Mustafa Kemal Atatürk'ün Cumhuriyet ilan edilmeden önce Türk Milletinin Cumhuriyeti anlaması ve hazırlanması açısından bir dizi yurt içi yolculuklar yapmış ve bu yolculuklarda düşüncelerini hem yöneticilerle hem de halkla paylaşmıştır. 1923 yılı Eskişehir konuşmalarındaki şu satırlar onun millî hâkimiyete vermiş olduğu önemi değerlendirmemiz açısından çok çarpıcıdır.

Yer: Eskişehir Adliyesidir.

Mecelle hakkında Hakim Cevdet Beyle (Bidayet Reisi) yaptığı konuşma Ahmet Cevdet Paşa’nın Mecellesi (Osmanlı Modernleşme Dönemi Hukuk Eseri) üzerinedir:

“Bidayet Reisi: Bendeniz hukuki fikrimi arz edeyim. Malumu âliniz, Cevdet Pa­şa’nın Mecelle'si memleketimizde tatbik ediliyor ve bunun esası fıkıh hükümlerimiz­den ve şeriattan alınmıştır.

Gazi Mustafa Kemal Paşa: Cevdet Paşa Mecellesi'nden, Mecelle’nin fıkıh hüküm­leri esaslarına dayandığından bahsediyorsunuz, en ziyade dayandığı esas kural nedir?

Bidayet Reisi (Devamla): Kuranı Kerim'dir

Gazi Mustafa Kemal Paşa: Cevabınızı kolaylaştırayım, zaman ile hükümlerin de­ğişmesi...”[1]

Burada Mustafa Kemal Paşa Mecelle’nin zaman değişince hükümlerin değişeceğini hatırlatması görülmektedir. Çünkü Atatürk sadece Mecelle değil tarihte hazırlanmış birçok hukuk sistemine hâkim asker, aydın ve lider bir kişiliktir. Mecelle’nin 39. Maddesi: Ezmanın tagayyürü ile ahkâm’ın tagayyürü inkâr olunamaz (Zamanın değişmesiyle hükümlerin de değişmesi inkâr olunamaz)[2] şeklindedir.

“Kanunların Değiştirilmesi Lüzumu

Bidayet Reisi (Devamla): Evet efendim, zamanın değişmesi ile hükümlerin değiş­mesi inkâr edilemez. Mecelle yapılırken o zaman için insanların işlerine en uygun olanlar konulmuş. Hâlbuki gitgide ihtiyaç başkalaşmıştır ve bu ihtiyaçlar eldeki esaslar ile tatmin olunamıyor. En mühim meseleler eldeki kanunların çok dar olma­sından ve hâkimlerin mevcut kanunla iş görmesi mecburiyetinden ve kanunların da ihtiyaçlara kâfi bulunmamasından doğmaktadır.

Gazi Mustafa Kemal Paşa: Ne yapalım?

Bidayet Reisi (Devamla): Bütün kanunlar, toplumsal hayatımıza ve memleket ih­tiyaçlarına göre tanzim edilmelidir.

Gazi Mustafa Kemal Paşa: Evet! Toplumsal, iktisadi hayat ve medeniyet âleminin ulaştığı derecelere göre ıslah lazımdır. Bizim milletimizin adalet hususundaki derecesi hiçbir vakitte başka milletlerden aşağı kalmamıştır. Belki onlardan ziyade adaleti tecel­li ettirmiştir. Biz en ileri ve medeni devletin kanunlarına eşdeğer ve benzer kanunlar ya­pabiliriz. Eski ihtiyaçlara göre yapılmış şeyleri ihtiyaç ilerledikçe yenilemek lazımdır. Noksan vasıtalarla arzu olunan şeyleri temin etmeye imkân yoktur.

Bidayet Reisi: Âdet muhkemdir, diye bir kaide vardır. Kanunları o daire dâhilinde ıslah lazımdır”[3].

Mustafa Kemal Atatürk Yeni Hükümet Şeklimizi Eskişehir Halkına anlatırken görüşlerini şu şekilde özetler:

“Efendiler! Bizim bugünkü kuvvetimizin ruhu ve aslı, yeni şeklimizdedir. Arzu buyurursanız biraz izah edeyim: Biz bugün doğrudan doğruya milletin ruhuna, vic­danına, eğilimlerine uygun olan maddi ve esaslı noktalara dayanıyoruz. Hükümeti­miz bir şahsın görüşüne tabi olmaktan uzaktır. Hükümetimiz şahsi görüşlerin elde edilmesine alet olmakta değildir”[4].

