Geçtiğimiz 4 Şubat Dünya Kanser Günü ve sloganı da: “Kararlıyım ve Yapacağım” idi…

İnsanlar için Kanser; genellikle nedeni pek bilinmeyen, çok karmaşık, gizemli, anlaşılması çok zor, ölüm riski yüksek, tedavisi yok kabul edilen ve tüm hastalıklar içerisinde en korkutucu olarak bilinen amansız bir hastalıktır.

Kanser teşhisi konulması kadar insanların yüreğini acıtan, insanı yaklaşık ölüm tarihiyle burun buruna getirerek Azrail korkusunu yaşatan başka bir haber daha yoktur herhalde. “Bu korkuyu yıllar önce yaşamış” ve kısa sürede kafasından atıp, “tüm yaşam tarzını değiştirerek” sağlıklı bir şekilde bu günlere gelen birisi olarak, “yaklaşık 20 yıldır kanserden korkmayın” diyorum ve kanser günü vesilesiyle “neden korkmamanız gerektiğini” bir kez daha izah etmek istiyorum.

İlk kez Milat’tan önce 12. yüzyıla ait yazılı kaynaklarda sözü edilen ve halen gelişmiş ülkelerin tamamında, belki de dünyanın her yerinde kanser araştırmaları yapan pek çok sayıda bilim insanı olmasına, en yeni teknolojilerin kullanıldığı çok çeşitli tedavi yöntemleri uygulanmasına rağmen her üç kişiden birinin ölüm nedeni malesef kanser.

Çeşitli hastalıkların tedavisine dair yazılı bir “Tibet kaynağı olan hut-szi’de” antik çağ hekimleri, bazı parazitik mikro organizmaların konakladıkları vücudu, ürettikleri (toksik) fizyolojik atıklarla zehirleyerek, (zaman geçtikçe vücudun başka kısımlarına da yayılarak) tümörlere, kara ölüme ya da kansere neden olduğunu öne sürmüşlerdir.

Bu teoriden yola çıkan St. Petersburg’lu biyokimyacılar, söz konusu paraziti tespit etmek üzere yeni araştırmalar başlattı. Çok geniş bir coğrafya da, çok geniş bir insan kitlesi üzerinde yapılan kapsamlı araştırmalar sonucu;

kanser hücrelerinin (çoğunluk tarafından inanıldığı gibi) mutasyona uğramış insan hücreleri değil, “hepimizin vücudunda bulunan ve gezegenimizde neredeyse hayatın ortaya çıkışından beri var olan,” kendini dönüştürüp değişen, koşullara uyum sağlama konusunda müthiş yetenekli olan “Trichomonas adlı” tek hücreli parazitik bir mikro organizmanın sebep olduğu ve dokuları ele geçirdiğinde tümörlere neden olduğu, damarlardaki varlıklarının ise kanda pıhtılaşmaya yol açtığı tespit edilmiştir.

Araştırmalar sonucu tespit edilen en önemli konu ise; “insanlar üzerinde ölümcül etkisi olan yüksek dozda radyasyonun, Trichomonas üzerinde uyarıcı bir etki yaparak, daha hızlı gelişmelerine, daha saldırgan hale gelmelerine” neden olduğudur. Radyasyonla uyarılan parazitlerin dokulardan kana ve lenflere karışarak bütün vücuda yayılıp, yeni alanlarda büyümeye çoğalmaya devam ettikleri tespit edilmiştir.

Rusya’da ki en büyük üç araştırma enstitüsü olan “Pastör Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Enstitüsü,” “Röntgenoloji ve Radyoloji Enstitüsü” ile “Otto Annelik ve Kadın Hastalıkları Enstitüsü” beş yıl süren araştırmalar sonucunda bu görüşleri bilimsel temellere dayandırarak doğrulamasına rağmen, bu günkü modern sağlık sistemi bu kuramı geçerli kabul etmemektedir.

Çünkü bu teorinin kabul edilmesi halinde, “mevcut kanser tedavisi için yapılan emar, tomografi, kemoterapi, radyo terapi ve akıllı ilaçlar” gibi tüm uygulamaların, zaman, para ve diğer kaynaklarla birlikte “köklü bir şekilde değiştirilmesi gerekecektir.”

Belki de “günümüzde tüm kanser çeşitlerinin tedavisi için dünya genelinde yaygın olarak kullanılan kemoterapi, radyoterapi veya akıllı ilaç tedavilerinin belirtileri geçici bir süre giderip, sonrasında hastalığı daha da şiddetlendirmelerinin asıl nedeni budur.”

Günümüzde ki kanser tedavisi sonuçlarıyla ilgili olarak , “Prof. Mikhail Tombak” “Doğanın Eczanesini Kullanarak İyileşmeyecek Hastalık Yoktur” adlı kitabında “söz konusu tedavilerin uygulandığı hastalara ilişkin kayıtlar incelendiğinde, büyük çoğunluğunun on yıl içerisinde öldüklerini görürüz” demektedir.

Evet diğer mikroplar yani virüsler, bakteriler ve mantarlar gibi vücudumuzda taşıdığımız (kanser dahil birçok hastalığın nedeni olan) “Trichomonas” adlı tek hücreli mikro organizma da bizim için birer hastalık nedenidir ve bu durumdan korkup telaşlanmamıza da gerek yoktur.

Çünkü bizim “hasta olup olmamamız tamamen iç direncimize” yani “bağışıklık sistemimizin gücüne” bağlıdır. “Asıl korkmamız gereken Trichomonas gibi mikroplar değil,” bağışıklık sistemimizin zayıflamasıdır. “Bağışıklık sistemimiz yeteri kadar güçlüyse, kanser dahil hiçbir hastalıktan korkmamız için bir neden yoktur.”

O nedenle 4 Şubat Dünya Kanser Günü sloganını “Korkmuyorum, Kararlıyım ve Sağlıklı kalacağım”! şeklinde değiştirerek…

Haftanın sağlık bilincimizin çoğaltılmasına vesile olmasını diliyorum…

Not: Bağışıklık sistemini güçlendirmeye dair kapsamlı bilgiyi, “Kanserle Savaşırken Öğrendiklerim” adlı kitabımda bulabilirsiniz…

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.