Sevgili Fahrettin Balcı Öğretmenim, Cumhuriyet Halk Partisi Yıldırım İlçe Başkanlığı bünyesinde kurulmuş olan Proje Kurulu’nda birlikte görev yapmış olduğumuz kıymetli büyüklerimden biridir.

Son derece bakımlı bir dış görünüş ile birlikte son derece tutarlı bir kişiliğe sahiptir. Ben kendisini tıraşsız, takım elbisesiz görmedim. Hayatı boyunca eğitim aldığı ve eğitim verdiği tarih konusuyla ilgili müthiş donanımlıdır. Çok iyi bir okuyucu ve yine çok iyi bir araştırmacıdır.

Fahrettin Öğretmenimi de Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin öğretmeni, sürekli okuyan ve araştıran, birikimli ve etkili bir eğitimci olarak tanımlayabilirim.

Söyleşiye giriş yaparken de belirtmiş olduğum gibi siyaset sayesinde tanıma şansı bulduğum nadide insanlardan biridir; “Sevgili Fahrettin Öğretmenim” diye hitap etmiş olduğum Emekli Sınıf Öğretmeni, Eğitimci, Araştırmacı Yazar, Kıymetli Büyüğüm, Dostum Fahrettin Balcı…

Kendimize rahatlıkla örnek alabileceğimiz bir karakter olan Sevgili Fahrettin Balcı Öğretmenim ile yapmış olduğum ve keyifle okuyacağınızı düşündüğüm söyleşimizi sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.

.....

Sevgili Fahrettin Öğretmenim,

İzin verirseniz, bugüne kadar sizi topluma tanıtamayan bu ülkedeki sistemi yererek söyleşime başlamak istiyorum. Özellikle de birikimli, yetenekli, çalışkan, üretken insanların her ne şekilde olursa olsun önlerinin açılması gerektiğine, teşvik ve takdir edilmeleri gerektiğine de vurgu yapmak istiyorum ve ilk sorumla da söyleşimize başlamak istiyorum.

  • Parti çalışmaları kanalıyla sizin gibi bir değeri tanımış olmaktan memnuniyet duyuyorum. Aslında ben de dahil olmak üzere sizi kısaca tanımak isteriz; bize özgeçmişinizi de aktararak kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

      1951 yılında Artvin-Şavşat’ta doğdum. İlçenin en uzak köyü olan Ilıca Köyü İlkokulu’nda okudum. İlkokulda iyi yetiştik. Çünkü Mehmet MEYDAN Öğretmenimiz; donanımlı, fedakâr bir cumhuriyet öğretmeniydi. İlerideki okullarda hiç zorluk çekmedik. Öğretmen okuluna ikinci sınıftan devam ettim. 1969 yılında öğretmen olarak Ardahan Yaylacık, Posof Yurtbaşı, Hopa Hendek köy ilkokullarında çalıştım. 12 Eylül hükümeti tarafından Bolu Göynük Soğukçam İlkokulu’na sürgüne gönderildim. Dört yıl sonra Sakarya Kaynarca Uzunalan İlkokulu naklettim. Bu arada Anadolu Üniversitesi’nde yüksek öğrenimimi tamamladım. Sakarya Merkez Mithat Paşa İlköğretim Okulu öğretmeni iken 27 yıllık bir çalışmanın sonunda emekli oldum. Bursa’ya taşındım. Yirmi yıla yakın da Bursa’da özel öğretim kurumlarında, devlet okullarında ücretli öğretmen olarak çalıştım. Evliyim, iki oğlum, Yiğit ve Mert adlarında 2 torunum ar. Torunlarım Viyana’da yaşadığı için onların özlemini çekiyorum.

  • Sizi her zaman örnek gösterilecek derecede şık, bakımlı, tertipli, düzenli, insana saygılı ve çevrenize karşı duyarlı olarak görüyoruz. Bu öz disiplini neye borçlu olduğunuzu öğrenebilir miyiz?

     Eğer öyle isem bunu, aile eğitimime borçluyum. Babam, orman memuru idi. Ölünceye kadar kravatını ve yakasından Atatürk rozetini çıkarmadı. Bir de kuş uçmaz kervan geçmez denilecek köylerin tek öğretmeni idim.