Hükümetimizin Şekil ve Mahiyeti ve Teşkilatı Esasiye Kanunu

“Bu noktada bir şey hatırıma geldi: Bizim hükümetinizin şeklini ve mahiyetini an­lamayanlar veya anlamak istemeyenler vardır. Bu tereddüdü gidermek için Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun ruhunu iyi tahlil etmek lazımdır. Hakikaten Teşkilatı Esasiye Kanunu'nun bilhassa bazı maddelerinin bilinmesi elzemdir. Mesela, birinci maddeyi beraber inceleyelim ve tahlil edelim: Madde, iki fıkrayı ihtiva ediyor; "Hâkimiyet ka­yıtsız şartsız milletindir" birinci fıkradır. Efendiler! Bilirsiniz ki, irade denilen bir şey vardır. Bir insanın iradesi olduğu gibi, insanlardan meydana gelen herhangi bir top­lumun da iradesi vardır. İrade; vicdanın eğilimi, arzusu demektir. Yani bu manevi bir şeydir. Külli iradeyi yaratana bırakarak şeriat lisanı ile ifade etmek isterseniz buna cüzi irade deyiniz! Bu manevi olan iradenin tecellisi için bir vasıta lazımdır ve var­dır ki, ona hâkimiyet derler!.. Hâkimiyetine sahip olmayan bir insan veya bir toplum hiçbir vakit iradesini kullanamaz! Hâkimiyetini herhangi birisine veren bir insan kendi iradesinin kullanılacağından ve tatbik olunacağından emin olamaz. Bunun için insanlar, milletler kendi iradelerini, kendi vicdanlarının eğilimlerini icra ve tatbik et­mek isterlerse hâkimiyetlerini mutlaka ellerinde tutmak mecburiyetindedirler. Şimdi­ye kadar milletimizin başına gelen bütün felaketler kendi talih ve mukadderatını baş­ka birisinin eline terk etmesinden çıkmıştır”[5]. Cengiz Özakıncı’ya göre buradaki Atatürk’ün “külli ve cüzi irade” farklılığını vurgusuLAİKLİĞİN İSLAMÎ TEMELİNİ” de oluşturmaktadır.

Atatürk’ün “Külli (Allah’ın) irade” ve “Cüzi (insan ve toplumların) irade” ayrımını şeriat kavramından hareketle yapması açısından “şeriat nedir ne değildir” açıklamasını da burada açıklamamız gerekmektedir:

Şeriat Nedir Ne değildir?

Geniş suyolu, yöntem, tavır, kural gibi anlamları olan şeriat bu şekliyle Kur'an'da tek bir yerde geçmektedir. Casiye suresi 18 ayet. Aynı kökten ve aynı anlamda bir de Şira sözcüğü vardır ki onun geçtiği yer Maide Suresi 48 ayettir. Şira, yol ve yöntem anlamındaki minhac sözcüğü ile birlikte kullanılmıştır. şöyle deniyor. “ Sizden her biri için bir yol/ şeriat ve bir yöntem belirledik. Allah dileseydi sizi elbette bir tek ümmet yapardı. Ama size vermiş olduklarıyla sizi imtihana çeksin diye öyle yapmamıştır. O halde hayırlarda yarışın! O size tartışmış olduğunuz şeylerin esasına bildirecektir”( Maide, 48)(Yaşar Nuri Öztürk Meali)[6]Biz, her biriniz için bir şeriat ve yol belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verir” Elmalılı Hamdi Yazır Meali (Maide, 48).

Bu ayetten anlaşılıyor ki şeriat, insandan insana, toplumdan topluma değişen tavırları, tarzları, yöntemleri, kabulleri ifade etmektedir. Her peygamberin ayrı bir şeriati vardır; Hz Muhammed'in de izlediği bir şeriatı vardır. Casiye 18. Bunu açıkça ifade etmektedir. Bir dinin içindeki değişik birey ve gruplarını da birer şeriati vardır olacaktır. Örneğin, her mezhebin dinden anladığı bir şeriattir. O halde şeriat, Allah katında değişmez, aksi ve başkası kabul edilmez tek yol ve gerçek olan İslam'ın( Ali İmran, 19) içinde kişilerin, zümrelerin ve toplumların dinden anladıklarına göre oluşturulmuş yorumlar ve kurallar bütünüdür. Allah katında din ise sadece ve sadece İslam’dır, yani peygamberlerin tebliğ ettikleri değişmez, zaman üstü ilkeler bütünü. Katında din olarak sadece İslam’ı kabul eden Tanrı, şeriatın her birimize göre değişen bir din anlayışını ifade ettiğini açıkça bildirmektedir ki, hiç kimse dinden kendisinin anladığını dinin kendisi ilan etmeye kalkmamalıdır[7].

