Kişisel gelişimin önündeki engeller!
Üçüncü dünya ülkelerinin daha da önemlisi İslam toplumlarının içinde bulunduğu onulmaz derdidir aslında.
Eğitim sistemindeki açmazları bir yana bırakacak olursak kişisel gelişimin önündeki engeller bireyde "itaat kültürü" ile ailede başlar ve gelişir.
Çocuk annesi babası ve diğer aile fertlerinin davranışlarını kopya eder. Çocuğun büyüklerinin uyarı ve talepleri de tabiki çocuklar için eğitici öğretici, UFUK AÇICI olmalıdır.. Nasihatin UFUK açıcı olup olmadığının çoğunlukla farkında olmadan süreç gelişir. Bu süreç aile içinde çocuk için önemli ve gerekli bir süreçtir.
"Alıştırılmış itaat" ile şekillenmiş insanlar Siyasi parti liderliği veya mensubiyet duyduğu herhangi bir yapı ya da itaatte sorun ve rahatsızlık duymazlar. O kadar kanıksanmıştır ki insan, düşüncesi ve becerisine pranga vurulduğunu anlamaz!
Siyasi parti liderliğine itaat daha sağa daha geleneksel yapıya yaklaştıkça daha etkindir.
Ve itaat silsile takip ettiği için süreç otomatik olarak en üstten en alta silsile ile uygulanırken itaat edenlere kendi altındakiler de itaat etmek durumunda olacağı için sürecin işleyiş ve kontrolü adeta otomatik olarak yapılır ve sürecin bütün aşamasında yer alan aktörler durumdan memnundurlar.
Daha sağ da daha dindar yapılar da siyasi parti de olsa MUTLAK İTAAT dini vecibe gibi sunulur ve uyanlar dini vecibeyi yerine getirmenin huzurunu yaşarlar.
"Görev istenmez verilir" inandırılmış hegemonik kural liderliğin başını ağrıtmayacak vasıflı veya vasıfsız sığ şahısları ya da kimi isterlerse ona görev alanı açan, inandırılan kesimde ise rahatsızlık olsa da "inandırılmış kural" olduğu için kimse sesini çıkarmaz. Ayrıca en üstten en alta görev tevdi edenlere oldukça geniş alan açar. O bakımdan da herkes ürettikleri kuralın keyfini çıkarır.
"Sizden olan emirlere itaat ediniz" ilkesi kimse tarafından sorgulanmaz! Kime ne için itaat edilecektir ucu açıktır.
Liderler kuralın keyfini çıkarsa da BAŞARININ ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL OLDUĞU TARTIŞMASIZ GERÇEKTİR.
Halk kitlelerine en tesirli ve yaygın olanı "intisaplı" bir kişinin "Bir mevtanın gassala (cenaze yıkayıcısı) teslim olduğu gibi teslim olmak" gibi akıl almaz inanış ve nasihatler yaygındır. Hangi gerekçe ve delille böyle bir itikat yaygınlaşmıştır? İşte buna benzer sebeplerle birtakım sapkın tarikat ve cemaatler hiç sorgulamadan kabul ediliyor. Sonucunda ise; birisi çocuk tacizcisi bir diğeri "sahibüzzaman/zamanın sahibi" olarak ortaya çıkıyor. Oysa zamanın ve kâinatın bir sahibi var o da yaratıcı olan Allah'tır. Sonrasında ise; "bir kimse hayatı boyunca hangi kebair günahı işlese MÜSLÜMAN olmasa da ölmeden önce "La ihahe illallah" dese “yallah cennete" demesini cemaati ise hiç düşünmeden aşka gelip ağlaşırlar! Hiçbirisi akletmiyor ki sadece LA İLAHE İLLLAH demek yetmez! "Muhammedün resulAllah" demek, peygamberlerine, kitaplarına, meleklerine, hayrın ve şerrin Allah'tan geldiğine, hesap gününün varlığına iman etmek gerekir. Sadece la ilahe illalah demeyi yeterli görmek Kur'an'a ve Peygamberimize iman etmeye yani MÜSLÜMAN olmaya gerek yok! demektir. Sorgulamadan "BİR HİKMETİ VARDIR ZUHURAT OLMUŞ" öğretisi ile işte böyle bir söz için yüksek sesle ağlayan kitlelerin teslimiyeti sonucunda parçalanmanın yıkılmanın eşiğinden dönen vatan olur!