Köyde imamla birlikte 2 devlet memuru idik. Onlar işleri gereği giyimlerine pek özen göstermezlerdi. Takım elbise, kravat, boyalı ayakkabı, o ortamda saygınlığa katkı sağlardı. Dikkat etmek gerekliydi. Zamanla bu alışkanlık bende davranışa dönüştü. Çalıştığım köy okullarında 5 sınıfı bir arada okutuyordum. İşim çok yoğundu. İşlediğim malzeme insandı. Özen isterdi, dakik ve planlı olmazsanız başaramazdınız. Emeklilik yaşamımda da bu alışkanlıkların dışına çıkamadım.

  • Dünya tarihi ile birlikte özellikle Türk tarihi, Anadolu tarihi ve özellikle de yakın tarihimiz hakkında oldukça fazla ve güçlü bilgilere sahip olduğunuzu biliyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetiştirmiş olduğu nitelikli ve nicelikli insanlardan birisiniz. Öğretmenlik mesleğini seçmenizi ve özellikle Sınıf Öğretmeni olmanızı neye borçlusunuz?

       Öğretmenlik mesleğini seçmem benim tercihim değildi. Artvin Kazım Karabekir Lisesi’nde okuyordum. İkinci sınıfa derece ile geçtim. O zaman lise birden ikiye derece ile geçenler isterlerse öğretmen okulu farklı derslerini vererek öğretmen okuluna ikinci sınıfa geçiş yapabiliyorlardı. Babam istedi, farkları verdim, geçiş yaptım. Babam kısa yoldan ekmek sahibi olmamı istemiş olabilir. Ankara, İstanbul gibi şehirlerde yüksek öğrenim görmek şimdiye oranla daha külfetli idi. Para pek bulunmuyordu. Babam, bu külfeti de göze alamamış olmalıdır. Altı kardeştik; üçü benden küçüktü. Zamanla öğretmenliği sevdim. Sorumluluğum ağır bastı. Hep öğrencilerimin geleceklerini düşünerek yardımcı olmaya çalıştım. Aradan uzun sayılacak yıllar geçti. Torunları üniversiteye başlayan öğrencilerim var. Mutluyum, başarısızlığa uğramadım. Yıllar sonra da olsa velilerimden, öğrencilerimden hep saygı gördüm.

  • Öğretmenlik hayatınızla ilgili önemsediğiniz bir hatıranızı bizlerle paylaşabilir misiniz?

Bir öğretmenlik anımı anlatmamı istiyorsunuz. O kadar çok ki; doğrusu hangisini anlatayım diye zorlandım ama biri var ki hiç unutmadım. Hatırladıkça yüreğim cız eder. Sonucunu düşününce de önemli bir görev yapmış olmanın mutluluğunu yaşarım.

