150

Hiçbir silah sahibine sadık kalmamıştır. (Anonim)[i]

Sivil halk, savaşın ağırlığını hissetmeli. (Churchill) 1940[ii]

İkinci Dünya Savaşı başladığı gün, ABD’de başkanlık koltuğunda oturmakta olan Franklin D. Roosevelt, bir çağrı yayımlayarak “sivillerin ve askerden arındırılmış kentlerin havadan hiçbir şekilde bombalanmaması gerektiğini”, bunu yapmanıninsanlık dışı barbarlık” olduğunu ilan etmişti. Bu sözler, ABD’nin ve müttefiklerinin savaş öncesinde, savaş sırasında ve savaştan sonra yürüttükleri askeri faaliyetlerin hakkaniyetle yargılanması için bize ayrıca söz bırakmayacak kadar açık ve net bir ifadedir.

İki dünya savaşı arasındaki dönemde, herhangi bir Amerikalı üst düzey yetkilinin, Suriye’de, Kenya’da, Cezayir’de, Bağdat’ta, Hindistan’da hava bombardımanıyla sivil hedeflerin vurulmasına karşı çıkan, kınayan tek bir bildirisiyle bile karşılaşmadık. Oysa 1907’de Lahey Sözleşmesi’nde Balonlardan Patlayıcı Madde Atılmasının Yasaklanmasına Dair bir sözleşme imzalanmıştı. Ancak bu metnin varlığına rağmen balonlardan ilk bombalar İtalyanlar tarafından, 4 yıl sonra Trablusgarp’ta kullanıldı. Karşı çıkan olmadı. Sözleşmeye uyulmamasına gerekçe olarak, geçerli olması için 2. maddesine “genel iştirak şartı hükmünün konması öne sürüldü ve savaşan tarafların hepsinin sözleşmeyi imzalaması şartı arandığı için bu sözleşmenin işlevini yerine getiremediği söylendi.

İtalyanlar, Osmanlı’ya önceden savaş ilan etme ahlaki şartına da uymadan, bir bayram günü, bayram namazı vaktinde Trablusgarb’a çıkarma yapmışlardı. Daha sonra, bu antlaşmaya imza koyan Avrupa devletleri, Osmanlı devletindeki sivil yerleşim yerlerini bombalamışlar, ağır can ve mal kayıplarına yol açmışlar, savaşla ilgisi olmayan sivilleri tutuklamışlar ve savaş esiri sıfatıyla uzak yerlere sürmüşlerdi. Osmanlı söz konusu olduğunda, sözleşmenin bütün hükümleri hiçe sayıldı. Hem İngiltere hem de Fransa, savaşın başından itibaren Kızıldeniz kıyılarından Marmara’ya kadar Osmanlı devletine ait savunmasız yerleşim yerlerindeki sivil hedefleri bombalayarak ağır can ve mal kayıplarına neden oldular. Osmanlı hükümeti, protesto notaları verdiği halde dinleyen olmadı.

17 Haziran 1925’de, Cenevre Sözleşmesi’yle kimyasal gaz ve bakteri savaşının yasaklanması antlaşmaya bağlandı. 24 Eylül 1927’de, uluslararası anlaşmazlıkların çözülmesi için saldırı savaşına başvurulamayacağı, saldırı savaşının uluslararası bir suç olduğu”, bütün saldırı savaşlarının yasaklandığı açıkça belirtildi. Bu sözleşmenin imzalanmasının üzerinden 6 ay geçmeden altıncısı düzenlenen Pan-Amerikan Konferansı’nda (18 Şubat 1928), saldırı savaşlarının insanlığa karşı bir cürüm teşkil ettiği” açıkça belirtildi ve genel kabul gördü.

İkinci Dünya Savaşı başladıktan sonra bütün bu antlaşmaların hepsi lafta kaldı. Savaşa taraf olan Avrupa devletleri iki savaş arası dönemde dünyanın başka yerlerinde uyguladıkları vahşi saldırıları, 2. Dünya Savaşı günlerinde birbirlerine de acımasızca uyguladılar. Bu yüzden milyonlarca sivil barbar saldırılarla hayatını kaybetti. Söz konusu savaş döneminde Almanların işlediği cürümler propagandası son haddinde yapıldığı için yaygın olarak bilinir. Boyasını Kazıyınca adlı kitabımızda, Germen ırkının üstünlük kuruntusunun vardırıldığı boyutlara dair bilgiler ağırlıklı yer işgal ediyor. Bundan dolayı burada, hakkında nerdeyse hiç yayın yapılmamış olan Müttefik kuvvetlerin işlediği cürümleri ve ağır insanlık suçlarını özetleyeceğiz. Zaten Fransa’ya adını veren Franklar, Amerika’ya ve Britanya’ya egemen olan Angıllar ve Saksonlar da Germen kavimleri listesinde adları geçen, kendilerini üstün Germen ırkından sayan kavimlerdir.

