TÜSİAD: "Reel sektörün finansman sorunu çözülmezse, sorun bankacılık ve kamu sektörüne sıçrar"

BURSA ARENA / Haber Merkezi

TÜSİAD 49. Genel Kurul toplantısı 20.02.2019 günü gerçekleştirildi.

Toplantının açılış konuşmaları TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay ÖZİLHAN ile TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Erol BİLECİK tarafından yapıldı.

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan yaptığı etkili konuşmasında, "Reel sektörün finansman sorunu çözülmezse sorun bankacılık ve finans sektörüne sıçrar, derin sorunlar böyle çıkar" dedi.

TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, kısa vadeli çözümler yerine kalıcı adımlar atılması gerektiğini, ekonomide kırılganlık yaratan nedenler tedavi edilmezse sorunların tekrarlayacağını söyledi.

 Özilhan'ın konuşmasından özetlersek;

"Son yıllarda yapılan tüm seçimlerde olduğu gibi bir kez daha önemi aşırı vurgulanan bir seçim dönemine girdik. Yerel yöneticilerimizi seçeceğimiz bu seçimlerin ülkemiz için bir beka sorunu olduğu görüşüne rağmen, heyecan dozu oldukça düşük bir seçim süreci yaşıyoruz. Bu gözlem, seçimlere katılım oranının bu kez oldukça düşeceği öngörüleri ile de örtüşüyor.

Yaklaşık 10 yıldan beri sürekli olarak siyasi hayatımızda yüksek adrenalin ile yaşıyoruz. Heyecan ve korku durumunda salgılanan adrenalin bünyeyi acil harekete hazırlar. Kısa bir süre için insanın gücünü artırır ve acıyı hissetmemesini sağlar. Ancak adrenalin insanı beslemez, iyileştirmez, tersine uzun süre maruz kalındığında yıpratır, sorunlara yol açar. Toplum olarak sürekli yüksek adrenalinden yorgun düştük; artık kavga etmek yerine, sakinliğe, huzura, geleceğimizden, umutlarımızdan, hayallerimizden konuşmaya ihtiyacımız var. Seçmen iradesinin bir kez daha tecelli edeceği ve bazı belediyelerimizin uzun süreden sonra seçilmiş yöneticilerine kavuşacağı seçimlerin birinci maddesi yerel kalkınma olmalı.  

Ekonomideki sorunların halkın gözündeki ağırlığının giderek arttığı bir ortamda yerel yöneticilerden beklentimiz yerel kalkınma vizyonlarını seçmenle paylaşmaları, yerelde refah artışını nasıl sağlayacaklarını, vatandaşın yaşam standardını bir seferlik desteklerle değil kalıcı olarak nasıl arttıracaklarını ortaya koymaları. Değerli konuklar, Yerel seçimlerde pek tartışma fırsatı bulamadığımız konulardan birisi de bölgeler arasındaki ekonomik ve toplumsal gelişmişlik farklılıkları. Bölgelerarası gelir eşitsizliğindeki iyileşmelere rağmen zengin bölgelerde ortalama gelir yoksul bölgelerin üç katı. Ağırlaşan makroekonomik sorunlar arasında fırsat bulup konuşamıyoruz ama, yerel kalkınma çok ciddi bir meselemiz. Bölgesel kalkınma farklılıklarını gidermek için yerel aktörlerin dahil edileceği katılımcı bir yönetişim sistemine duyduğumuz ihtiyaç her geçen gün daha da ortaya çıkıyor. 780 bin kilometrekarelik topraklarımızı sadece Ankara’dan bakarak yönetmek mümkün değil. Merkezi karar alma ve uygulamanın eskisine oranla çok kuvvetli bir hale geldiği yeni Cumhurbaşkanlığı modelinde, sistemin düzgün çalışması, merkezde keskin bir güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı olduğu kadar, yerelliğin dikkate alınmasına bağlı. Yerel kalkınmada geçmişte yapılmış olan hataların sonuçlarını bugün gıda enflasyonundan işsizliğe, çevre kirliliğinden kentleşmeye, birçok alanda görüyoruz. Uzunca bir süredir gündemde olan gıda enflasyonu bu seçimlerde de en öne çıkan konulardan birisi oldu. Bazı gıda ürünlerinin fiyatlarında meydana gelen çok yüksek artışlarda, iklim koşullarının bir etkisi olduğunu kabul etsek dahi, gıda fiyatlarının 10 yıldan beri enflasyonun üzerinde seyrediyor olması, meselenin hava koşullarından ibaret olmadığını ortaya koyuyor. 2007’den 2018’e dünyada gıda fiyatlarındaki artış sadece %10 olmuş. Ülkemizde ise %200. Gıda fiyatları uzunca bir süredir tüketici fiyatlarından çok daha hızlı artıyor. Bu durum meselenin yıllar içinde iyice ağırlaşmış olan yapısal boyutuna işaret ediyor. Kaldı ki olumsuz hava koşullarını da bu seneye özgü arızi meseleler olarak görmek büyük bir hata olur. İklim değişikliği Türkiye’yi de etkilemeye başlayan çok ciddi bir konu. Maalesef bu konu da Türkiye gündeminde hak ettiği önemi bulamıyor.

