Bir 10 Kasım’da daha atamızı rahmetle, minnetle, özlemle, saygıyla ve sevgiyle andık. Bu vesileyle unutmadığımızı göstermiş olduk. 83 yıl önce Türk’ün atası, büyük Türk, başkomutan, başbuğ Atatürk’ümüzün ölüm gününü doğum günü gibi düşünerek her yerde ve her zaman yaşattık. Yüreğimizde müstesna bir yerinin olduğunu göstermiş olduk.

Mevlana’nın, "kimi toprağa, kimi yüreğe gömülür" dediği gibi Atamızı gönlümüzde var ettik, kalp atışlarımızda hissettik.

Atatürk’ümüz, 83 yıl önce, 57 yaşında iken "milletim var olsun, vatan sağ olsun" diyerek ömrünü feda etmiş bir Türk büyüğüdür.

Köşe yazarı Yılmaz Özdil, köşesinde "Aleykümselam" başlığıyla tam sayfa, Atatürk’ün hayatını yazmış. Çocukluğundan 57 yıllık ömrünün sonuna kadar yaşadığı sağlık sorunlarını, çektiği acıları, kullandığı ilaçları, doktorların müdahalelerini tanıklarıyla ve belgeleriyle ifade etmiş. Hiç bir şeye aldırmadan vatan ve millet sevgisini, vazife tutkusunu, fedakârlığını anlatmış. Bu anlamlı günde ben de başka yönleriyle ele alayım, Atamızı anlatmaya çalışayım.

Atatürk’ü anlatmak için o kadar çok sebep var ki, her bir yönünün anlatmakla bitmeyecek kadar geniş ve zengin olduğunu söylememiz mümkündür. 57 yıllık hayatını -kısa da olsa- milletine adanmış bir ömür olduğu bilinmektedir. Şöyle bir empati yapalım, Atatürk’ü tarih sayfalarından çıkaralım, yok sayalım, Türkün tarihinde ve sosyal hayatında, hatta dünya tarihinde ne kadar büyük bir boşluğun oluşacağını tahmin etmek zor olmayacaktır. Atamızla ne kadar övünsek azdır. Atamız, milletimize Allah’ın bir lütfudur.

Atatürk’ü, bilindiği üzere, Türklüğüyle övündüğü, cumhuriyetin erdemleri, bağımsızlık, egemenlik vurguları; dil, tarih, sanat, spor, eğitim vs gibi pek çok konudaki veciz sözleriyle anlamanız ve değerlendirmeniz mümkündür. Bu sözleriyle anlatmak istedikleri günümüze ışık tutacak kadar anlamlıdır.

Mesela, "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur. Kudretsiz dimağlar, zayıf gözler hakikati kolay göremezler" sözleri, bizler için gurur ve hayranlık vesilesidir.

Atatürk’ü anlamak ve anlatmak konusunda aciz olmamak gerekir. Atatürk ile ilgili anılar da çok anlamlıdır. Şu, iki anısında, "vatan" ve "millet" sevgisi ne de güzel anlatılmaktadır.

Atatürk, vatanını çok severdi: İngiliz Kralı Eduard, Türkiye’ye gelmiş. Sahilde, kayıktan inerken sarsılmış, düşerken eli toprağa değmiş. Atatürk, elini uzatıp kaldırmak istemiş. Kralın, mendili ile tozlanmış elini silmesine fırsat vermeden elinden tutarak, "majesteleri, verin elinizi, o, benim vatanımın toprağıdır, benim elimi kirletmez" demiş.

Atatürk, milletini çok severdi: Bir gün, yabancı devlet adamlarını Türkiye’ye davet etmiş. Akşam yemeği yenirken servis yapan garsonlardan birinin parmağı, tuttuğu tabaktaki yemeğe değecek gibi olmuş. Bunu gören Fransız delegesi tiksintiyle gülmüş. Durumu fark eden ve anlayan Atatürk, "beyefendi, ben bu millete her şeyi öğrettim de hizmetçilik yapmasını öğretemedim" demiş.

Atatürk’ü çok iyi tanımalıyız. Dünya siyasetinde, içinde bulunduğumuz "ezen düzen" sisteminde, ona, ne kadar çok ihtiyacımız olduğu bir gerçektir. Ozanın dediği gibi "sarı saçlım, mavi gözlüm nerdesin nerde" diye hep arıyoruz, eksikliğini hissediyoruz.

Atatürk’ün, kendisine sert sert bakan genç bir Yunan subayı dikkatini çekiyor. Yaverine, "sor, öğren bakalım" diyor. Yaver, "paşam, bu adam Çanakkale’de babasını öldürdüğünüzü söylüyor." dediğini iletiyor. Atatürk de, "babasının Çanakkale’de ne işi varmış, sor bakalım" diyor.