Zorunlu olarak tutulduğum Göynük Soğukçam Köyü’ndeydim. Köy, evleri bir araya toplanmış 30 hanelik bir köydü. Ortada cami ve köy çeşmesi vardı. Her taraf çeşme yalağından taşan sulardan çamur içindeydi. Köy içinde yürümek dikkat isterdi. Çamura bulanırdınız. Mıstık’ı bu çeşmenin önünde tanıdım, iki yaşını biraz geçmiş olmalıydı. Kara bir kaftan giyiyordu. Beni gördü; köylülere benzetememiş olacak ki, dikkatlice bakıyordu. Birden ayağı takıldı, çamura yüzükoyun uzandı. Kalkmak için uğraşıyordu, yetiştim, kaldırdım. Her tarafı çamura bulanmıştı. Kış soğuğu, elleri buz kesmişti. Yıkadım, temizledim. Yaşıtları Mıstık’ın yaşadığını yaşasalar; çığlıktan, çevreyi inletirlerdi. Bu çocuk ağlamadı. Sonra öğrendim ki; ağlamayı bilmiyordu. Çünkü O’nu susturacak, okşayacak kimsesi yoktu. Annesi akıl hastasıydı, köyden kaçar, haftalarca gelmezdi. Baba, sağır ve dilsizdi. Tarla bahçe işlerini öğrenmişti. Onun dışında çevre ile bağlantı, aile, çocuk kavramlarına yabancıydı. Dede vardı. Nallıhan köylerinden içgüveyi olarak gelmişti. Mıstık’ın kendinden 2 yaş büyük ağabeyi Ali vardı. Dede, Ali’yi sahiplenmişti. Mıstık’ı, annesi dağ bayır sahipsiz gezdiği için kendilerinden saymamışlardı. Çocuk adeta sahipsizdi. Köylüler de bu olayı kanıksamışlar, sıradan olarak görüyorlardı. Çok üzülmüştüm, adeta dünyam kararmıştı. Siyasi suçlu olarak kış ortasında gönderildiğim için o yıl ortaokula başlayan oğlumuzu Hopa’da bir akrabamıza bırakmıştık. Hanım, her gün “çocuğum kaldı” diye ağlardı. Ben de onlara göstermeden ağlardım. Mıstık’ın ağlayanı yoktu. Beni takip etti. Öğretmen evimin önüne geldi. İçeri aldık, yıkadık, karnını doyurduk. Mıstık’ın o günden sonra sık sık kapımıza geldi. Adeta aileden oldu. Bir gün köye doğru yürürken aniden önüme çıktı. “Tut” diye elini uzattı. Köyde birlikte dolaştık. Beni görünce ağlamaya başlamıştı.

Bahar geldi. Bir gün “Mıstık kaybolmuş” dediler. Aradık, o gün bulamadık. Köy ilçeye 10-12 saat yürüme mesafesi olan bir köydü. Motorlu araç yoktu. Son duraktı, başka bir yerleşim yerine bağlantılı değildi. İlçeye giden bir şose vardı. Çatak Çayı üzerinde köprü olmadığı için ilkbahar ve kışta ulaşım tamamen dururdu. Telefon yoktu, haber veremedik. Ertesi günü ikindide Mıstık ile dolaşan bir köpek yavrusu vardı. Dedesinin evinden uzakta “Kuruluk” denen alet edevatın konulduğu yerde duvara dayalı eşek semeri Mıstık’ın üzerine devrilmiş, çocuk altında sıkışıp kalmıştı. Köpeğin eşelenmesi ile çocuğu ölümden kurtardık.

Ertesi gün bin bir zorlukla ilçeye gittim. Kaymakama durumu anlattım, yakından ilgilendi. İyi insandı Kaymakam. Mıstık ve Ali’nin yetiştirme yurduna kabulü için işlem başlatıldı. Bolu'da yurt yoktu. Kastamonu’ya gönderiyorlardı. Ertesi gün bir araba tutup döndüm. Çatak Çayından köye 20 kilometre Kastamonu’dan yerinde araştırmak için görevli göndermişler. Köye girişte “Kayanın Burnu” denilen bölgeye 1 kilometre uzakta yol kenarında Hatça Teyze’ye rastlamışlar. Dede İbraham Amca’nın maddi durumunu sormuşlar; teyzemizde kendince “komşuya iyilik olsun” diye “Her şeyciği var, tarlaları çoktur” demiş. Görevli bunu yeterli sayıp baştan savma bir rapor hazırlamış. Çocukları kabul etmediler. Aynı işlemleri yeniden başlattık. Kaymakamımız Ali Fuat Güven Bey’di. Daha sona uzun süre Bursa Valiliği yaptı. Bolu’daki ilişkilerini kullandı. Sonuçta Ali ile kardeşi Mıstık’ı Kastamonu Yetiştirme Yurdu’na gönderdik. O yaz tatile getirdiler. Bayramda kırmızı kep, kısa pantolon, tişört, ellerinde plastik topları vardı. Daha önce adam yerine koyup da oyuna almayan köy çocukları, imrenerek peşlerinde dolaşıyorlardı. Bugün Ali ve Mıstık, kamu görevlisi olarak çalışıyorlar. Mıstık’ın dramı sözcüklere sığmazdı. Devlet güvencesine alınmalarıyla sırtımdan büyük bir yük kalktı.

