Milliyetçilik duygusunun tesirleri
Emevi İdaresi zamanında birçok ülkelerin kısa bir zaman zarfında feshedildiğini ve muhtelif milletlerin İslam bayrağı altında toplandığını görmekteyiz muazzam imparatorluklarını kaybetmiş olan İranlılar eski saltanatlarını unutamıyorlar ellerinden kaçan devlet kuşunun yeniden hakim olması için Çareler arıyorlardı. Emevilerin bu konuda takip ettikleri yanlış politika iranlılarda olduğu kadar İslam'a henüz kabul etmiş olan diğer bazı Milletler'de de milliyetçilik duygusunun gelişmesine sebep olmuştur. Zira diğer unsurları İslam'ın kati suretle yasak etmesine rağmen Araplarla müsavi Yani eşit saymamışlardır. Gerek Arapları diğer milletlerden üstün sayıldığı çağlarda ve gerekse Araplarla öteki unsurlar arasında herhangi bir fark gözetilmediği devirlerde araplık davası güden kimselerce uydurulmuş hadisler vardır mesela Arapların İnsanların en hayırlısı olduğunu beyan eden ve Hz Peygamberin Arapça Kur'an-ı Kerim'in ve Cennet dininde Arapça olması sebebiyle Arapların sevilmesini emre'den hadisler bu kabildendir. Arapçayı meteden uydurma hadislerin imalcileri bunun yanında diğer dilleri yeren bir seriyi hazırlamayı da ihmal etmemişlerdir. Bunlardan birine göre Allah Teala lisanlar içinde en çok Farsça'dan nefret eder şeytanlar Huzistanlılar’ın dili ile, cehennemlikler Buharların diliyle, cennetlikler de Arapların dili ile konuşurlar. İranlılar da buna derhal cevap vermekten geri durmayacaklardır. Nitekim şu uydurma onun karşılığıdır “arşın etrafındaki melekler Farça Konuşurlar. Allah Teala içinde mülayemet bulunan bir şey vahiy edeceği vakit onu Farsça olarak vahyeder. İçinde şiddet bulunan bir şey vahiy edeceği zamanda onu Arapça olarak inzâl eder[1].
.
Bu bölümü şu cümlelerle noktalamak uygun olacaktır: Hz. Osman, Hz. Ömer tarafından sürekli uyarılan sahabeden Ebu Hureyre’ye Hz. Aişe “Sen ne kadar çok hadis rivayet ediyorsun öyle şeyler söylüyorsun ki biz onları Resulullahtan duymadık deyince. Ebu Hureyre ona şu cevabı vermişti “seni bundan alıkoyan ayna ve sürmelik idi. Bu hususta bana hiçbir şey engel olmamıştır”. Burada zikredildiği üzere ashabın muhtelif sebeplerle hadisi yanlış anladığı ve dolayısıyla içtihadında hata ettiği olmuştur. Bunun başlıca sebebi bir de hadisin baş tarafını veya son tarafını duyamamış olmalarıdır. Nitekim Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği “uğursuzluk evde, kadında ve kısraktadır” hadisini Hz. Aişe duyduğu zaman itiraz ederek şöyle demiştir: Ebu Hureyre bu hadisi hıfz edememiş Hz Peygamber “Allah Yahudilerin canını alsın. Onlar evde, kadında ve kısrakta uğursuzluk vardır derler” buyurduğu sırada içeri girmiş ve hadisin son tarafını duymuştur[2]. Bu örnek çarpıcıdır ve en çok hadis rivayet edenlerden birinin Ebu Hureyre olduğu düşünülürse mevzu hadis konusunun kökleri ashap dönemine kadar uzanmaktadır.
Namaz (Salat) Nedir?