1943’ün bir yaz gününde, 731 bombardıman uçağından oluşan bir hava filosu, Hamburg’a saldırdı. Hep beraber napalm bombaları yağdırdılar. Kentte hava sıcaklığı 800C’yeyükseldi, 40 binden fazla sivil kasten yakılmak suretiyle vahşice öldürüldü. 2. Dünya Savaşı’nda Alman kentlerinin bombalanmasının literatüre geçen adı, “terör bombardımanları”dır. Britanya ordusundan bir amiral, yapılan bu saldırıları protesto ederken şöyle demiştir[iii]:

Ordularını ve donanmalarını yenmek yerine Alman kadınlarını ve çocukları bombalayarak savaşı kazanmayı düşündüğümüze göre askerî terbiyeden çaresizce yoksun bir ulusuz demektir.

Amiralin bu sözlerini, bir de Kenyalılara, Cezayirlilere, Hintlilere ve Suriyelilere yapılan saldırılarla birlikte düşünerek yeniden değerlendirmek daha doğru ve daha gerçekçi olur.

Michael Walter, Haklı Savaş/Haksız Savaş adlı eserinde, terörizmi, “savaşın siyasi amaçlarla devam ettirilmesi” olarak tanımlıyor. Eski Yunan’da tiranların kendi halkını sindirmek için başvurduğu terör yöntemleriyle Britanyalıların terör amaçlı bombardımanlarının “nihai amaç” bakımından ortak yanını tek bir cümlede özetliyor: Sivil halkın maneviyatını sarsmak. Walter’in örnek olaylardan yola çıkarak yaptığı değerlendirmelere göre, terörizmi askerlere öğreten tiranlar, modern devletlere öğretenler ise askerlerdir. Walter’in şu sözleri terörün patronlarını ele veriyor[iv]:

“Katı anlamıyla terörizm, masum insanların gelişigüzel öldürülmesi ve devrimci bir mücadele olarak ancak 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştır, yani konvansiyonel savaşın bir özelliği olarak kullanıldıktan sonra.”

Savaşta, müttefikler söz konusu terör estirme anlayışını o kadar ileri boyutlara taşıdılar ki, Amerikalılar Alman sanayi tesislerini, kasten gündüzleri, işçiler içeride çalışmaktayken bombaladı. Görev taksiminde İngilizler, meskûn mahalleri, geceleri herkes evinde uyumaktayken yerle bir etti, yaktı, yıktı. Bu saldırı planı, bombaların yol açtığı zararı ençoklandırma amacıyla yürütülmekteydi. Ama bu şekilde hareket ederek, daha önce imzaladıkları sözleşmelerin tamamında yazanların sadece tersini yapmakla kalmadılar. Bilhassa yangın çıkarıcı ve patlama noktasından uzaklara pelte halinde hızla dağılabilen ve ne yapılırsa yapılsın kolayca söndürülemeyen yeni bombalarla sivilleri öldürme yöntemlerini eskiye oranla kat kat ileri götürdüler. Bu alanda teknolojik araştırmalara büyük yatırımlar yaptılar. Sivilleri kitleler halinde yakarak öldürmeyi başarı olarak değerlendirdiler.

1942 yılında, Almanya’ya esas olarak geceleyin ve meskûn bölgelere 37.000 ton bomba atıldı. 1943 yılında ise atılan bomba 200.000 tondu. Bu miktar önceki yıl atılan bombaların 5 katıydı[v]. İngiliz kraliyet hava kuvvetleri komutanlığının 5 Ekim 1942 tarihli bir belgesine göre, iki yılda 1 milyon 250 bin ton bomba atmayı planlamaktaydılar. Bununla 1 milyon sivilin öleceğini, 1 milyon insanın ciddi biçimde yaralanacağını ve 25 milyon kişinin de evsiz kalacağını umuyorlardı.