  • Engin bilgilere sahip olduğunuzu bildiğim Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet ile ilgili görüşlerinizi, düşüncelerinizi bir özet halinde bizimle paylaşabilir misiniz?

    Türkiye Cumhuriyeti, milletin tarihinde sadece siyasal bir değişim değildir. Yani Halife Sultan (Monarşi) yönetiminden, ülkeyi yönetecek devlet reisinin belli bir süre için halk tarafından seçilmesi yönetimine geçilmesi değildir. Türkiye Cumhuriyeti, yönetim dâhil, millet hayatını ve geleceğini kökten değiştirecek bir devrimler bütünüdür. Cumhuriyet bağımsız, çağdaş, özgür, bilimsel yaşamın tüm kurum ve kuruluşlarının üstündeki şemsiyedir.

Şimdi Samsun’dan başlayıp; sırasıyla Amasya, Erzurum, Sivas ile devam eden ve Ankara’da hedefine ulaşan bir kutlu yolculuğun yol haritasına kısaca göz atalım. Atatürk, Amasya’da yayımladığı genelgede, ülkenin içine düşürüldüğü durumu özetleyerek “Milleti, içine düştüğü bu karanlık ve yıkımdan, yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır” diyordu. Bu genelge bundan sonra uygulanacak stratejide iradenin, halkta olduğunu vurguluyordu. Oysa 600 yıl boyunca bu iradeyi Padişahlık, daha sonra da Halife Sultanlık kullanmıştır. Halkın iradesi yoktu. Bu gücü Halife Sultanlar temsil ediyordu. Memleket Osmanlı mülküydü; üstünde yaşayanlarda dinsel ve dünyasal gücün sahibi Padişahın kullarıydı. Amasya Genelgesinde ilk defa gücün, egemenliğin halka ait olduğu vurgulanıyordu. İleride yaşanacak olanların fitili bu genelgeyle ateşlenmiş oluyordu. Erzurum Kongresi (23 Temmuz 1919), Sivas Kongresi (04-12 Eylül 1919) derken halk temsilcileri, ulu önder Mustafa Kemal ile Ankara’ya ulaştı. Türk Milletinin kalbi burada atmaktadır. 16 Mart 1919’da İhtilaf Devletleri güçlerinin İstanbul’u işgali ile Padişah Halife, bu güçlerin vesayeti altına girdi. Tahtını korumanın derdine düştü. O günden sonra yayınladığı fermanlarla ülkenin çeşitli yerlerine gönderdiği nasihat heyetleriyle İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan devletlerinin işgallerine karşı çıkılmamasını, onlarla iyi geçinilmesini emrediyordu. Ege’den başlayan Yunan işgali, Doğudaki Rus-Ermeni işgalleri, Güneyde Fransız destekli Ermeni işgalleri altında Müslüman Türk Halkı, anlatılmaz zulümler altında eziliyordu.

Yurtsever komutanlar ve yerel önderlerin öncülüğünde halk örgütlendi. Köy, kasaba ve bölgelerini düşman saldırılarına karşı korumak için birleşti. Padişah esirdi. Ondan yardım beklenemezdi, Halk kendi yerel yönetimlerini kurdu. Ahıska Geçici Hükümeti, Ardahan Kongreleri, Aras Hükümeti, Batum (Artvin-Şavşat-Ardanuç), Ardahan, Kars ve Aras Hükümetini içine alan, Güney Batı Kafkas Milli Hükümeti, Ege’de direnişi örgütleyen kongreler, Geçici Trakya Hükümeti’nin kurulması ve milletin kaderini kendi eline almasıyla Cumhuriyete giden yol açılmış oluyordu. Osmanlı yönetiminde halk sürü idi. Padişah ise sürünün çobanıydı. Padişahsız bir yaşam düşünülemezdi. Bu kongreleri ve şura hükümetleri gösterdiler ki; Padişah halk için vazgeçilmez değildir, halk kendini yönetebilirmiş. Bu düşüncenin yerleşmesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına katı sağlamıştır.