Yaşar Nuri Öztürk Kur’an’da Temel Kavramlar isimli eserinde salâtı etraflı bir şekilde anlatmaktadır: Kur'an, bütün varlık ve oluşu bir dua faaliyeti olarak değerlendirmektedir. Bu faaliyetin Kur'an terminolojisinde çeşitli adları vardır. Bunlardan biri de salât olup Türk ve Fars dillerinde karşılığı namazdır. Salât, kelime anlamıyla dua demektir. Salât ayrıca af dilemek (istiğfar), rahmet, övgü, yüceltmek, tebrik etmek, desteklemek gibi anlamlar da taşıyor. Bu kelimenin İbranice'deki salüta (ibadethane) kelimesiyle ilgisi açıktır. Kur'an, bu salüta'yı salavat (22/40) ve musalla (2/125) şeklinde, çoğul olarak, ibadethaneler anlamında kullanıyor. Kur'an'ın eski peygamberlerin ümmetleri tarafından da uygulandığını haber verdiği salâtın şekli ve miktarı hakkında bilgimiz yoktur. Yalnız her ümmetin bir salât şekli olduğunu ve inanmayanların, müminlerle uğraşırken, onların salâtlarını tarih boyunca alay konusu yaptıklarını Kur'an bize haber veriyor. (bk. 5/58; 11/87; 31/17) Ragıb, şaheseri el-Müfredat'ın salat maddesinde şöyle demektedir: "Salat, aslı duadan ibaret olan ibadetin özel bir şeklidir. İbadetin bu adla anılması, bir şeyin ihtiva ettiği şeyle anılışı cinsindendir. Salât, bütün dinlerde, şekli ne olursa olsun, yer alan ibadetin bir görünümüdür." Salâtın müminlere bir görev olarak yüklenmiş bulunması ve şeklinin kısmen Kur'an ve kısmen de Hz. Peygamber tarafından gösterilmiş olması, onun, diğer zikir ve tespih faaliyetlerinden farklı olarak, belirli vakitlere bağlanmasını da gerekli kılmıştır. "Salat, müminler üzerine, vakti belirli bir emir olarak yazılmıştır." (Nisa, 103)[3]
Salât faaliyetinin vakte bağlanmış olması, bazı İslam bilginlerinin: “Namazın kazası olmaz, çünkü her gün aynı vakitler yeniden vücut bulmaktadır” sonucuna varmalarına neden olmuştur. Nitekim Kur'an oruçtan farklı olarak, namazın kazasından söz etmez, böyle bir düzenleme yapmaz. Kur'an'ın salât deyimini birçok yerde zekâtla birlikte anması onun Müslüman toplumun psikolojik boyutunu tutmakta olduğunu gösterir. Çünkü zekat, aynı toplumun sosyo-ekonomik boyutunu tutmaktadır. Bir dua faaliyeti olarak salât, evrendeki tespih faaliyetine şuurlu bir katılımıdır. Gerçekten de salât, İbn Arabi'nin de işaret ettiği gibi “Yatay, dikey ve kırık üç hareket şeklini birleştiren esrarlı bir ibadet biçimidir. O, varlığın Allah'ı anışının en tipik göstergesidir.” Her varlık fıtri tespih ve ibadetini kıyam, rükü, secde hallerinden yalnız biriyle yapar. İnsansa bu üç hali namazda birleştirerek toplayıcı bir ibadet sergiler. Kur'an, salatı vazgeçilmez dinsel öğelerden biri olarak tespit etmiştir. O bir seçkinler veya 'ruhaniler' yöntemi değildir. En coşkun ve eylemci mizaçlar kadar, en sessiz ve hareketsiz mizaçlar da onda nasibine bir yol bulur. Kur'an, onu duada bağırıp çağıranlarla, aşırı şekilde sessiz ve hareketsiz kalanlar arasında bir denge yolu olarak belirlerken bu evrensel gerçeğe dikkat çekmiş oluyor.
Salat, dua ve meditasyon sayesinde, üç boyutlu alemin baskılarından sıyrılıp duyular ötesi fezaya tırmanan ruha, bedeni de aynı yönde bir değişim geçirmeye iterek, büyük bir destek sağlamaktadır. Hintli bilgin Şah Veliyyullah Dehlevi'nin (ölm.1762) söylediği gibi' “Salat, ruhu meleküt alemine yükseltmektedir.” Dehlevi'nin vatandaşı çağdaş düşünür Muhammed İkbal (ölm. 1938), aynı gerçeği, u şekilde ifadeye koyuyor: "Salat, ruhun mekanik hayattan hürriyete kaçışıdır."[4]
