerini de katarak başarıyla uyarlayan Çiçek, Ophelia’nın Hamlet’le buluşmayı bekleyişini, Hamlet’in ünlü monoloğuyla ustaca iç içe geçiren birer tekli oyuna çevirir. Bu zeki girişin ardından ikilinin tartışması, hemen sonrasında da Ophelia’nın çıldırma sahnesi gelir. Bu usta işi kurgu finalde, Çiçek’in Ophelia’nın ölümünü Hamlet’e anlattırdığı başarılı bir mezarlık sahnesiyle sonlanır.

İbrahim Çiçek, hikâye anlatıcılığıyla dramatik oyunculuğu ustalıkla bağdaştırdığı yorumunda Ophelia’ya Shakespeare’in vermemiş olduğu itibarı iade etmeye özellikle gayret eder. Gerçekten de, yazdıklarında insanları ve insani duyguları büyük başarıyla aksettirmiş olan Shakespeare’in yaşadığı ve ait olduğu erkek egemen dönemin bireyi olarak kadına bakışı, içinde yaşadığı toplumunkinden pek farklı değildir. Neredeyse tüm kahramanları erkektir; topu topu iki-üç güçlü kadın karakter yaratmıştır. Onlar da ya çıldırır ya ölür ya da sonunda erkeğin gücüne teslim olur.

İbrahim’in farklı bir bağlamda ele aldığı bu Hamlet’e beklenmedik derecede heyecan verici bir ikili oluşturan Damla Sönmez’le Cem Yiğit Uzunoğlu’nun kimyalarının uyumu kadar karakterlerini yorumlayışları da çok etkileyicidir. Güzeller güzeli Ophelia’ya dönüşen Damla Sönmez’in, aynı anda hem çekici, hem masum, hem de trajik kıldığı Ophelia’sı tek kelimeyle kusursuzdur. Kalp’te unutamadığım Felix yorumunu bile aşan Cem Yiğit Uzunoğlu, kendisi dahil herkesi ve her şeyi sorgulayan güçlü bir Hamlet yaratırken, her repliğini izleyicinin kalbine ulaştırarak, genç prensin acılı iç dünyasını ustalıkla yansıtır.

Bu müthiş yirmi dakika bittiğinde “Keşke İbrahim bir gün Cem ve Damla ile Hamlet’in tamamını yorumlasa” diye düşünmedim değil. Kim bilir ne güzel olurdu…

Dijital Sahne II: ‘Martı’

İbrahim Çiçek ikinci uyarlama olarak Çarlık Rusya’sının çöküş döneminde, soyluların ve toprak zenginlerinin ilkesiz, işsiz güçsüz, üretimden uzak yaşantılarını dile getiren, Rus ve Dünya Edebiyatının en önemli yazarlarından Anton Çehov’un kült oyunu ‘Martı’yı ele alır.

Martı’nın karşılıksız aşkları ve umutsuz hayatlarıyla arayış içinde olan dört başkişisinden ünlü oyuncu Arkadina ile yazar sevgilisi Trigorin mesleklerinde hedeflerini gerçekleştirmiştir. Genç kuşaktan, Arkadina’nın devamlı aşağıladığı, yazar olmayı düşleyen oğlu Treplev’le ünlü bir aktris olma hayalleri kuran komşu kızı Nina ise amaçlarına ulaşamazlar. Treplev istediği gibi bir yazar olamazken, Trigorin’le kaçan, bir süre birlikte yaşadıktan sonra onun tekrar Arkadina’ya dönmesinin acısını da tadan Nina, ikinci sınıf tiyatrolarda oynayan ikincil bir oyuncu olur. Çiçek, oyunun yeni dramaturgisini yaparken sadece Treplev ve Nina’ya odaklanarak ikilinin başarmak, önemli biri olmak için verdikleri mücadeleye ve yenilgilerine odaklanır. Oyuna, Treplev’in bir martıyı vurduğu, aslında ölesiye sevdiği Nina’ya aşkını açamadığı için kendine ve dünyaya kızdığı sahneyle giren Çiçek, Treplev’in iki monoloğuyla aradan geçen yıllarda neler yaşandığını aktardıktan sonra Treplev ve Nina’nın son karşılaşmasına geçer.

