Rakı şişesinde balık olsa İstanbul
ve ben bozmamak adına ortamı,
bu sefer
İstanbul'u yakalamak için sallasam oltamı...
Şans bu ya,
hep yakalanırken bir şeylere,
bu sefer de ben,
İstanbul'u yakalasam...
Şöyle güzel bir İstanbul takılsa oltamın ucuna,
sonra
İstanbul'u tutup kurtarsam iğnenin ucundan,
İstanbul'u koysam yüreğimin içine...
Yakaladığım en büyük balık desem bu balık,
işte İstanbul bu...
Sonra oltamı toplayıp,
voltamı atsam Bağdat Caddesi'nde,
Fenerbahçe Parkı'na doğru uzansam...
Yakalasam,
koparsam Fenerbahçe Parkı'ndaki
gül goncasını,
uzatsam sana İstanbul...
Gönlümün içinden geçse gül goncası
ulaşsa sana...
Canım İstanbul,
sevsem seni, sabahlara kadar,
tan yeri ağırmakta iken
uzaklaşsak birbirimizden
ve sonra yine güneşin ilk ışıkları ile
sarılsak birbirimize,
gözlerimiz buluşsa
Marmara Denizi'nin masmavi sularında,
bakışlarımız düşse dalgaların arasına,
sonra bulsak bakışlarımızı...
Mor, mavi, beyaz nazar boncuğu olsa bakışlarımız...
Bakışlarımızı alsak,
bu toprağın aşkına
yitirmiş olduğumuz kahramanlara dağıtsak
nazar boncuğu olarak
ve bir daha nazar değmese o kahramanlara...
Bizim kahramanlarımız olsa onlar,
onlarla birlikte dikilsek
bize atılan kem bakışlara,
birimiz yıkıldığında birimiz kalksak,
düşenin dostu olmasa da
biz birbirimize dost olsak...
Kör olsak görmesek hatalarımızı,
sonra yine İstanbul 'u seyretsek
şairin dediği gibi gözlerimiz kapalı,
gönül gözlerimiz açılsa,
gönül gözü ile baksak İstanbul'a,
sevsek İstanbul'u biz,
İstanbul bizi sevse...
Keşke birbirimizi sevsek,
birimizin kaybettiğini diğerimiz bulsa,
bulduklarımızı yine birbirimize versek,
eksilmese bir şeylerimiz...
Mesela sevgimiz eksilmese,
saygımız eksilmese,
biz de eksilmesek...
Aşkımız eksilmese İstanbul'a...
İstanbul gül olsa,
biz ona gülüm desek, koklasak,
bahar koksa İstanbul...
Açsak gözlerimizi,
gönül gözlerimizi...
İstanbul bize bir gelin gibi gözükse,
bembeyaz, tertemiz
ve bizi de temizlese berraklığı ile,
gül suyu ile yıkasa bizi,
pamuklarla silse tenimizi...
Bir bebeğe dokunur gibi dokunsa bize,
biz İstanbul'u sevsek bebek sever gibi.
Bebek'de bir olta atsak denize
ya da toplasak oltamızı,
bir volta atsak Bebek Sahili'nde...
İstanbul bir bebek olsa,
biz ayrı bir bebek,
oynaşsak İstanbul'la.
Sabahlasak ayışığında
Caddebostan Plajı'nda...
Rakı olsa yanında kavun, beyaz peynir,
biraz içsek ayışığında sabahlara kadar
Caddebostan Plajı'nda...
Anlamaya çalışsak birbirimizi,
yine birbirimize bir şeyler anlatmaya çalışsak,
kelimeler dolansa dilimize,
ellerimiz kollarımız dolansa birbirimize,
İstanbul'la...
İstanbul bizi sevse,
biz İstanbul'u sevsek...
Bu gece
ve bundan sonraki bütün gecelerde
beraber olsak İstanbul'la,
çocuklarımız olsa elma yanaklı,
pembe dudaklı, sarışın, kumral, esmer
ve daha renkli, sevecen, hoşgörülü, mütevazı...
Çocuklarımız olsa bıcır bıcır,
üstlerinde elbiseleri olsa gıcır gıcır
ve onları İstanbul'a emanet etsek,
İstanbul büyütse çocuklarımızı,
kendi gibi yapsa kozmopolit, gizemli, dingin...
İstanbul'u sevsek biz...
İstanbul'u içsek,
İstanbul'u yesek,
İstanbul'u dinlesek,
İstanbul'u seyretsek...
Bazen gözlerimiz açık olsa, bazen kapalı.
İstanbul ne der ki bize,
belki sevdiğini söyler kim bilir?
Kim bilir İstanbul'u İstanbul 'dan başka...
Ah İstanbul, ahhh...
Ya aşkından öleceğiz, ya kahrından...
Bizi bağışla, biz sadece seni sevdik aslında...
Konuştuklarımızın bir çoğu boştu belki,
belki hayatımız boştu.
Sen doldurdun...
İyi ki varsın İstanbul
ve iyi ki biz seni fethettik...
Bütün bunların sebebi
senin bizi fethetmendi aslında...
Sen bizi fethettin, biz seni...
Sen bizi sev İstanbul, biz de seni...
Ah İstanbul! Vah İstanbul!...