Ankara’daki Büyük Meclis (Millet Meclisi-Türkiye Büyük Millet Meclisi) ulusal iradeye dayanan gücüyle Milli Mücadeleyi (Kurtuluş Savaşından daha geniş anlamlıdır. Bu kavram sadece askeri kurtuluşu değil devamında yobazlığa, cehalete, yokluğa, ihanete karşı verilecek savaşların tamamını ifade eder.) zaferle sonuçlandırmıştır. Lozan Antlaşması (23 Temmuz 1923) ile ülkenin kurtuluş süreci taçlandırılmıştır.

3 Kasım 1922’de Büyük Millet Meclisi’nin 307-308 sayılı kararları ile hilafet saltanattan ayrılarak Saltanat kaldırılmıştı. Osmanlı sülalesini Halife temsil ediyordu. Görev ve yetkileri sınırlandırılmış olsa da yeni düzen karşıtları hilafet çevresi de peşinde bekliyorlardı.

Sonuçta 29 Ekim 1923’te yeni düzenin, rejimin adı konuldu ve Cumhuriyet ilan edildi. Misak-ı Milli (Ulusal Sözleşme) sınırları içindeki vatanda Cumhuriyet salt bir siyasal yönetim değişimi değildi. Özgürleşmenin, yurttaş olmanın, çağdaşlaşmanın ortak adı idi. Cumhuriyet Türk Devriminin tümünü, örtüsü altına alan bir şemsiyeydi.

Osmanlı Hanedanında temsil edilen Hilafet Kurumu, Cumhuriyet karşıtlarının sığınma yeri olmaya başlayınca, halifenin de görev ve yetkilerinin sınırını zorlamasının verdiği haklı tedirginlikle 3 Mart 1924’te 431 Sayılı Kanun ile halifelik kaldırıldı. Devlet yönetimimiz dünyasallaşmanın önündeki engellerden biri daha kalkmış oldu. Aynı kanuna göre Osmanlı Hanedanının bütün üyeleri ebediyen Türkiye’de ikamet hakkından yoksun edilerek yurtdışına çıkarıldılar. Yeni düzenin karşıtları son destek noktalarını da kaybettiler.

Cumhuriyet devrimlerinin hepsi önemlidir. Bazıları ise temel konumdadırlar. Toplum yaşamını tamamen etkilerler. Bunlardan bir hukuk devrimidir. Kamu hukuku ile özel hukuk yasalarda yeniden düzenlendi. Teokrasi, kanunların Allah’ın yeryüzündeki gölgeleri Sultan Halifeler eliyle yapılması demektir. Bu görev Şeriye Vekâletinceyürütülürdü. Şeriye Vekâleti kaldırıldı.

İsviçre Medeni Kanunu alındı. Yargı örgütü yeniden düzenlendi. Hukuk dili yeniden düzenlendi. Türkçeleştirmeye çalışıldı. Çok hukuklu sistemden, hukuk birliğine geçildi.

Laikleşme, hukuk devriminin başka bir tezidir. Çünkü dinsel hukuku dışlayan bir hukuk birliği Laikleşmenin köşe taşıdır.

Kadın hakları, ekonomik sistemi düzenleyen hukuk kuralları, çağdaşlaşma ve uygarlaşma önündeki engelleri kaldıran yasalar yapıldı.

Cumhuriyetin bir diğer hedefi uluslaştırmadır; çok uluslu İmparatorlukta yaşayan padişah kulluğundan, ortak vatanda yaşayan, aynı ekonomik alanı paylaşan, dili bir, hür ve özgür insanların oluşturduğu bir ulusal toplum yarattı. Cumhuriyet özgür bireyliği, özgür yurttaşlığı ortak payda yaptı ulusa… Yüce Atatürk, dili Arapça, Farsça son dönemde Osmanlıca denen dillerin baskısıyla unutulmaya terk edilmiş edebiyat dili olma özelliğini büyük oranda kaybetmiş, tarihi unutturulmuş, milliyetine, Peygamber ümmeti, Allah’ın kulu olarak ifade edilen bir toplumu, ulusal kimliğe, Türk kimliğine kavuşturmuş, “Yüce Türk Milleti” demiştir. En büyük Türk Milliyetçisi Atatürk’tür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk Ulusu üzerinde inşa edilmiştir.

