Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır, yaşanmakta olan son siyasi olayları değerlendir. Ağırdır, son yaptırdığı anket çalışmaları hakkında da açıklamalarda bulundu. (Not: Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan röportajdan alıntılar yapılmıştır.)

Ankette öne çıkan en çarpıcı tespit şu:

“İktidar oy kaybediyor. Ama muhalefet de kaybediyor. Kararsızların sayısı ise giderek artıyor.”

Ağardır’ın tespitlerinden kısa alıntılar:

- Devleti keyfi kullanan, çoğu otoriter ve muhafazakâr denebilecek bir iktidarlar çağı bu. Ben, 'küresel ara buzul dönem' diyorum.

- Fransa’dakiler bu çağ değişimini 2 şiddetinde deprem gibi yaşıyorsa, Türkiye 8 şiddetinde yaşıyor.

- Nereye doğru gideceğimiz konusunda ortak ufku kaybettik.

- Çeliktepe’de oturan bir çocuk, Kanyon’da nasıl bir hayat olduğunu görüyor, biliyor. Ama cebinde beş lira yok. Hamburger yiyemiyor, ama tur atıyor ve neyi ıskaladığını görüyor. Eğer bu çocukların önüne umut değil, öfke koyarsan bu çocukların içinden 50 tane daha Ogün Samastvari insan çıkarabilirsin. Ama önlerine doğru bir gelecek hayali koyarsan 50 tane Bill Gates de çıkarabilirsin.

- AKP’nin oyu eksiliyor ama muhalefetin de eksiliyor. Bu şu demek; İnsanlar yeni bir sese, yeni bir yüze gözünü kulağını açıyor.

- Türkiye’nin geleceğini belirleyecek hikâye, iktidar ittifakındaki çatlağın ne zaman ve hangi gerekçeyle çıkacağı. Mart 2021’deki MHP kurultayını beklemek gerekir diyorum.

- O kurultaydan sonra Türkçü kanadın billurlaşmış siyasi ideolojisi olan kısmının MHP’de ve İYİ Parti’de nasıl bir pozisyon alacaklarına dair bir karar üreteceklerini sanıyorum. İYİ Parti’yi de kapsayan yeni bir tartışmanın başlayacağını düşünüyorum.

- HDP'ye yapılan operasyon, seçime dönük ama erken seçim anlamında değil. Kürt siyasetine diz çöktürüp, muhalefet blokundan çıkmak veya seçimi boykot etmeye zorlamak istiyorlar.

Sadece Türkiye’nin kendi iç gerilimleri ya da ABD’de Trump’a değil, Avrupa’nın göbeği Polonya’da, Macaristan’da olanlara bak. Yeni hayat ritmi içinde devletlerin zayıfladığı, yerel yönetimlerin güçlendiği ya da güvenliğin değil, özgürlüğün güçlendiği bir dönem beklerken, hayat da bunu dayatırken birkaç istisna dışında tüm dünyada popülist, keyfi, yeniden devleti güçlendirmeye çalışan bir sistem var karşımızda. Üstelik bu insanlar darbeyle falan değil, toplumsal rızayla var. Ama devleti keyfi kullanan, çoğu otoriter ve muhafazakâr denebilecek bir iktidarlar çağı bu. Bu çağa, küresel ara buzul dönem diyor.

Buzul, çünkü sürdürülebilir değil. Çünkü günlük hayatın ritmine, sahip olduğumuz yaşam biçimine aykırı. Örneğin, bugün her insanın medya haber kaynağı olabildiği, bilginin anonimleştiği bir çağ bu. Artık hiçbir çocuğun öğrendikleri eğitim bakanlığındaki tek tip tedrisattan ibaret değil. Böyle bir hayat ritminde, güvenlik esaslı devlet mantığının sürdürülebilir olması mümkün değil.