Günümüzde ölçek ekonomisinin geçerli olmadığı hiç bir üretim faaliyeti yok. Ancak, arazilerin parçalı yapısı, Türkiye tarımının en önemli sorunu. Bu durum, tarımda verimliliğin önünde çok ciddi bir engel. Arazisi olanın da sermayesi yok. Demek ki, küçük tarım arazileri ve küçük çiftçilikle, ölçek ekonomisinden nasıl yararlanacağımızın yollarını arayıp bulmalıyız. Aksi halde, verimsizliğin ve pahalılığın önüne geçemeyiz. Türkiye koşullarında bunun yolu, çiftçilerin havza ve ürün bazında kooperatifler biçiminde örgütlenmesinden geçiyor. Kooperatifler sayesinde küçük üreticiler, traktör, sulama, gübre, pazarlama, satış, eğitim gibi birçok alanda güçlerini birleştirirse, tarım ve hayvancılığımız bugünden çok farklı bir noktaya gelir. Fransa, İsviçre, ABD gibi ülkelerde olduğu gibi, ülkemizde de kooperatifçiliği geliştirmeliyiz. Hali hazırda çok iyi çalışan birkaç kooperatifimiz var. Bu modeli geliştirmemiz ve tüm ülkeye yaymamız gerekiyor. Bu sayede hem çiftçimizin yüzü güler, hem köylerin terkedilmesinin ve çarpık kentleşmenin önüne geçilir, hem de gıda enflasyonu sorunu ortadan kalkar. Türkiye’nin gıda, içecek, tarım ve hayvancılık sektörlerinde verimlilik ve katma değeri artırmak için yapması gerekenlerin başında kurumlar arası koordinasyonun sağlanması geliyor.  

Mazottan gübreye, tarımsal ilaçlardan lojistiğe, üretimden hallere ve perakende satış mağazalarına kadar birçok alan söz konusu. Bir ürünün teşvik edilmesi, alternatiflerin üretilmemesi demek. Bu nedenle, tarım politikalarının belirlenmesi ve uygulanmasına bütüncül bakmak, her bir katmanı dikkate almak, hem yereli hem ulusal ölçeği aynı anda gözetmek çok önemli. . 2008 krizinden bu yana düşük seyreden ekonomik büyüme, yaygın işsizlik ve refahın gerilemesi sonucunda dünyada popülizm güç kazanıyor. Milliyetçi retoriği kullanan, korumacılığı ve içe kapanmayı savunan siyasi partiler birçok ülkede prim yapıyor. İngiltere örneğinde gördüğümüz gibi, siyasi ve sosyal iklimdeki değişime etkili bir cevap üretme kapasitesinin olmaması, belirsizlik ve istikrarsızlığı artırıyor. Küresel güç dengesi, hızla batıdan doğuya doğru kayıyor.

