Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e bir gün yabancı gazeteciler bir soru yönelterek, İsrail devletinin nerede kurulması gerektiğini sordukları aşamada Türkiye’nin kurucu cumhurbaşkanı “Keşke İsrail Avustralya’da kurulsaydı” diyerek gerçekçi bir cevap vermiştir. Yirminci yüzyılın başlarında Türkiye Cumhuriyeti adı ile yeni bir devlet, merkezi coğrafya topraklarında kurulurken aynı zaman dilimi içinde gene Orta Doğu toprakları üzerinde bir başka yeni devlet İsrail yapılanması olarak gündeme getiriliyordu. Bütün dünya ülkeleri merkezi coğrafya bölgesinde gündeme gelen yeni yapılanma hedefine doğru kilitlenirken, imparatorluk devletleri savaş sürecinde bölünerek yeni yüzyılın devlet modeli olan ulus devletlere dönüştü. Bu aşamada Osmanlı İmparatorluğu dağılarak ortadan kalkarken bu büyük devletin kalıntıları içinde canlanan bir Türklük duygusu, çok uluslu bir büyük devletten tek uluslu bir ulus devlete doğru bir yapı değişikliğine yönelmek zorunda kalıyordu. Türk devleti uluslararası bir çekişme ve çatışma aşamalarından geçerek kurulurken geçmişe doğru bakıldığında beş yüz yıllık bir birikimin sonucu olarak, dünyanın tam ortasında bir Musevi devleti kurulması konusu da yeniden gündeme geliyordu. Son beş yüz yılın imparatorluk devleti olarak dünya politikasında ana yönlendirici devlet olarak İngiltere, merkezi coğrafya üzerinde iki bin yıl önce kurulmuş olan İsrail devletinin üçüncü kez kurulmasına izin vermezken, yıkılan bir imparatorluğun içinden çıkan Türk halkının bağımsız bir ulus devlet çatısı altında yaşama hedefi doğrultusunda öne çıkardığı ulusal kurtuluş savaşı, açıktan bir Türk ulus devletinin kuruluşunu açıkça öne çıkarırken, diğer yandan uluslararası diplomasi yöntemlerinin kullanılmasıyla, dolaylı ve gizli yollardan İsrail devletinin kuruluşuna giden yol batı dünyasının içinde var olan Siyonist lobilerin işbirliği halindeki ortak mücadelelerinin sonucunda gerçekleştiriliyordu. 

Türkiye Cumhuriyeti birinci dünya savaşı sonrasında açıkça kurulurken, kökleri iki bin yıl ötesine giden Musevi devleti olarak İsrail, ancak ikinci dünya savaşı sonrasında ki bir dönemde kuruluyordu. Cihan savaşını kazanan İngiltere merkezi coğrafya yönetimini elinde tutabilmek için İsrail devletinin kurulmasına karşı çıkıyordu. Yirminci yüzyılın ortalarında ABD ve NATO’nun merkezi alana gelmeleriyle birlikte bu bölgede yepyeni bir siyasal düzen oluşturulmaya çalışılırken, iki bin yıl öncesinin İsrail devletinin üçüncü kez kurulması gündeme geliyordu. ABD isimli dünya devletinin kurulmasını kendi çıkarları doğrultusunda iyi kullanan bu yeni süper gücün potansiyelini kullanarak ve yeni Siyonist örgütlenmenin önü açılarak, yola devam edilmek isteniyordu. İmparatorluklar döneminin son yıllarında Yahudi devletinin dünya kıtaları üzerinde nerede ve nasıl kurulacağı tartışma konusu yapılırken, Siyonistler Musevi lobilerini de yanlarına çekerek, yirminci yüzyılın ulus devletler haritasını kamuoyuna açık bir biçimde uygulamaya açık bir duruma getiriyorlardı. On altıncı yüzyılda başlayan Siyonist devlet tartışmalarının zamanla dünya devletleri arasında yayılmasıyla, İsrail devletinin kuruluşu ulus devlet olarak gerçekleşme aşamasına geliyordu. İngiltere’de savaş dönemi başbakanı olarak birinci dünya savaşının galip tarafını Churchill temsil ederken savaş sonrasındaki seçimleri kazanamamış olmasını Musevi lobilerinin engellemeleri sayesinde başardıkları görülmüştür. Ne var ki, Siyonist lobilerin Musevi merkezlerini harekete geçirmeleri sonrasında büyük sömürge imparatorluklarının bazı yerlerinde bir Yahudi devleti olarak İsrail’in kurulması plan ve programları gündeme getirilmiştir. Merkezi alanda bir Siyonist devletin kurulmasını istemeyen batı dünyasının önde gelen emperyalist devletleri, zamanla dünya haritalarının Siyonizm’e uygun düşen bölgelerini Yahudi örgütlerine teklif ederek, beş büyük kıta üzerinde bir İsrail devletinin kurulmasına giden yolda önemli çabalar göstermişlerdir. Türkler imparatorluk sonrasında bir ulus devlete yönelirken, Orta Doğu bölgesinde İsrail’den önce kendi düzenlerini gerçekçi bir bakış açısıyla kurabilmişlerdir.