İngilizlerin sadece Hamburg’a yaptığı hava saldırıları, Almanların İngilizlerin tüm kentlerine yaptığı saldırılardan daha fazla can aldı. Tek bir gecede (24 Temmuz 1943), çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlı olmak üzere 50 bin insan atılan yangın bombalarıyla öldüler. Sirenler çalınca insanlar sığınaklara girdiler. Ama bombalar öyle hesaplanmıştı ki, sığınaklar duman doldu ve içeride oksijen tükendi. Hepsi öldüler. Çok küçük çocuklar, bir eserde yer verilen deyimle, “kızartılmış tavuklar gibi” yan yana ölmüştü. Cesetlerin birçoğu yok olmuş, her şey ince bir kül tabakasıyla kaplanmıştı. Sığınaklardan kaçabilenler yollarda öldüler. Ölülerin hepsi sanki canlarını kurtarabileceklermiş gibi, kollarıyla başlarını sarmış durumda yere yığılıp kalmışlardı. Bazı cesetler büzülmüş ve küçülmüş, bazıları ise şişmişti. Birçok ceset ise kömürleşmişti. Kafatasları şakaktan çatlamış ve beyinleri dışarı akmıştı. Zaten İngiliz ordusu yetkilileri, saldırının hedefinin “Alman şehirleri kadar halkını da yok etmek” olduğunu önceden ilan etmişlerdi. Savaşta kullanılan tüm bombaların yüzde 80’i son 10 ayda atıldı.

İngilizler, 13 Şubat 1945’de, Almanya’nın tarihi eserlerle ve sanat eseri koleksiyonlarıyla dolu kenti Dresten’e saldırdılar. Bombalar altında inleyen Dresden’de sıcaklık 800-1000C’ye fırladı. Yüz bin insan yakılarak öldürüldü. Biraz soluklanın ve felaketin boyutlarını şöyle bir düşünün! Aslında kesin sayı belli değildir; çünkü cesetleri birbirinden ayırmak imkânsızdı. Bombalamadan sonra nişanlısını aramaya çıkan bir kadın gördüğü manzarayı şöyle anlatıyor:

“Ölü, ölü, her yerde ölü. Bazıları tümden siyah, odun kömürü gibi. Bazıları hiç dokunulmamış, sanki uyuyorlarmış gibi uzanıyordu. Önlükleri içinde kadınlar, çocuklu kadınlar, sanki oldukları yere çöküp kalmış gibi tramvayda oturuyorlardı. Bazı enkazlardan kollar, kafalar, çatırdayan kafatasları çıkıyordu. İnsanların çoğu gövdelerinde büyük sarı ve kahverengi beneklerle sanki şişmişler gibi görünüyorlardı. Elbiseleri hala yanan insanlar… Bir ayna aradım ve kendimi tanıyamadım. Yüzüm kabarcıklarla doluydu… gözlerim dar kesiklerle…”

Annesini arayan bir kadın ise gördüklerini şöyle anlatıyor[vi] :

“İnsan parçaları dışında bir şey yok, kollar, ayaklar, kafalar, eller ve gövdeler, büyük kümeler halinde kürekle atılmış… Arkasından üzerlerine yakıt döküldü ve yakıldılar. Kamyonlar sürekli geliyor ve bu parçalanmış insanların çoğunu götürüyorlardı. Yürüyerek uzaklaşmaya gücüm yetmedi. Düşünebildiğim tek şey annemin bu tanınmaz hale gelmiş, berbat şeylerin içinde olabileceği oldu. Ailemden birine ait olabilir mi diye gözlerimi mıknatıslanmış gibi bu gövde parçalarına diktim…”