Kur'an bize gösteriyor ki, kul Allah'a salâtta bulunduğu gibi, Allah da kula salat etmektedir. Bakara 157. ayet, müminler üzerine rabbin salâvatından bahsetmekte ve bu salâvatı rahmetle birleştirmektedir. O halde, musalli ( salât icra eden) sıfatı hem Allah'ın hem kulun sıfatı olur. Buna bağlı olarak, melekler de Allah ile birlikte, salât eden kula, mukabil salât haline girerler. Günlük hayatın sonsuza bağlı yanımızı ezen, hırpalayan şartlarla dolu atmosferinden ruhsal fezaya yükseliş, benliğimizi üst boyutlara çekerek iç dünyamızın arınmasına elbette ki yardım edecektir. Kur'an bu gerçeğe dikkat çekerken, şöyle diyor: "Kitap'tan sana vahyedileni oku! Namazı/duayı da yerine getir! Çünkü namaz/dua, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki Allah'ın zikri /Kur'an'ı daha büyüktür! Allah, neler yaptığınızı biliyor." (Ankebüt, 45) Burada dikkat çeken bir nokta da Kur'an okumanın salâttan daha üstün bir ibadet olduğudur. Gerçekten de Kur'an okumak, Kur'an'ın emrettiği ibadetlerin hem ilki hem de en büyüğüdür. Sonsuzluktan nasiplenen ruh, ölümlü ve iğretinin tahakküm oranını düşürerek ferdi ölümsüzlüğe uzanan çizgide güçlendirir. Salat, Araste'nin güzel deyişiyle, "alışılagelmiş hayattan gerçek hayata bir geçiş ve insanın kendini aşmasının en ideal yoludur." (Araste, Growth to Selfhood, 21-22) Kur'an, bu noktaya parmak basarken de öyle diyor: "Sabra ve namaza/duaya sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkusuz bu, kalbi ürperti duyanlardan başkasına çok ağır gelir." (Bakara, 45, 153) Salat, tüm varlığın dua ve ibadet tavrının ortak ifadesidir. Bu demektir ki salat, yüzlerce, binlerce, milyonlarca hatta milyarlarca renk-desen ve yöntem arz eder. Namaz kelimesiyle ifade edilip kılınan ise salatın çok özel bir şeklidir. Bu özel şekil tüm niyaz ve dua faaliyetlerini bir araya getiren 'toplayıcı bir ibadet' olarak dikkat çekmektedir. Dinin, Allah'ı yüceltmek ve anmak için öngördüğü tüm davranış ve düşünceler namazda ahenkli bir bütün haline getirilmiştir. Ancak unutmamak gerekir ki, bu ahenkli bütünün, belli zorunluluklar altında belli kısımlarının dışta tutulması, yapılan işin salat olmasını engellemez. Fıkıh deyimleriyle ifade edersek, salatın esas ve değişmez rüknü (omurgası), Taha suresi 14. ayette ifade edilen özdür. Cenabı Hak bu öze dikkat çekerken öyle buyuruyor[5]:
"Namazı, beni anmak için kıl!" Allah'ı anma varsa, salat var demektir. Öteki rükünler, zait (artı, gerektiğinde olmayabilecek) rükünlerdir. İmamı Azam'a göre, kıraat (namazda Kur'an'dan belli bir bölümün okunması) da zait bir rükündür. Zait rükünlerin özelliği şudur ki, şartlar ve mazeretler onların yerine başka şeylerin ikame edilmesini (geçirilmesini) gerekli kılabilir ve bu, dinen sakıncalı olmaz. Birçok varlık, bizim kıldığımız salatın onda, yüzde, belki binde birini salat edinmiştir. Onların yaptıkları da salattır. Bize özel salat halinin de insan hayatında, imkânlara, mekanlara, zamanlara, şartlara göre onlarca icra şekli söz konusu olabilir, olmalıdır. İslam'ın tüm zamanlara ve coğrafyalara hitap eden bir din oluşunun kaçınılmaz sonuçlarından biri de budur. Kur'an'ı dikkatle okuyanlar bu söylediklerimizin ayrıntılarını yakından tanıyabilirler. Örneğin Kur'an, binek üstünde veya yürüyerek namaz kılmaktan söz etmektedir. (2/239) Böyle bir namazda en azından rükü ve secdenin olmayacağı, olamayacağı açıktır. Oysaki fıkıh, rükü ve secdeyi namazın olmazsa olmazları arasında göstermektedir. Ve bu doğrudur. Ama bu, normal ve rahat şartlara göre böyledir.