Eski Osmanlı toprakları üzerinde Türkler kendi ulus devletlerini kurarken ikinci dünya savaşı sonrasında da önceden gizli yürütülen Siyonist örgütlenmenin kesinlik kazandığı görülmüştür. Batı dünyasının merkezi olan Avrupa kıtası üzerinde Hristiyanlar ile Musevilerin çekişmeleri bir Yahudi devletinin arayışını ve daha sonrada kuruluşunu öne çıkarmıştır. Böyle bir ortama geçilmesiyle birlikte, İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya gibi büyük devletler dünyanın çeşitli bölgelerinde Yahudi devletinin kuruluşunu önemsemişlerdir. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de başlayan Siyonizm örgütlenmesinin bu devletin toprakları ve kentleri içinde örgütlendikleri görülmüştür. Siyonizm Macaristan dönemini tamamladıktan sonra yeni aşamada Avrupa kıtasının tam ortalarında yer alan ve Almanya, Fransa ile birlikte İtalyan bölgelerinden oluşan bir yeni devleti İsviçre Federasyonu olarak kurmuşlardır. Daha sonraki aşamalarda İsviçre devleti büyüdükçe batı sermaye birikimi dünya ülkelerine yayılmış ve daha sonraları da Orta Doğu bölgesine gelerek burada iki bin yıl öncekine benzeyen bir Yahudi devletine giden yolu açmışlardır. Siyonizm böyle bir aşamaya gelirken İsviçre bölgesindeki eyaletlerde öne çıkarak, Avrupa ülkelerindeki önde gelen Musevileri İsviçre’nin Basel kentinde toplayarak geleceğin dünyasında bir Siyonizm hegemonyası oluşturabilmek çizgisinde Siyonizm’in önemli konularını görüşerek, kendileri için Büyük İsrail olarak nasıl ve nerede kurulabileceği konularında geniş tartışmaları tamamlayarak, yirminci yüzyıla girerken 1898 yılında ilk Siyon toplantısını bu ülkede yaparak resmen harekete geçmişlerdir. Basel kentinin yanı sıra bir de Siyon kentini kurarak büyüyen İsviçre bankalarının patronu konumundaki zengin toplum kesimleri, Avrupa ortalarındaki Basel ve Siyon örgütlenmelerini Türkiye üzerinden merkezi coğrafya alanlarına taşımaya yönelmişlerdir. Macaristan’da başlayan İsviçre üzerinden küresel bir dünya yapılanmasına yönelen Siyonist lobilerin dünyanın ortalarında bir Siyonist devlet oluşturma planı olarak Büyük İsrail arayışına girmişlerdir. Macaristan’dan hareket ederek İsviçre eyaletlerinde örgütlenerek öne çıkan Siyonizm'in ana hedefi olan Büyük İsrail imparatorluğuna kavuşmak için iki büyük dünya savaşı çıkartılmıştır.