Türkiye hem sanayi toplumuna geçişi yaşıyor, hem de küresel ölçekteki siyasi/ekonomik bölüşüm kavgasının öznesi ve sahnesi… Fransa’dakiler bu çağ değişimini 2 şiddetinde deprem gibi yaşıyorsa, Türkiye 8 şiddetinde yaşıyor. Biz daha kalkınma ve modernleşmenin belli problemlerini çözememişiz. Gelir dağılımına, bölgeler arası eşitsizliğe ya da Kürt meselesinin ekonomik boyutuna, yoksulluk meselesine bak. Bir yandan eğitim, laiklik, hukuk gibi sanayi toplumunun temel kurumsal meselelerinde bile geceyle gündüz kadar farklı tezleri olan bir gerilim yaşıyor Türkiye. Bir yandan da bu sohbeti yaptığımız mekanda çalışan gençlerin hepsi küresel yurttaş. Yarısının Londra ve Amerika’da neler olup bittiğinden haberi var. Ama sen bir yandan kadim bir Kürt meselesi için insanları tutuklamakla meşgulsün. Sürdürülebilir olmayan taraf bu. Dolayısıyla Türkiye bu gerilimi daha yoğun hissediyor ve bir süre daha hissedecek, çünkü elinde geleceğe dair bir hikaye yok. İnsanlığın da Türkiye’nin de temel problemlerinden biri geleceğe dair tüm anlatılar felaket üzerine kurulu. Virüsler ele geçirecek, Marslılar ele geçirecek veya Türkiye’de otoriterlik daha da sertleşecek

Sadece 15 bin yıllık bu toprakların tarihine baktığında bile hayat ileriye doğru gitmiş aslında. Ama şimdi nereye doğru gideceğimiz konusunda ortak ufku kaybettik. Siyasi kavram olarak değil, günlük hayat açısından söylüyorum: Türkiye gecikmiş bir modernleşme yaşıyor. Ama bunu telaşla ve kutuplaşan kimliklerle yaşıyor. Mesela konut tipi ya da ısınma tipi değişiyor. Batı’nın 40’larda, 50’lerde yaşadığı kadının gündelik hayattaki varlığı meselesini biz şimdi yaşıyoruz zihni dünyada.

Siyasal iktidarın son 7-8 yıldır tutturduğu yol ve siyaset tarzı üzerinden bile baktığında hayatın akışını sadece biraz frenlediğini ama değişimin yönünü değiştiremediğini görüyoruz. Bunun en önemli örneği cinsiyet eşitliği, kadın, aile meseleleri. İktidar orada daha muhafazakâr, hatta dinden beslenen referanslarla bir takım politikalar kurgulamaya çalıyor. Onların aile anlatısı başka bir referanstan beslenen, kutsallık atfedilen bir aile. Evet, Türkiye topraklarında aile çok önemli ama o kutsallık üzerinden değil, dayanışma ve hayatta kalma güdüsü içinde bir arada durma dürtüsüyle güçlü. Türkiye metropolleştikçe bütün geleneksel, kültürel referansları ve dini kaygılarına rağmen kadının evinde oturmasını değil, çalışmasına, eğitime dahil olmasına ihtiyacı var. O çirkin TOKİ binaları sayesinde örneğin, o insanların kireç badanalı mutfakları seramikli mutfağa, banyoya dönüyor. Yer sofrası kalkıyor. Yer sofrasındayken üzerine çiçek koymayı bilmiyor değil ama yer sofrasında çiçek tahayyül edemiyor. Onun yerine masa gelince üzerine çiçek de koyun.

Evet, bulgur aşı bulgur pilavına dönüyor. Bu neyi sağlıyor? Artık çocuğunu daha özenli besliyor örneğin, sofrada aile içindeki rol dağılımında ağırlığı artıyor. Türkiye’de kadınların dörtte üçü çocuğunun eğitimi konusunda bile söz hakkına sahip değil. Ama metropollü ve çalışma hayatına dahil olmaya başlamış kadınların olduğu ailelerde kadın diyor ki “Bir dakika benim de söz hakkım olacak”… Zihni planda baktığında toplum gecikmiş bir modernleşme yaşıyor. Hükümet bütün çabasına rağmen kadınlardaki zihni değişimi engelleyemiyor mesela.

Kasabalarda daha monolotik bir kültür var. Sünni veya Alevi, Türk veya Kürt, herkesin ayıptan, günahtan aynı şeyi anladığı daha kapalı hayat yaşıyorsun. Kulağına gelen birçok hikaye var. Aleviler, Sünniler şöyledir, Türkler Kürtler şöyledir diye… Ama şimdi metropolde aynı apartmana gelmişsin, görüyorsun ki senden farklı olan insan da aynı senin gibi geçim derdi yaşıyor, kız çocuğunun eğitim derdi var, işsizlik meselesi var vs. Temas alanlarının çoğalması, ilişki mesafesinde bir arada yaşamak o çoklu hayatın zihin planında da en azından çokluğa razı ve dahil olmayı üretiyor.

.

necdetbuluz@gmail.com

www.facebook.com/necdet.buluz

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.