Kültür ve eğitim kurumları laikleştirilmiştir. Millet mektepleri, halkevleri, halk odaları, Türk Tarih Kurumu (1931), Türk Dil Kurumu (1932), Üniversite reformu, yükseköğretim ve ortaöğretime konulan İnkılap Tarihi Dersleri (1933-34), Köy Enstitüleri (1940), Türk Silahlı Kuvvetleri de geleneksel görevlerinin yanı sıra özellikle köylü çocuklarına okuma yazma öğretmekle birlikte ulusal bilinç aşılayan okul işlemi de üstlendi.

Yine toplumsal yaşamda biçimsel ve simgesel görünüşlü birtakım yenilikler, ulusal temelde bütünleştirici bir amaç yüklenmişlerdi. Soyadı Kanunu, Bazı Unvanların Kullanılamayacağına Dair Kanun (1934), Türk Devriminin demokratik uzantılarını yansıtır.

Kültür alanındaki yenileştirme, Cumhuriyet Devrimlerinin önemli kazanımlarıdır. Alfabe, dil, tarih yazıcılığında köklü değişiklikler yapıldı. Özellikle alfabe değişikliği salt bir üst yapı devrimi, reformu değildir. Etkileri açısından çok önemlidir. Ülkenin geri kalmışlığının nedenlerinden en önemlisi, Arap kültürünün, dini paravanı arkasında Türk toplumuna aktarılmasıdır. Ulusal kültür, dil, Araç etkisinde kalmıştır. Atatürk, harf ve dil reformlarıyla, Türkiye Cumhuriyeti’ni bu etkiden kurtarmak istemiştir. Ayrıca Arap alfabesi Türk diline uygun değildi. Yeterince sesli harfi yoktu. Özellikle yazması çok zordu. Kitap basımının da altı yüz civarında şekil (hurufat) gerekiyordu. Arap kültüründen kurtarıp devleti dünyevi düşünceye kavuşturamazsak, laikleştiremezsek, ekonomik, siyasal ve kültürel yönden çağdaşlaştıramazdık.

Alfabe, dil devrimi sayesinde Arap-İslam Dünyası ile kültürel bağlar gevşetilmiş, dinin toplumsal kültür üzerindeki etkisi azaltılmıştır.

  • Daha önceki sohbetlerimizden hatırladığım kadarıyla Cumhuriyet devrimlerinin tamamlanamamasıyla ilgili düşüncelerinize az çok vakıfım, farkındalık yaratabilmek açısından okuyucumuzla da bu düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?

      Devrimler süreklilik arz eder. Devamlı aşama kaydedilmesi, atak yapılması gerekir. Durağanlaştığı anda çıkar kaybına uğramış, yeni rejimden memnun olmayan grupların saldırısına uğrar, güç yitirir. Türk Devrimleri de 1939’da dünya koşullarının zorlamasıyla İngilizlerle yapılan dostluk antlaşmasıyla başlayan süreçle giderek özgürlüğünü yitirmeye başlamış, durağanlaşmıştır.

Atatürk “Benim en büyük eserim Türkiye Cumhuriyetidir” demiştir. Cumhuriyetin yaşatmayı, koruyup kollamayı Türk Gençliğin görev olarak vermiştir. Bu ağır, o ölçüde de onurlu görevi gençliğe bırakmıştır. Burada bir açıklama yapmak ihtiyacı duyuyorum; Atatürk’ün anlatmak istediği gençlik ölçüsü, yaşanmış yılların sayısı, delikanlılık yaşı değildir. Onuncu Yıl Marşında da “On yılda on beş milyon genç yarattık, her yaştan” mısrası ile ifadesini bulan, devrimlere bağlı her yaştan insandır. Cumhuriyeti korumak zorunda kalırsanız, başkalarından yardım istemeyin, ümitsizliğe kapılmayın, ihtiyaç duyacağınız kuvvet “damarlarındaki asil kanda mevcuttur” diyerek gücün kaynağına işaret etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşatılacağına inancını “Benim fani vücudum, elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır” özdeyişi ile dile getirmiştir.

Bize, aynı inançla devrimlerin tamamlanması için mücadele etmek düşmektedir.