Türkiye’nin istikrarı AB için, AB’nin desteği de Türkiye için önemli. Ekonomik olarak zor duruma düştüğümüzde Avrupa Birliğinden aldığımız destek mesajları, ilişkilerin karşılıklı doğasının bir göstergesi. Bu istikrarsızlıklar ve belirsizliklerle dolu küresel ortamda yapmamız gereken kendi bünyemizi kuvvetlendirmek. Ekonomik, toplumsal, siyasi ve askeri olarak güçlü olmak için kendi kaynaklarımıza daha fazla önem vermemiz gerekiyor. Küresel planda yaygınlaşan popülist ve korumacı eğilimler karşısında, ekonomimizi ara malı, sermaye malı ve finansmanda dışa bağımlılıktan kurtarmak, en önemli önceliğimiz olmalı. Ekonomide geçen Ağustos ayında zirve yapmış olan yangının ateşi düştü. Kurlar, faiz oranları ve enflasyon, zirve noktalarından aşağı indiler. Dış ticaret açığı ve cari açık daralıyor. Ne kadar devam edeceğini bilmesek de, bunlar olumlu gelişmeler. Buna karşılık üretim daralıyor, satışlar düşüyor, yeni istihdam yaratılamıyor ve işsizlik artıyor. Genel tablonun özeti: kısmi iyileşmeye rağmen ekonomide kırılganlıkları yaratan nedenler devam ediyor. Sadece ârazları hafifletmeyle yetinip, bunlara yol açan nedenler tedavi edilmezse, bugün değilse yarın, aynı hastalıkların nüksetmesi kaçınılmaz olur. Maliye ve ekonomi kadroları, bozulan dengeleri yeniden eski yerlerine oturtmak için var güçleriyle çalışıyor; hükümetimiz ekonomik zorluklarla mücadele için paket üzerine paket açıklıyor. Kamu bankaları kaynaklı ucuz krediler, KOBİ’lere sağlanan KGF destekleri, başka bankalardan alınan kredi kartlarının, bireysel kredi borçlarının ve ihtiyaç kredilerinin yapılandırılması, hal baskınları, fiyat denetimleri, tanzim satış mağazalarının yeniden açılması, sayısı giderek artan sektörde KDV indirimleri, futbol kulüplerinin borçlarının yapılandırılması… Bu önlemlerin ortak özelliği kısa sürede sonuç alma hedefi taşımaları. Oysa yapısal sorunlar, palyatif önlemlerle çözülmez. Daha önce de çözülmedi, başka ülkelerde de çözülmedi, şimdi de çözülmez. Çünkü bu bir matematik hesap meselesidir. Durum, Çinlilerin “susuzluğu gidermek için zehir içilmez” atasözünü akla getiriyor.

Kredi yeniden yapılandırmaları ve buna karşılık devam eden ve sektörden sektöre yayılan konkordatolar ve iflaslar, ciddi bir finansman sorununun tezahürleri. Yapısal önlemler alınmadan yapılan uygulamalar, bir sonraki dönemde sorunun daha da ağırlaşarak geri dönmesine yol açar. Reel sektörün finansman sorunu çözülmezse, sorun bankacılık ve kamu sektörüne sıçrar. Derin finansal krizler böyle gelişir. Bu nedenle, bugün uygulanan önlemlerin mutlaka uzun vadede üretimi ve tasarrufları artıracak, dış ticaret açığını azaltacak, mali disiplini pekiştirecek bir programla desteklenmesi gerekiyor. Bu programın, küresel düzlemde popülist hükümetlerin piyasa ekonomisiyle uyuşmayan uygulamalarına prim vermeden, liberal ekonomi ilkeleri doğrultusunda uygulanması gerektiğini de unutmamak lazım. Son birkaç yüzyılın tarihi, demokratikleşmenin, küresel sahnede, dalgalar ve geri çekilmelerle ilerlediğini gösteriyor. Demokratikleşme dalgaları da, ters yönde gelişmeler de, ülkeler arasında bulaşıcı oluyor. 2008 krizinden bu yana, dünyada bir içine kapanma ve otoriterleşme rüzgârının estiği açık. Ancak bu rüzgârın kalıcı olması söz konusu olamaz. Dünya tarihi, insanların ve milletlerin kaderlerine sahip çıktığını, toplumların demokratikleşme eğiliminde olduğunu söyler. Bu eğilimler hesaba katılırsa, bugünkü korumacı ve popülist dalganın önümüzdeki yıllarda yerini yeni bir demokratikleşme dalgasına bırakacağını söyleyebiliriz. Dolayısıyla, bugüne baktığımızda, yapmamız gereken, bu geçici rüzgarlara kapılmadan politikalarımızı demokratikleşme ve piyasa ekonomisi kuralları içinde, uzun vadeli sürdürülebilir hedefler doğrultusunda belirlemek..."

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.