O zamanlara kadar İngilizler, Almanları hastanelere bomba atmakla suçluyordu. Kendileri Dresden’de bulunan 19 hastaneye ve civardaki bütün geçici hastanelere aynı anda saldırdılar. Bütün hastaneler, 4-8 tonluk bombaların (blockbuster) hedefi oldu. Kentin en büyük çocuk hastanesine makineli tüfek kullanan uçaklarla yapılan üst üste üç hücumda birçok bebek ve 45 hamile kadın öldü. Bütün sivil merkezlere hem yangın bombası atıyorlar hem de makineli tüfek atışı yapıyorlardı. Yangın bombaları patlamaya başlayınca yakındaki birçok insan kendini Elbe ırmağının sularına bıraktı. İngiliz ve Amerikan uçakları makineli tüfeklerde ırmakta yüzmeye ve batmamaya çalışan insanları öldürdüler. Hava hücumu yangın bombasıyla yapıldığından dolayı, ölenlerin erkek mi yoksa kadınolduklarını anlamak mümkün olmuyordu. Etraftan toplanan cesetler mezarlığa tahta çamaşır leğenleri içine doldurularak yığınlar halinde getiriliyordu. Bir keresinde, 32 cesedin tek bir leğen içinde getirildiğine dair bir kayıt vardır. Bunun yanında, on binlerce cesedin kimlik tespiti de yapılmaya çalışılarak toplanmasında zaman kaybı olduğundan ortalığı kesif bir koku kaplamıştı. Durum iyice tehlikeli bir hal alınca, geride kalan sığınaklara alev püskürtücülerle girildi ve karşılaşılan cesetler üzerlerine alev püskürtülerek bir kez daha yakıldılar. Hepsi küle döndü ve oldukları yerde bırakıldılar. Bunlar yağmurla ya da daha sonra yapılan inşaat çalışmaları sırasında toprağa karıştılar ve defin işlemleri böyle tamamlandı.

Kenya’da, Şam’da, Bağdat’ta, Fas’ta, Trablus’ta, Hindistan’da yangın bombaları sivil hedeflere atıldıktan sonra ortaya çıkan vahşet manzaralarına dair tanıklara dayanan raporlar elimizde yok. Ama oralarda neler olduğunu Avrupa’dan yapılan bu gibi gözlemlerle anlamak zor değil diye düşünüyoruz.

İngilizler, Yahudilerin gaz odalarında katledilmesi dolayısıyla her fırsatta Nazilere gönderme yaparlar. Şimdi internete girseniz, böyle sayısız belgeseli izlemek fırsatı bulursunuz. Ancak şu gerçek hiçbir zaman irdelenmemiştir: Eğer İngilizlerin ve Amerikalıların yeterince önem verdikleri bir konu olsaydı, terör bombardımanlarını pazarlık aracı olarak kullanıp henüz gaz odalarına sevk edilmemiş milyonlarca Yahudi’nin hayatını kurtarabilirlerdi. Oysa böyle yapmadılar, bütün enerjilerini ekonomik ve sivil Alman hedeflerini yok etmek için harcadılar. Zengin Yahudiler kendilerinden yanaydı, yoksullarına ne olursa olsundu. Bombalama ordusuna gönderilen 22 numaralı genelgede yazanlar durumu gayet açık olarak ortaya koyuyor[vii]:

“Düşmanın sivil halkının, özellikle sanayi işçilerinin maneviyatı üzerinde yoğunlaşmalı ve hedef noktaları tersaneler ve uçak inşa fabrikaları değil, meskûn bölgeler olmalıdır… Eğer halen anlaşılmadıysa, bu gayet açık olmalıdır.”

İngilizler birçok yerde savaş müzesi açtılar. Ama hiçbirinde, kendilerinin sivil hedefleri bombaladıklarının izi bile belli değildir. Sivillere yapılan amansız saldırılara dair en küçük bir ima dahi yoktur. Müzeler Almanların –onlar Naziler demeyi tercih ediyor, Germen ırkının olan bitenden tarih önünde mahkûm edilmesi istenmiyor– yaptığı sivil katliamlarına dair, sivil hedeflere yapılan vahşi saldırılara ait bilgilerle doludur. İkinci Dünya Savaşı’nı anlatan bütün belgesellerde her sahnede Nazilerin barbarlığına dair birçok söz sarf edilir. Müttefikler, o günlerden bu yana, insanlığı kurtaran cefakâr uygarlık koruyucuları olarak tanıtılır.

      __________________________________

       [ii] Sven Lindqvist, Bombalamanın Tarihi, paragraf 181

 [iii] Michael Walzer, Haklı Savaş/Haksız Savaş, sayfa 268

 [iv] Michael Walzer, Haklı Savaş/Haksız Savaş, sayfa 269

  [v] Lidell Hart, İkinci Dünya Savaşı Tarihi, sayfa 632

 [vi] Sven Lindqvist, Bombalamanın Tarihi, paragraf 215

[vii] Sven Lindqvist, Bombalamanın Tarihi, paragraf 194

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
150