Namaz, Allah ile insanın temel diyalogu olarak, her şart ve durumda kılınmalı, korunmalıdır. Bu böyle olduğu içindir ki Kur'an bazı hallerde secdesiz ve rükusuz namaz kılmaya da izin vermektedir. Böyle bir namaz da salat cümlesindendir. Ne var ki mazeret haline uyarlanmış bir salattır .. Unutulmasın ki bu uyarlamanın kapısını bizzat Kur'an açmaktadır. Bundan doğal ne olabilir? İnsana şahdamarından daha yakın olan Yüce Allah (Kaf, 16) sadece belirli şekillerde eğilip kalkanların niyazını duyup ötekileri huzurundan kovacak değil ya! .. İbadette, o arada namazda, mükemmellik şartlarıyla yeterlilik şartlarını birbirine katmak son derece yanlı ve zararlı bir yaklaşımdır. Özetlersek, geleneksel fıkhın anlattığı salat, Kur'an'ın anlattığı geniş salatın belli bir uygulanışıdır. Bu uygulanışın en güzeli ve en mükemmeli verdiğine bir itiraz olamaz; ancak salatın bu anlatılan dışında bir şeklinin ve icrasının mümkün bulunmadığını söylemek, akıl ve din dışıdır. Böyle bir iddianın dine ve insana, hizmetten çok zarar getireceği ise açıktır. Çünkü böyle bir iddia, Kur'an'ın evrensel tebliğinin temel unsurlarından biri olan salatı uygulanamaz hale sokarak evrenselliği zedelemekte ve sonuçta insana da dine de zarar vermektedir[6].
Prof. Dr. Gazi Özdemir’de, Oku Konularına Göre Kur’an Ayetleri isimli eserinde Salat hakkında geniş bilgiler vermektedir:
SALAT: Müzzemmil-20, Maun-5, 7, Kıyamet-31, A'raf-170 (Yahudilere), Meryem-31 (Hristiyanlara), İsra-78, 110, Hud-87, En'am-162, Müminun-2-4, 9, Mearic-22, Ankebud-45, Bakara-43, 238-239, Nisa-101, 142, Hac-77, Maide-6, Tövbe-54, "Salat" kelimesi, başlıca; sosyal yardım toplantıları, faaliyetleri yapmak ve sosyal yardım kurumları, eğitim okulları, toplantı salonları, kongre merkezleri, kurslar, vakıflar, dernekler, aş evleri vs kurmak (Bk. 'Alak-10, Müzzemmil-20, Ahzab-56, Hac-77, Maide-66, Tövbe-l03)" gibi temel anlamı olan bir kelimedir. İşte "cihad etmenin gerçek anlamı" da budur. Farklı olarak Hud-87'nci ayette salat kelimesi "Din" anlamında da kullanılmıştır. Bu paralelde İran'lı şair Sadi, şu sözü söylemiştir: gidilecek yol Halka hizmetten başka bir şey değildir. Tespihe, seccadeye ve yamalı cüppeye değildir". Bu temelde, salat kelimesine "Sosyal yardımlaşma, dayanışma, birbirine destek olma, toplantılarına katılmak, bu amaçla kurumlar oluşturmak şeklinde anlam verilmektedir. Çünkü Allah, grup veya en ideali tüm insan nesli şeklinde tekamül etmeyi başarmamız istenmektedir. Buradaki amaç, ortak bir hedefte bir araya gelen bir grubun Birleşik düşünce gücü oluşturması olmaktadır. Kur' an' da çoğunlukla salat kelimesi zekat kelimesi ile birlikte kullanılmaktadır ki bu ikili ifade, "Sosyal yardımlaşma faaliyetleri ve bunları maddi olarak desteklemek anlamında olmaktadırlar. Hz. Muhammed'e inananların sayısı arttıkça önce evlerde gizli toplanılırken, sonraları Mescit / secde edilen yerde açıkça ve belirlenen bir binada toplanılır olmuştur. Halife Ömer'in 639 yılında Kudüs 'teki bir kiliseyi Mescid'e çevirmesi ile birlikte bu binaya Cami, yani toplanma yeri denmiştir. Buradaki toplantılar özellikle sosyal dayanışma ve yardımlaşma, sosyal sorunları tartışıp çözümleme yanında Kur'an'ın inen sure ve ayetlerini ezberletme ve eğitim amaçlı yapılmıştır. Sonraları da bazen Namaz dediğimiz toplu dua etmeler de eklenmiştir. Ancak Halife Osman'dan başlamak üzere salat toplantıları önce Kur'an eğitimi ve Namaz uygulamalarına, Muaviye ile başlamak evlerinde uygulanmakta olduğunu söylenebilir[7].