Selahattin Paşalı ve Öykü Karayel’in bu finali yorumlanışı, küçük çapta bir tiyatro dersi niteliğinde. Başta hırçın bir delikanlı olarak gördüğümüz Treplev iki monolog boyunca anlattığı yılları yaşamışçasına olgunlaşmıştır. Artık Nina’ya aşkını gizlemeye gerek duymaksızın, ona bir yakın dost kadar bir sevgiliye sarılır gibi sarılır. İlk sahnede beyaz, cicili bicili elbisesiyle karşımıza bir çocuk kadın olarak çıkan Nina’nın değişimiyse olağanüstüdür. Giydiği siyah elbiseyle değil, tüm bedenini kullanımı, bakışı ve ses tonlamasıyla Öykü Karayel, Nina’nın yaşadığı sıkıntılı yılların onu deneyimli bir kadına dönüştürmüş olduğunu ustalıkla yansıtır. Çiçek, karakterlerin özgün kişiliklerini korumuş da olsa, finalde onlara farklı bir şans tanımayı dener. Kendisini belki de hiç sevmemiş olan Trigorin’e hâlâ âşık olan Nina, buna ve tüm yenilgilerine karşın bu savaşımdan güçlenmiş olarak, yaşamında ve sanatında yeni bir şeyler yapabilmek umuduyla çıkar. Başarısızlığının aşkta da devam ettiğini fark eden Treplev ise, çıkardığı tabancaya bakarken Çehov’un kendisine çizdiği yolu sürdüreceğini hissettirir.

İlginç bir metnin çok başarılı bir yeniden okunması.

 

Dijital Sahne III: ‘Nora-Bir Bebek Evi’

Norveçli oyun yazarı Henrik Ibsen’in 1879’da kaleme aldığı ‘Nora: Bir Bebek Evi’ tiyatronun ilk feminist oyunudur. Nora, hayatı boyunca kendi için düşünmemiş, önce babası, sonra kocası Torvald, onun adına düşünmüş, onun yerine karar vermiştir. Ciddi işlerle uğraşıp kariyerinde yükselen Torvald için, kadınca görevlerini yerine getirip neşe saçmasını beklediği Nora, bir yandan çocuklarının annesiyken bir yandan da sanki kendi küçük kızıdır. Nora saçma bir hata yapıp Torvald’dan habersiz borç alarak bir de imza sahteciliğine karıştığında kocasının onu kurtaracağından ya da suçu üstleneceğinden emindir. Ancak, adına sürülecek leke dışında bir şey düşünmeyen, kendisine tamamen yabancı bir Torvald’ı keşfeder ve mucize olarak gördüğü evliliğinin, içinde yaşadığı bebek evinde oynanan bir evcilik oyunundan ibaret olduğuna uyanır. “Babamın oyuncak kızıydım, senin de oyuncak karınım.” Tüm dünyası altüst olan Nora, olaylar düzeldiğinde bu yapay yaşamı sürdürmek yerine, oynadığı rollerden sıyrılarak evini terk etmeye ve yeni bir hayatı denemeye karar verir…

İbrahim Çiçek, uyarlamasına, güncelleştirmiş ve önemsizleştirmiş olduğu olayın ortaya çıkışıyla başlayıp, Nora’nın evi terk edişiyle bitirir. Aslında bu tek sahne oyunun özünü başarıyla aktarır. Çiçek, ustaca birkaç çarpıcı replikle ikilinin arasındaki uçurumu etkileyici biçimde ortaya koyar. Bora Akkaş’ın canlandırdığı kızgın Torvald “Bana ne yaptığını anlıyor musun?” diye bağırdığında, Nora’yı üstlenen Nilperi Şahinkaya, çift anlamlı “Anlamaya başlıyorum” cevabı ve yüz ifadesiyle, aslında yaşamının boşluğunu anlamaya başladığını hemen hissettirir.

Torvald önce anlamsız tehditler savurur, sonra olayların düzelmesiyle o hınçlı hâli, tekrar sevecen kocaya dönüşür. Şahinkaya, neredeyse hiç konuşmadan Nora’nın azar azar bilinçlenmesini ustaca yansıtırken, terazinin diğer kefesindeki Akkaş, büyük bir incelikle döneminin erkek egemen bakış açısını ortaya koyar. Nora, beş yıllık suskunluğunun ve kendini ömür boyunca aldatmış olmanın zehrini kusup artık devam edemeyeceğini, gideceğini kesinlikle belirttiğinde, Torvald onu aramayı ve gerekirse yardım etmeyi teklif eder. Nora bu kez tokat gibi bir replikle cevap verir: “Ben yabancılardan yardım almam!”

İbsen’in oyununun özünü 18 dakikaya sığdırmayı başaran bu usta işi yorumda da İbrahim, dizide hep yaptığı gibi, daha önce birlikte çalışmamış oyunculardan kimyaları müthiş uyuşan ikililer yaratmayı sürdürüyor. Çok özlediğimiz Nilperi Şahinkaya ve Bora Akkaş’ı karşı karşıya, hem de bu kadar ustalıklı yorumlarla izlemek gerçekten de çok keyifli.

Ceyda Balaban’ın soyutlanmış bebek evi dekorunu ve benzersiz ‘Barbie Bebek’ kostümünü de unutmayalım.

Dizinin diğer bölümlerinde buluşmak üzere sağ ve sağlıklı seyirler dilerim. 

Erdoğan Mitrani / Şalom

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.