Ankara’nın, Ulus meydanını bilirsiniz. Ben de, ilkokulu Ankara’da okuduğum için çok iyi bilirim. Bu cadde çok geniştir. Atatürk, arkadaşlarıyla birlikte muhabbet masasında memleket meselelerini görüşmektedirler. Bir ara, iki mühendis yanına gelir. "efendim, yarın Ulus meydanına yol yapımına başlayacağız. Caddenin kaç metre genişliğinde olmasını istersiniz?" diye sormuşlar. Atatürk, kısa bir düşünme süresinden sonra başını kaldırarak "40 metre yapın" demiş. İki mühendis şaşırmışlar, birbirlerine bakmışlar, biri diğerinin kulağına, "sarhoş olmalı, ne dediğini bilmiyor, yarın yanına uğrarız, ayık kafayla sorarız" demişler. Ertesi gün, Atatürk, çalışma odasında iken yanına girmişler, aynı soruyu sormuşlar. Atatürk de, "ben, size, dün akşam, 40 metre olsun demiştim" demesi üzerine, caddenin 40 metre genişliğinde yapıldığı söylenmektedir. Bu anı, bugünkü şartlar düşünüldüğünde Atatürk’ün ileri görüşlü olmasına güzel bir örnektir.

Atatürk, Mayıs 1919 günü ayrıldığı İstanbul’a, 8 yıl sonra (1927) dönüş hazırlığı içindedir. Kütüphaneci Nuri Ulusu’ya yanında götürmek istediği kitapların listesini verir. Nuri Ulusu, o günler şöyle anlatmaktadır: “İstanbul seyahatine giderken istediği kitaplar o kadar fazlaydı ki, karton kutular buldurup kütüphaneye getirtmiştim. Tam içine kitapları doldurmak üzereyken Atatürk kütüphaneye geldi ve ne yaptığımı sordu. ’İstediğiniz kitapları karton kutulara aldırdım, onların içine koydurup trene naklettireceğim’ deyince, ’dur bekle biraz’, dedi. Kitap âdetine şöyle bir baktıktan sonra kütüphaneden çıktı, odasına gitti. Biraz sonra bir baktım, iki tane cephane sandığını muhafız alayı erleri getirip kütüphaneye koyuverdiler. Ne olduğunu anlamadım, bakıp dururken Atatürk içeri geldi, benim şaşkın şaşkın baktığımı görünce, ’ne o Nuri oğlum, şaşırdın değil mi? Şaşırma şaşırma, savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zaman çocuktun, bilemezsin, bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaşımız başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır . Bu da okumakla, kitapla olur; İşte şimdi cephane taşıdığımız o sandıklara kitaplarımı koy, bu sandıklarla taşınsın, cephanenin yerini artık kitaplar alsın’ dedi. Çok şaşırmıştım! Bu ne biçim bir kitap sevgisiydi, bu ne kadar güzel ulvi bir düşünceydi. O, zaten hiç birimizin, hiç kimsenin aklına, hayaline dahi gelemeyecek fikirleri üreten bir dahiydi” diyor.

Mustafa Kemal Atatürk’ün, belki de hayatında tek cevap veremediği kişi, Mersin’deki sakallı bir ihtiyardır. Atatürk’ün bu anısı da çok anlamlıdır. Atatürk, Mersin’e yaptığı seyahatlerden birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek “kimlerin” olduğunu sormuş. Ecnebilerin olduğu söylenince Atatürk biraz sinirlenmiş. “Onlar bu binaları yaparken ya siz neredeydiniz?” demiş.

Toplananların içinden bir köylü, “biz mi nerede idik? Biz Yemen’de, Tuna boylarında, Balkanlar’da, Arnavutluk dağlarında, Kafkaslarda, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam” diye cevap vermiş. Atatürk, bu anısını anlatırken: "hayatımda cevap veremediğim tek insan bu ak sakallı ihtiyar olmuştur" der.

O zamanlarda köşkümüz, villamız, görkemli binalarımız olmadı ama “vatan” gibi hür ve huzurlu yaşayacağımız kutsal yerimiz, yurdumuz, evimiz oldu. Bizlerin bu günleri yaşamamıza vesile olan başta Atatürk olmak üzere atalarımızı minnet duygularımla ve dualarımla yadediyorum, rahmet diliyorum. Özlem, minnet, saygı ve sevgi ile anıyorum...

SÖZÜN ÖZÜ: Dünyanın bile hayranlığını kazanarak pek çok ülkede heykelinin dikilmesi, adının verildiği yerlerin olması demek, böyle bir kişinin büyük devlet adamı, önder, lider olmasının ifadesidir. "Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır" sözü her şeyi anlatmaya yetmektedir. Atatürk, Türk milleti (Türküm diyenler) için kimlik, kişilik, karakter, kabiliyet ve kalite demektir.
Ata’mızı anlıyoruz, aradığımızın da bilinmesini istiyoruz. Anlatacağız, çünkü unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.