  • Birikimlerinize dayanarak Cumhuriyet Halk Partisi’nde siyaset yapan insanlara Cumhuriyet Halk Partisine gönül vermiş bir büyükleri olarak ne gibi önerileriniz olur?

     Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri birleşerek Cumhuriyet Halk Partisini kurmuşlardır. Ulusal Kurtuluş Savaşını yapıp Misak-ı Milli sınırları içindeki Türk topraklarını vatan yapmışlardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu vatan üstüne kurulmuş ve yükselmiştir. Ülkenin kuruluşu da, Cumhuriyetin kurulması da çok zor oldu. Bedeli kanla ödendi. Sonun da bağımsız, özgür, çağdaş bir devlete kavuşuldu. Cumhuriyete, kuruluşunda karşı olanların büyük çoğunluğunun torunları da bugün düşmanlıklarını sürdürüyorlar. Son zamanda söylemleriyle, eylemleriyle bunu açıkça ortaya koyuyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyeti kuran partidir. Onu sahiplenmek de varoluş sebebidir.

Günümüzde gelişmiş medya teknolojisini kullanarak, devlet gücünü kullanarak, Atatürk ve devrimlerine karşı açık bir saldırı yürütüyorlar. Okul kitaplarından Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin Kuruluşu, devrimler sistemli bir biçimde çıkarılıyor. Alternatif düzmece tarihler yazıyorlar.

Cumhuriyet Halk Partisi hızla sen ben kavgasından, hükümetin yarattığı suni gündemler girdabında siyaset yapmaktan vazgeçmelidir. Parti tabanını, halkı bu konuda bilgilendirmek için sosyal medya, basın, konferans, panel, seminer ve mitinglerle tehlikeyi dillendirmeli, sapık propagandaların etkisini azaltmalıdır. Parti okulu vardır ama amacına uygun ve yeteri derecede kullanılmamaktadır. Bir an önce bu okulları “Cumhuriyet Okulu” işlevine kavuşturmalı, seminer ve konferanslar düzenlenmelidir.

  • Bir kitap hazırlığınız olduğunu biliyorum. Kitabınızla ilgili bizi bilgilendirir misiniz? Kitabınızda hangi konuları işlediniz, hedef kitleniz kimlerdi, hedefleriniz nelerdi?

        Artvin doğumluyum. Burası Güney Kafkasya coğrafyasındadır. Kafkasya, tarihin ilk yerleşme alanlarındandır. 18. yüzyıldan sonra da başta Rusya olmak üzere İngiltere, Fransa, ABD, Almanya gibi ülkelerin emperyalist amaçları için göz diktikleri coğrafyadır. Emellerine ulaşmak için bölge halklarından Ermenileri amaçlarına alet etmişlerdir. Kafkasya “Kavimler Kapısında” bulunduğu için tarih sürecinde pek çok millete ev sahipliği yapmıştır. Gürcülere, Türklere (İskit-Saka-Oğuz) ve Ermenilere kalıcı vatan olmuştur. Ben 620 sayfalık bu kitapta M.Ö. 625 yılından 13 Ekim 1921 Kars Anlaşmasına kadar bölge tarihini irdeledim. Editör çalışması sürüyor. Kış içinde basılabileceğini umuyorum ve bana bu söyleşi fırsatını verdiğiniz için de size çok teşekkür ediyorum.

…..

Sevgili Fahrettin Öğretmenim,

Bu tecrübe ve bilgi dolu, keyif veren söyleşi için çok teşekkür ediyorum. Cumhuriyetin yetiştirmiş olduğu Mustafa Kemal Atatürk’ün hemen hemen her öğretmeni gibi aklı hür, vicdanı hür ve irfanı hür bir gençle birlikte söyleşi yapmaktan, parti çalışmalarında bulunmaktan ve de dostluğunuzdan büyük haz duydum.

Dilerim ki; dostluğumuz baki kalır, birlikte iyilikler ve güzellikler üretmeye devam ederiz.

Size, sevdiklerinizle birlikte yaşayacağınız, sağlık, huzur ve mutluluk dolu yıllar diliyorum.

İyi ki varsınız…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.