Şeriat, İslam veya Kur'an ile eşitlenemez. Şeriat, mezhep kabulleriyle, nihayet fıkıhla eşitlenebilir. Şeriati İslam’la eşitlemek isteyen anlayış, birçok kabulünün Kur'an'la ve zamanla çeliştiği anlaşılmış bulunan örfleri din yapmayı amaçlayan anlayıştır. Önce şeriat ile dini eşitlemekte, sonra da devrini bitirmiş yorumlardaki bir takım kuralları din diye halkın önüne koymaktadır[8]. Bu tespiti yaptıktan sonra tekrar Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Eskişehir konuşmalarına bakabiliriz:

“Harbi Umumi'ye Nasıl Girdik

En yakın bir misali hatırlayalım! Mesela Harbi Umumi'ye girmede milletin irade­sinin alakası var mıydı? Millette Harbi Umumi'ye girmek için kalpten eğilim var mıydı? Ben zannediyorum ki, yoktu. Çünkü Harbi Umumi'ye girmeden evvelki de­virlerin her biri bir felaketle neticelenen safhalar ile dolu idi. Kati zaruret olmadıkça millet istemezdi ki, harp olsun! Bununla beraber, harbe girmiş ise kabahat kendisinin değildir diyebilir miyiz? Hayır! Kabahat, ne yazık ki, kendisindedir. Çünkü hâkimi­yetini başka ellere vermiştir!”[9]

“Ferdi Saltanat

Bu kadar acı tecrübeler geçiren milletin -ki artık namus ve hayatını muhafazaya karar vermiştir- bundan sonra hâkimiyetini bir şahsa vermesi katiyen mümkün olma­yacaktır”[10].

“Milli Hâkimiyet ve Tatbik Vasıtaları

Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir ve milletin kalacaktır. Sonraki cümlede; ida­re usulü halkın mukadderatını bizzat ve fiilen idare etmesi esasına dayanmaktadır de­nilmektedir. Bundan, bütün millet fertleri işini gücünü terk ile devlet idaresiyle uğra­şacaktır, manası çıkarılmasın! Bu bittabi fiilen mümkün değildir. Hakikaten bugünkü toplumsal hayatın, vatanlarının genişliği ve hayatın devam ettirilmesinin teminindeki işlerin çokluğu nazarı dikkate alınırsa buna hem imkân ve hem de lüzum yoktur. Maddedeki ikinci fıkra; idare usulündeki prensibimizi ifade etmektedir. Buna göre millet mukadderatına yalnız ve ancak millet hâkim olacaktır. Milleti temsil eden, mil­lî iradeyi millet namına sınırlı ve belli bir zaman için manevi şahsiyetinde tecelli et­tiren Millet Meclisi dahi en nihayet millet tarafından yenilenmeye maruzdur. Aslolan millettir. Hâkimiyet onun olduğu gibi, idare hakkı da onundur”[11].

Sonuç olarak Gazi Mustafa Kemal Cumhuriyeti inşa ederken Türk Milletinin iradesine Millî Mücadele de gösterdiği hassasiyet gibi savaş sonrasında da göstermeye devam etmiştir. Atatürk’ün yurt gezileri ve sabırla Türk halkını aydınlatmaya çalışması onun temel liderlik özelliklerindendir. Halkını asla aldatmamış, onları küçük görmemiştir. Sadece Türk Milletine değil dünya halklarına örnek olmuştur. Çünkü Millî iradenin karşısında ferdî saltanatlarının yeryüzünden silineceğine inanmaktadır. Enbiya suresi/105. Ayette Muhakkak ki yeryüzüne iyi ve yararlı işler yapan [sâlihûn] kullarım vâris olacaktır” buyrulmaktadır. Atatürk'ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” vecizesi bu ayeti kerimeyi düşündürmektedir. Sedat Şenermen’in hatırlatmaları ile sulh, ıslah ve salih aynı köktendir. Her söz, fikir ve icraatında Mustafa Kemal Atatürk’ün “kâmil bir insan”, münevver (aydınlanmış) ve münevvir[12] (aydınlatan) bir kişilik olduğu da görülmektedir.

________________________________________

Kaynaklar

[1] Atatürk’ün Bütün Eserleri (ABE), Kaynak Yayınları, 2004, İstanbul, cilt,14., S.246.

[2] Cengiz İlhan, Mecelle, Hukukun Doksan Dokuz İlkesi, Tarih Vakfı, İstanbul, 2009, s. 41.

[3] Atatürk’ün Bütün Eserleri (ABE) cilt,14., S.246.

[4] Atatürk’ün Bütün Eserleri (ABE) cilt,14., S.248.

[5] Atatürk’ün Bütün Eserleri (ABE) cilt,14., S.249.

[6] Yaşar Nuri Öztürk, İmamı Azam savunması, Şehit bir Önder için Apolocya, İnkılap Yayınları 2010, İstanbul, s.165.

[7] Yaşar Nuri Öztürk, a. g. e.,s 165.

[8] Yaşar Nuri Öztürk, a. g. e.,s 166.

[9] Atatürk’ün Bütün Eserleri (ABE) cilt,14., S.249.

[10] Atatürk’ün Bütün Eserleri (ABE) cilt,14., S.251.

[11] Atatürk’ün Bütün Eserleri (ABE) cilt,14., S.251.

[12] Münevvir-i ezhan: Zihinleri aydınlatan

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.