HİKMET ÖCAL yazdı: "Değişen Hiçbir Şey Yok.."

Tel Aviv,
Günümüz..
Vakit geceye yakındı. 89 yaşındaki kadın, kahveyi çok severdi. Yaşına rağmen herhangi bir sağlık sorunu yoktu. Bu sebeple, geç vakit olmasına karşın hiç düşünmeden kendine bir kahve yapmaya karar verdi. Tam mutfağa yönelmişti ki; saatlerdir neredeyse fısıltı gibi sesi çıkan televizyondan gelen bir sese kulak kabarttı. Konuşan İsrailli bakanlardan biriydi. Geniş yüzlü adam şişine şişine, o gün kaç Filistinli'yi etkisiz hale getirdiklerini anlatıyordu. Konuşan, kendi bakanı olmasına rağmen, kadın yüzünü ekşitti. Dinlemek için koltuğa oturuken, adama adeta pis bir yaratığa bakar gibi bakıyordu. Neşesi kaçmıştı. Tutkunu olduğu koyu kıvamlı, sade kahve bile kadın için o an hiçbir anlam ifade etmiyordu.

Televizyondaki adam, uzun zamandır kadın-çocuk, genç-yaşlı demeden ve gözünü kırpmadan Filistinlileri öldüren İsrail ordusuna methiyeler düzüyordu. Karga gibi sesiyle; bütün Filistinlilerin efendilerinin kim olduğunu görünceye ve yola gelinceye kadar bunu yapmaya devam edeceklerini söylüyordu. Yaşlı kadın, nefretle adama bakarken, yorgun, koyu gri gözleri duvarda asılı duran eski bir fotoğrafa yöneldi. Fotoğrafta 35 yaşlarında, gıdasızlıktan elmacık kemiklere çıkan ve yüzünde tarifsiz kederler görülen bir adam vardı. Adam kadının kocasıydı. İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya'da bir ölüm kampında, gaz odasında acılar içinde can vermişti. Kadın kurtulmuş, ancak kocası kurtulamamıştı.

Televizyondaki adam konuşmaya doymuyordu ancak kadın artık onu duymuyordu bile. Derin çizgilerin hakim olduğu ince, uzun yüzü, göz yaşlarıyla ıslanıyordu. Ne de çok severdi kocasını. Adam bir şairdi. Basılı şiir kitapları vardı. Çok sevdiği ve doyamadığı karısı için onlarca şiir yazmıştı. Kadın bu şiirleri ciltlettirmiş ve ilk günkü özenle saklıyordu. Televizyondaki adam utanmadan sesini yükseltince, gayri ihtiyari ona bakan kadın: "hepinizin boynu altında kalsın, masum insanları öldürüyorsunuz ve zerre kadar utanmadan televizyonlarda gerdan kırıyorsunuz. O kuş beyninizle, yıllarca önce Almanlar'ın Yahudilere yaptıkları soykırımın daha beterini Filistinlilere yaptığınızı göremiyor musunuz.." diye acıyla haykırdı. Sonra bir ok gibi oturduğu yerden kalkarak televizyondaki adamın yüzüne anlatılmaz bir kinle baktı ve zangır zangır titreyen elleriyle televizyonu zorlukla kapatabildi...

Yaşlı kadının gözü yeniden kocasının fotoğrafına yöneldi. O an eskiye doğru kahreden bir yolculuğa çıkıyordu. Nazi askerleri önlerine çıkan bütün Yahudileri adeta balık istifi gibi askeri araçlara tıkıyor, çalışma kamplarına götürüyorlardı. Güçlü olanlarını çalıştırıyorlar, olmayanları hemen gaz odalarına yolluyorlar ve öldürüyorlardı. Kadın güçlüydü. Verilen her işi yapabiliyordu. Lakin kocasının sağlık sorunları vardı ve çok fazla dayanamamıştı. Naziler, böyle cılız olanları toplarken kadının kocasını da almış ve Onun gözleri önünde adamı ölüm arabasına bindirmişlerdi. Kadın, aracın geniz yakan yanmış mazot kokusu altında yaptığı işi bırakmış bir süre aracın arkasından koşmuş, sonrasında nefes nefese olduğu yere yıkılmıştı. Aracın en arkasındaki kocası da, çaresizlik ve kahır içinde öylece karısına bakakalmıştı. Kadın, Nazi askerleri, tüfek dipçikleriyle yüzü çamura bulanan kadını, adeta bir yaratığa bakar gibi bakarak dürtüyorlardı. Kadın, zorlukla ayağa kalktığında askerlere sözcüklerle anlatılmaz bir düşmanlıkla bakıyordu. Kocasına yapılacak olanları bilmenin kendisine verdiği güçle iki Nazi askerini bir çırpıda yere serdi. Kadın askerler, kadını bir süre hınçla tekmelediler. Komutanları, tam bir asker kadına ateş edeceği sırada, adeta gözlerinden ateşler çıkartarak bağırdı: "öldürmeyeceksiniz bu küstahı, her gün Yahudilerin ölümün görecek ve her gün yeniden ölecek.. Bu arada herkesten çok çalışacak ve daha az yiyecek.." 

Öyle de olmuştu, kadına yapılan işkence her geçen gün daha da artıyor, eziyetten ve açlıktan vücudundaki tüm kemikler dışarıdan görülebiliyordu. Buna rağmen zerre kadar onlara minnet etmiyordu...

İkinci Dünya Savaşı bitmiş, Naziler korkunç bir yenilgiyle yüz yüze gelmişlerdi. Kadın kurtulmuş, ancak yıllar sonra dönebilmişti...

Ayağa kalktı, kocasının fotoğrafının yanına gitti. Onu duvardan aldı. Kalbinin üzerine bastırdı. Aradan çok yıllar geçmiş olmasına rağmen, o korkunç azabı daha dünmüş gibi yüreğinde hissetti ve hıçkırıklara boğuldu...

Nazi askerlerinin birkaçını yere serdiği için İsrail'de yıllar sonra milli kahraman ilan edilmişti. Bu durumdan ötürü günlerdir televizyonlarda insan öldürmekle övünmesine artık dayanamadığı İsrailli bakandan birkaç gün sonrası için bir randevu aldı..

Bakanın gösterişli odasının kapıları açıldı. Bakan devasa purosunu tüttürüyordu.. Kadını görünce purosunu kül tablasına bırakarak çabuk çabuk ayağa kalktı. Kibar bir şekilde kadının yanına yaklaştı. Tokalaşmak için elini uzattı. Kadın, adama, televizyonda konuşurken baktığı gibi bakıyordu. Elini vermedi. Oturmadı da.. Duygu yüklü bir ses tonuyla ama aynı zamanda hiddetle konuşmaya başladı: "Ben Nazilere, senin gibi insan kasaplarının başımıza lider olarak gelmesi için karşı koymadım. Çocukları bile acımasızca öldürüyorsunuz. Dedelerinize yapılan soykırımın çok daha fazlasını yapıyorsunuz. Hepinizin Allah belasını versin.."

Son sözünü söyledikten sonra anlatılmaz bir özgüvenle adamın yüzüne de tükürdü...

Ve bir hışımla odayı terk etti..

.....

Yazarın tüm yazıları için tıklayınız

.....

Anahtar Kelimeler:
Hikmet Öcal
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.