150

Tarih boyunca her millet, kendini tanımlamak, ortak bir kimlik inşa etmek ve geleceğe ilişkin bir yol haritası belirlemek için belirli kök ve orijin noktalarına bağlanma ihtiyacı duymuştur.

Bu ihtiyaçtan doğan hareket, bireylerin ve toplulukların aidiyet duygusunu pekiştirirken, aynı zamanda sosyal dayanışmanın ve birlik ruhunun temel taşlarından birini oluşturur.

Milletler, ortak bir tarih, dil ve kültüre dayalı olarak kendi benliklerini tanımlar. Tarihin içinden gelen olaylar, destanlar, efsaneler ve kahramanlar, bir ulusun hafızasında önemli bir yer tutar ve kuşaktan kuşağa aktarılarak kimliğin bir parçası haline gelir.

Bu bilincin en önemli öğeleri, ulus devletlerin bağımsızlık süreçlerinde ortaya çıkan millî bilinç ve dayanışmadır.

Modern dünyada bu çok ve hatta daha da önemli. Dünyaya hâkim olma yolunda hızla ilerleyen neoliberalizmle beraber ortaya çıkan yıkıcı etkinin millî kimliklerin korunması konusunda yeni tartışmaları da beraberinde getirdiği ortada... Bir yandan evrensel değerler yaygınlaşırken, diğer yandan toplumların, köklerini kaybetmemek ve geleneklerini sürdürmek adına kendi değerlerine daha fazla sarıldıkları da inkâr edilemez bir gerçeklik.

Sonuç olarak, toplumların ve ulusların kök ve orijin arayışı, sadece tarihsel bir nostalji ya da hamaset değil, aynı zamanda sosyal birlik ve geleceğe dair ortak bir perspektif oluşturma çabasıdır. Bu sebeple, her toplumun geçmişini ve kültürünü anlaması, geleceğini şekillendirme sürecinde kritik bir rol oynamaya devam edecektir.

Tüm bunları neden anlattım? Oraya geleceğim. Önce biraz daha bilgi…

M.S. 744 senesinde, Merkezi Orhun kıyılarında olmak üzere, Uygur Devleti’ni kuran Dokuz Oğuzlar, M.S. 840 senesine kadar bu bölgede yaşamışlardır.

Uygur Türklerinin kurdukları medeniyetin boyutu farklı kaynaklarda uzun uzun anlatılır. Hatta “uygar” kelimesinin de etimolojik kaynağının Uygurlar olduğu ifade edilmekte… Bu medeniyete ilişkin farklı kaynaklardan edindiğim bilgiler ve okuduklarım hayli çarpıcıydı, özetlemeden geçemeyeceğim.

Uygurlarda zengin bir edebî hayat olduğunu birçok farklı kaynaktan, hatta Çin menşeili kaynaklarda dahi görebilmek mümkün.

Uygur-Türk edebî dili, buldukları matbaa ile kütüphaneleri dolduran bir edebiyat ve kültür dili haline gelmiştir. Mesela adı bilinen ilk Uygur şairi -Dilaver Cebeci’nin Sitare’sinde de adı geçen- Aprunçur Tigin’dir. Uygur medeniyeti, diğer sahalarda olduğu gibi, edebiyat sahasında da ilerlemiş ve birçok yeni kavramı karşılamaya uygun bir yazı dili oluşturmuştur.

Matbaa sayesinde…

Uygurlar döneminde matbaanın geliştiğini ve bizzat Uygur Türkleri tarafından kullanıldığını biliyoruz. Bize bu önemli bilgi ise Uygur şehirleri olan Hoten, Beşbalık, Karahaço ve Yarkent’te yapılan araştırmalar vermekte…

Bu şehirlerde yapılan kazılar sonucu hareketli harflerden oluşan sert ağaçtan sistemler bulunmuştur.

Yine Tung-Huang mağarasında -ki bu mağaralar Bin Buda mağaraları olarak bilinir- Uygurlara ait Budist eserlerin yanı sıra sert ağaçtan yapılmış harfler bulunmuştur.

Matbaanın Avrupa’ya Orta Asya üzerinden gittiği bilinmektedir. Marco Polo bölgeye yaptığı seyahatlerde bu baskı yöntemini görmüştür. “Avrupa’da ise bu 14. yy.da parşömenden kâğıda geçişte kullanılmıştır.” diyor kaynaklar…

*

Uluğ Bey, 1394-1449 tarihleri arasında yaşamış Türk bilim ve devlet adamı… Matematikçi, astronom, tarihçi ve şair olan Uluğ Bey, astronominin temelini oluşturan trigonometri üzerinde de geniş çalışmalar yapmıştır.

Özellikle geometrideki üçgen konusunda çeşitli araştırmalar yaptığı, tanjant ve sinüs cetvellerini Uluğ Bey'in oluşturduğu bilinmektedir. Trigonometri üzerinde de çeşitli çalışmalar yaparak matematik biliminin öncüsü haline gelmiştir.

O ve Semerkant’ta kurduğu rasathanede birlikte çalıştığı bilginlerin hazırladıkları yıldız cetveli 17. yüzyıla kadar bu tür çalışmalar için standart oluşturmuştur.

*

M.Ö. 6. yüzyılda Orta Asya’da yaşamış Saka (İskit) Türklerinin başında İlk Türk kadın hükümdarı olarak kabul edilen Tomris Hatun bulunmaktaydı. Kendisi için kaynaklar şunları yazmaktadır.

  • Bağımsızlık ruhunun ve kadın liderliğinin simgesi hâline gelmiştir.
  • Hem Türk tarihinde hem de dünya tarihinde güçlü bir kadın lider olarak anılır.
  • Tomris Hatun’un cesareti ve liderliği, birçok esere konu olmuş ve yaşadığı çağa kadın yöneticilerin önemli roller üstlenebileceğini göstermiştir.

Bu bilgiler ışığında gelelim asıl soru ya da sorulara…

Biz en yaygın ve masum sayılabilecek gerekçeyle “efendim, hattatlar (yazıcılar) işsiz kalacak” deyip matbaanın hayatımıza girişini engelleyenleri mi “kök” kabul edeceğiz, modern matbaanın atası olarak kabul edilen sistemi hayata geçirip medeniyet kuran Uygurları mı?

Ya da…

“Buradan meleklerin bacaklarına bakılıyor(!)” deyip rasathane bombalayanları mı “kök” sayacağız, rasathane kurup yaptığı çalışmalarla insanlığa ışık olan Uluğ Bey ve arkadaşlarını mı?

Veya…

Kız bebekleri canlı canlı gömenleri mi “necip” bileceğiz, M.Ö. 6 yüzyılda Tomris Hatun’un hükümdarlığında yaşayan İskitleri mi?

“Dörtnala gelip Uzak Asya'dan /Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan” ve “bizim olan” bu memlekette…

Yol ayrımı tam da burasıdır!

Haftanın Notu:

Bu haftanın notu da iki kitap önerisi olsun değerli okurum.

Kadim Türkler - Eski Dünyanın Hakimleri / Prof. Dr. Ahmet Taşağıl.

Dersim İsyanları: Seyit Rıza gerçeği / Rıza Zelyut.

Tavsiye ederim..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
150