Oysa gerçek tasavvufi hayat "erdemli insan" olmak, "insan'ı kamil'e" ulaşmanın vesilesi olmalı.
Mutlak itaat inanan insan için ancak Allah'ın emirleri içindir. Peygamberimiz hendek savaşında savaş taktikleri önerdi. Sahabeler kendisine "ey Allah'ın rasülü bu Allah'ın emri mi? Yoksa!.. sizin sözünüz mü?” diye sordu. Peygamberimiz kendi sözü olduğunu söyleyince "o halde bu konuyu Selmân-ı Fârisî’ daha iyi bilir ona da soralım dediler. Bu tekilifi Hz. Muhammed (SAV) kabul etti. Selmân-ı Fârisî’nin de fikri alınarak hendek kazılması teklifi böyle kabul edilmiş oldu.
Peygamberimiz işin ehline müracaat ederek kendisine de mutlak itaatin şart olmadığını bizzat göstermiştir.
"MUTLAK DOĞRU" ve “MUTLAK SINIR” sadece değiştirilemez ilahi emirler için geçerlidir.
Bizim yanlış bulduğumuz “BEŞERİ MUTLAK DOĞRU ve MUTLAK SINIR" kabulünedir. Mutlak sınır koymak bir insanın kendisi için üretebileceği ÇELİK KAFESTEN başka birşey değildir.
Mutlak doğru kabulü "ALTERNATİFSİZLİK" demektir ki bu da gelişmenin, fikir üretmenin önünü tıkar.
Yukarda ifade ettiğim bu yapıların dışında kalmayı başaranların genellikle her alanda daha üretken daha başarılı oldukları gözlemlenmektedir.
Bırakınız FİKRİ HÜR VİCDANI HÜR gelişmeye ve bilgi toplumuna açık nesiller yetişsin.
Kendinizin örnek almasını ve sizin ufkunuzla düşünmesini istediğiniz çocuklarınız sizin taklitçileriniz olmamalıdır.
İTAAT KÜLTÜRÜ ve İNSANA OLAĞANÜSTÜ GÜÇ VE DEĞER izafe etmek, insan gelişiminin önündeki en büyük engellerdendir.
Gençler! kimseye olağan üstü misyon yüklemeyin. Dininizi kaynağından öğrenin ve bazılarının "Din" adına anlatıkları hurafelere asla itibar etmeyin! Ünlü namlı olduklarına bakmayın, unutmayın onlarda insan. Onların da hataları ve sevapları var ve kimseye peşin hükümle yaklaşmayınız. Kendinizi başkalarına inandırmak, beğendirmek zorunda değilsiniz HÜR DÜŞÜNCE bununla başlar!
Hiçbir siyasi görüş ve hiçbir ideolojik görüş sizin ufkunuzu daraltmasın. Geçmişe takılmadan sadece dersler çıkarmalı, takılıp kalmamalısınız.
İslam coğrafyası zulüm altında inim inim inliyor.
Doğu Türkistan da Çin zulmü altındaki Uygur kardeşlerimiz, Arakan'da Müslüman kardeşlerimiz, Filistin'de İsrail zulmü altındaki kardeşlerimiz hasılı dünyada mazlumların umudusunuz bu umudu boşa çıkarmamalısınız! Sorumluluk kuşanmalı ve insanlığı içinde bulunduğu buhrandan kurtarmalısınız. Bu da sizden öncekileri taklitle olmaz! Taklit ettiklerinizin hali başarısı ortada!
Geleceğin inşası sizin elinizle olacak!
Fikri hür vicdanı hür gelecek nesiller temennisiyle...
Vesselam..