Salat kelimesi, çoğu meallerde sadece "namaz" anlamında kullanılmıştır. Bu kullanılış ise, meallerde tek ve dar anlamıyla olan namaz kelimesinin sık sık geçmesine ve namazın sanki ilk ibadet etme yöntemi olduğu yanılgısına neden olmaktadır. Halbuki A'raf-206, Cin- 18, Furkan- 4, Hac 26, 77 ve Tevbe-112'nci ayetlerde namaz kelimesi kıyam, rüku ve secde üçlüsü, ikilisi veya teklisi şeklinde, A'raf-55, 205, En'am-42, 43 ve 63'te "Tadarruan-Gövdeyi gittikçe ön eğerek şekilli dua olarak da tanımlanmıştır ve salat ile ibad etme kelimelerinden de ayrı kullanılmıştır. Çünkü namaz, nüsuk diye tanımlanan şekilsel dua ritüellerinden biridir ve En'am-162'nci ayette, salat kelimesinden ayrı yer almıştır ( Nüsuklar: Namaz, Oruç ve Hac). Müzzemmil-20'nci ayette salat kelimesi ile Kur'an'ı öğrenme ifadesi de ayrı belirtilmişlerdir. Bu nedenle de salat kelimesi, "Sosyal dayanışma / yardımlaşma toplantıları ve bu toplumsal faaliyetleri yerine getirin (bazen namazlı ve / veya Kur'an eğitimli)" ifadesi kullanılmıştır. "Salat-ıl Vusta" ifadesi ise Sosyal faaliyetlerde bulunmak + Kur'an Eğitiminde bulunmak ve Namaz kılmak şeklinde 3’lü işlemi bir arada yapmak üzere toplanmak demektir diye düşünülmelidir. "Ekimus salate" ifadesi de Sosyal dayanışma ve yardımlaşma kurumları (Okul, toplantı salonları, kongre merkezi, Dernek, Vakıf, Yaşlı Huzur Evleri, Aş evleri, sığınma evleri gibi) oluşturmak ve devamlı kılmak anlamındadır. Salat faaliyetleri sayesinde toplumda olumsuzluklar engellenebilmekte, eğitim, sosyal destek ve güvence sağlandığından suç oranı çok aza indirilmektedir. Bu nedenle de salat dinin direği olmaktadır.
Salli ve Salavat kelimeleri ise Kur'an' da sadece "Destek olmak, yardım etmek, yolunda olmak" anlamlarında kullanılmıştır. Salat ile ilgili aşağıdaki ayetlerde ayrıca; Salat'a, temiz olmak üzere abdest ile başlanılması gerektiği, (Maide-6), engel olunmaması gerektiği (Maun-7), sadece Allah rızası için yapılması (Maun-7 ve Müminun-2-4), aşırılık ve yanlıştan (Fahşa ve münkerden) koruyacağı (Ankebud-45), bağırmadan, gösterişe ve riyaya kaçmadan yapılması gerektiği, orucun kazası olduğu halde salatın ve namazın kazasının olmadığı, salatın ibad etme , ruku-secde denilen namazdan ayrı olduğunun belirtildiği (Bakara-43, Hac- 77,Maide-55, Tövbe-112), Kur'an okumaktan ayrı ve önce olduğu (İsra-78), şekilsel ibad etme yöntemleri olan nüsuklardan da ayrı olduğu (En' am-162) Hıristiyanlar (Meryem-31) ile (Meryem-55) ile İsmail'e ve (A'raf-170, Taha-14, Yunus-87, Bakara-83) ile de Yahudilere önerildiği açıklanmıştır, Yine Hud-87' nci ayette salat kelimesi "Din" anlamında kullanılmıştır. 'Alak-10. Salla üzere olan /dini tebliğ eden ve yardım etmeye çalışan Alllah'ın kulu elçiyi engellemeye çalışanı[8]”. *Burada Hz. Muhammed'e "çünkü Sen de böylesi engelleyiciler ile karşılaşacaksın" uyarısı yapılmaktadır. *Değinilen engelleyiciler, daha önce gönderilen peygamberleri red eden ve Allah'ın tekliğine inanmayıp şirk koşarak küfre sapmış olan kişilerdir. Dolayısıyla bu ayette de, Hz. Muhammed'e, yine kendisini engelleyici benzer kişilerin olacağı uyarısı yapılmaktadır.
.....
Yazının devamı için tıklayınız
.....
________________________________________
[1] M. Yaşar Kandemir,a. g. e., s. 50.
[2] M. Yaşar Kandemir,a. g. e., s. 99-100.
[3] Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an’ın Temel Kavramları, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul, 2012, s. 218.
[4] Yaşar Nuri Öztürk, a. g. e., s. 219.
[5] Yaşar Nuri Öztürk, a. g. e., s. 220.
[6] Yaşar Nuri Öztürk, a. g. e., s. 221-222.
[7] Prof. Dr. Gazi Özdemir, Oku Konularına Göre Kur’an Ayetleri, Şira Yayınları, İst., 2021, s.840
[8] Prof. Dr. Gazi Özdemir, a. g. e., s. 841.