İsviçre bankalarını kullanarak dünyanın en büyük sermaye yapılanmasına yönelen Siyonizm, geleneksel Musevi örgütlenmesini de kontrolü altına alarak eski Osmanlı toprakları üzerinden merkezi bir imparatorluk oluşturabilmek için çok yoğun bir yapılanmaya öncelik tanımışlardır. İlk Siyonist kongrenin 1898 yılında Basel kentinde toplanmasından sonra  batı Avrupa’da Yahudi karşıtlığı giderek tırmanırken, Orta Doğu ülkelerine böylesine bir süreç içinde Yahudi toplulukları göçler yolu ile gelerek ikinci dünya savaşı sonrasında tarihsel bir proje olan İsrail devletinin kuruluşu resmen ilan edilmiş ve eksik kalan hukuksal yapılanmalar, Birleşmiş Milletler örgütünün kurulması sonrasında bu büyük evrensel örgütün aldığı kararlar aracılığı ile kuruluş ile ilgili diğer detay çalışmalar tamamlanmıştır. Birinci kongresi İsviçre’nin Basel kentinde yapılan toplantılar aracılığı ile tamamlanan Siyonizm birinci dünya savaşı sonrasında ikinci büyük kongresini 1925 yılında Avustralya’nın batı bölgesindeki bir şehirde Amerika Birleşik Devletleri’nin destekleriyle tamamlayabilmiştir. Geçmişe dönük bir on bin yıllık tarihi geçmişle öne çıkan İsrail devleti projesi, ikinci dünya savaşı sonrasında uygulamaya konulmadan önce bütün dünya devletleri arasında çok yoğun tartışmalara sahne olmuştur. İşte Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi olan Atatürk’ün Siyonist projeleri yakından izleyerek tarih boyunca Türklerin anayurdu olarak gördükleri Anadolu yarımadasını korumaya öncelik vermişlerdir. Türklerin önderi Atatürk, İsrail devletinin Avustralya gibi bir dış kıtanın içinde kurulmasını dile getirmesinin nedeni, daha önceleri kurulmuş olan iki büyük İsrail devletinin Orta Doğu ve merkezi bölgede çok büyük çatışma ve gerginliklere neden olduğunu bilerek Avustralya kıtasını üçüncü İsrail devletinin kuruluşu için yeni bir adres olarak dile getirmiştir. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken geçmişten gelen Osmanlı toprakları üzerinde bir Türk devletine karşı çıkacak bir biçimde Yahudi imparatorluğu kurulmasına olumlu bakmıyordu. Bu nedenle de Churchill gibi Atatürk’te merkezi alanda bir İsrail devletinin kurulmasına karşı çıktı.

Yirminci yüzyılı geride bırakan dünya bugünün dünyasında yeni bir İsrail devletine sahip bulunmakta ve tarihin en eski dönemlerinden gelme bir siyasal birikim bugünün Siyonist devletinin yeniden bir farklı döneme yönelmesiyle birlikte, yeni dönemin koşullarında üç büyük dini yeni bir çekişme sürecine getirmiştir. Basel’de toplanan ilk Siyonist kongre de elli yıl sonra bir Yahudi devletinin öncelikle kurulmasına karar verilmiştir. Bu kararı izleyen ikinci aşamada ise dünyanın tam ortalarında yer alacak bir Büyük İsrail imparatorluğunun da yüz yıl sonra kurulması karar altına alınmıştır. İlk olarak Basel kentinin öncülük ettiği Siyonist kongrelerin ikincisi 1925 yılında Avustralya’da yapılması, İngiltere’nin olumsuz tavırları nedeniyle sorunun doğu bölgesine taşınması çizgisinde bir etki yaratmıştır. O nedenle Atatürk İsrail devletinin kurulmasının bir üçüncü dünya savaşı yaratmaması için, bu din devletinin dünyanın doğu bölgesinde kurulmasını düşünerek dünya kamuoyunu yeni bir doğu bölgesi barışına hazırlamaya çaba göstermiştir. Bu çerçevede Atatürk’ün bir lider olarak sahip olduğu   konumunun İsrail devleti projesini dünyanın doğu bölgelerine taşınması açısından yeterli olması için çalışılmıştır. Büyük İsrail projesinin Osmanlı devletinin Balkan’lar, Kafkaslar ve Anadolu topraklarını içine aldığı için Atatürk Türk devletinin kurucu önderi olarak emperyal İsrail’i Avustralya’nın geniş topraklarında kurulması doğrultusunda bir yaklaşımı, barışçı bir çözüm olarak dile getirmiştir. Atatürk tarihi ve coğrafyayı çok iyi bildiği için son derece stratejik kararlar alarak Osmanlı devletinin yerine kurulmak istenen Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail gibi Hristiyan ya da Musevi bir devletler birliği değil, bunların yerine Türkiye’nin öncülüğünde ve merkezi konumunda Büyük Türkiye denebilecek bölgesel bir alan yapılanmasını, Türklerin rehberliğinde dünyanın merkezi toprakları üzerinde bağımsız bir devletleşmeye doğru örgütlemeye çaba göstermiştir.

Devamı için tıklayınız

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.