Gün, ortasına ulaşmıştı. El ele tutuşmuş ağaçlar kuytulukları koruyor, ışığını sızdırmamak için güneşle köşe kapmaca oynuyorlardı.

Bir kez daha son umutla eğildi, küçük kız “Bir, iki, üç… Bir, iki, üç…” bir türlü dört diyemiyordu. Dört dese her şey eskisi gibi olacaktı. Dört demeyi şimdi dantelli bir elbiseden, üzeri çikolatalı bir kekten daha daha daha çok istiyordu.

Uzun bir “Offf” la ciğerlerine fundalıkların tüm kokuları doldu. İyisi de vardı, kötüsü de tabii. Bir gün önce yağan yağmurun artık gökyüzünü gizleyen ağaç dallarından süzülmesi olası değildi. Ama olmuştu. Birkaç damla imkânsızı başarmıştı. Zaten imkânsızı hep birkaçları başarır. Nasıl? Nasıl olmaz, öyle işte.

Yapraklara sürdü ellerini, yağmur damlalarına parmakları ile dokunup, balonlarını söndürdü. Sonra tek tek toplayıp ağzına götürdü. Çamın altına oturdu, fırlayan kozalağa “Seni, seni!” dedi. Ayaklarını çıkardı, naylon ayakkabıların izi çıkmıştı. Güneş derisini kavurmuş, çatlak çorak toprağa çevirmişti ayaklarını… ”domuz ayaklı, domuz ayaklı…” Komşu teyze çok kızmıştı; “Mundar hayvandan başka benzetecek şey kalmadı mı?” Mundar? Mundar kış, mundar kelebek, mundar ateş böceği, sen de mundarsın kemancı böcek ama tam mundar köpek diyecekken sustu. Kesik, tatlı kahkahalar kırıldı, döküldü.

Üç gündür onu oyundan alıkoyan, kuytuluklara mahkum eden, böceklerle söyleştiren o değil miydi? Ölmüş ve gömülmüş. O gözyaşı çözümsüzlüğünü bilemezdi. Neden ağladığını da… Ağlamak yürek yangınıydı. Biraz önce çiçeklerden topladığını, bu kez yanaklarından topladı. Döndü “Bir, iki, üç…”

“Bak güzelim, ağlama eğer dört yapraklı yoncayı bulursan ne dilersen olur, geri gelir O” O, geri gelir mi? O cennete gitti. O gelmez, gidenler dönmez. Dört yapraklı yonca yoktur. Gerçek işte böyle acıdır, gidenler dönmez…

Biz neleri yitirdik sevda uğruna… Kimimiz baş koyduk toprağa erkence…

Biz neleri yitirdik sevda uğruna; Ferhat olduk dağları deldik, Leyla olduk, Mecnun’umuz çöllere düştü…

Biz neleri yitirdik, neleri; kuytuluklar mekânımız oldu, titredik, üşüdük, yoksul, yalnız en kötüsü de inançsız kaldık… Koştuk koştuk da yorulduk…

Biz delice sevdalandık; zindanları güllük gülistanlık ettik, sazı dillendirdik, sözü dillendirdik… Köprüler kurduk, köprüler yıktık ama sevda ateşimiz her dem taze kaldı şu kör dünyada.

Bir sigara içimi, bir fincan kahveye kırk yıl hatır koyduk, vade biçtik, bulmasak da vefayı, yalanı cefasını tercih ettik.

Biz sevdayı nakış ettik, kilimlerle dokuduk, inci inci dizelere, meneviş mavisi çinilere ve en önemlisi zarafete diz çöktüren minarelere…

Seni böyle deli deli söyleten sevda, yüreğimize düştüğü gün gönüldaş olduk seninle.

Sevda kime ve neyeyse tutku ondadır. Yangını birdir, değişmez. Yangını duymayan hiçbir şeyi duymaz. Onun yüreği buzdandır, onun dili çözülmez, onun bedeni oynamaz, o hiçtir ve en acısı hiç olduğunu bilmeden yaşar…

Ağla küçüğüm! Seni insan yapacak şey o tutkuya gözyaşındır… Yüreğini kör eden o pıhtıyı yıka… Seni peygamber ahlakına götürecek yolda ilk adım, o parmak parmak gözyaşındır. Tuzlu olduğuna bakma, dünyanın en güzel şerbetinden daha lezzetlidir. Çünkü sen ebedi nektarı, bir damla gözyaşına tercih edenlerden olmayacaksın… Gözlerin kör, kulağın sağır olmayacak.

Gel, küçüğüm elele arayalım dört yapraklı yoncayı… Kimse kar yağarken sıcak evin büyüsüne kapılıp, soğukta olanı unutmasın, kimse tokken aç yatanı, sağlıklıyken hastayı, öksüzü, yetimi, yaşlıyı, dulu ve kimsesizi unutmasın.

Gel küçüğüm, damla damla gözyaşımızda, sevdamızı görsünler. Elimize bir avuç yurt toprağı alalım, öyle bir sevdayla sıkalım ki hiç dağılmasın kumlar, çakıllar, topraklar, bitkiler, kemikler ve böcekler… Karışsın birbirine, sonuçta karışmayacak mıyız?

Ve gel küçüğüm, ellerimizi önümüze çıkan ilk sevdalıya uzatalım. Sıcağımızı sıcağına katalım. Sevdası için kurşun yiyenlere, sevgimizin sıcağını sunalım.

Bak, dört yapraklı yonca! Sevginin gücü, göğün pembesi, denizin moru, toprağın kırmızısı ve hepsinde sevdanın rengi…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Adli tabip 3 yıl önce

Bu nasıl bi kafa ????
Masal desem değil, rüya desem hayal desem değil.. Bravo doğrusu..