Sabahleyin camımı tıklatan güvercin, komşulardan gizlice koyduğum bir avuç ekmek için teşekkür ediyor. Onlar hiç değişmediler. Sonsuz iradenin emriyle onlara verilen özgürlüklerini kendilerince kullanıyorlar. Biz ise insan kimliğimizi yitirmenin eşiğindeyiz. Verilenin kıymetini bilmeyip düşünmeden harcadığımız acı bir gerçek.
“Kand Hayatı” adında bir kanal var youtube’da. Azerbaycan’ın Şah Dağı eteklerinde bir ev. Doğanın tüm sunumları gözlerinizin önünde. Dağdan akan şelale ve muhtemelen buz gibi suyunu içen bakir çimenliklerden binbir renkli çiçekleri toplayıp iki taş arasında çayını demleyen çiftçinin mutluluğunu kıskandım inanın. Kaygısız, korkusuz, sunulana razı, minnettar. Neden mi ? Çünkü her yer ekili ve dikili. Ülkemizin bomboş topraklarını gördükçe içim burkuluyor.
Çiftlikte bir arada yaşayan kedi, köpek, ördek, kaz, tavşan, tavuk, horoz, keçi... Kediler ve tavşan birbirlerine sarılarak uyurken onları gagalıyor kıskanç karga. Ve tuhaftır evcilleşmiş ve çiftliğin reisi gibi. Cevizleri örtülerin altına saklıyor ve kimsenin dost olmasına izin vermiyor. Güneşte yuvarlanan köpeğe, kedi ile oynaşan küçük keçiye, bir kenarda sessizce ot yiyen tavuk ve horozlara da tahammülü yok. İlla bir kargaşa çıkarıp dala konuyor ve olanı keyifle “gak” layarak izliyor. İnsan dünyasına çok benzer dünyası. Günümüzün başrol oyuncularını onunla özdeşleştirebilirsiniz.
Ben kargayı Trump’a benzettim. Huzurda muzur arayan adam. Cennete gitmek istediğini söylüyormuş. Onca Gazzeli’nin ve dünyanın her yerinde akan kanların sorumlusu değillermiş gibi bu adamlardaki ego gökyüzü. Sadece yerin üstü değil yerin altındakilerin de sahibi olduklarını düşünüyorlar. Yüzyıllık hayalleri var ve her gelen yönetici kaldığı yerden devam ediyor. Bizim gibi ülkelerin kargalarının sırtlarını sıvazlayıp emelleri için bir güzel kullanıyorlar. Ormanları yakıyorlar, olmadı iklimle suları kurutuyorlar, olmadı hastalıkla insanları telef ediyorlar. Haritaları değiştiriyorlar. Tek değeri para olan “insan” açık pazarın en kolay satın alınanıdır.
Dağların eteğinde, bin bir renkli çiçek, meyve, sebze şenliğinde tahta ev ve toprak fırın. En yalın ama en zengin halli bu manzarayı her gördüğümde yüreğim daralıyor, gözlerim doluyor. Anadolu’m böyle değil miydi? Bahçeli evler, her evde meyve ağaçları, tavuk, kedi, köpekler, küçük de olsa aileye yetecek sebze bahçesi…
Önce tavukları yok ettirdiler sonra yumurtaları. İnsanımız protein alamaz oldu. Mahallerimizin yakınlarında üzüm bağları, hayvan çiftlikleri vardı, etimizi, sütümüzü oralardan alırdık. Ben Ankaralıyım. Ankara’da sadece merkez semtler bundan uzaktı. Oralara o koca kuleleri dikip ne kazandık? Yap-sat denen illet, apartmanda yaşamayı modernlik sayan anlayış, televizyonlarımızla zihnimize kazındı. Çoğumuz ailelerimizi ikna edip o güzelim bahçeleri inşaatçılarımızın avucuna koyduk. Bir ülkede çok bina mıdır gelecek, yoksa sizi besleyecek toprak mı, hayvan mı?
Her yanımız elektrik yükleniyor ve hepimiz sinir küpüyüz çünkü ayaklarımız toprağa basmıyor. Ve hayali konularla öyle meşgul ediliyoruz ki akıl melekelerimiz de dumura uğradı. Öfke ile kalkıp zararla oturuyoruz. Ve “ulu karga”lar amaçlarına bir adım daha yaklaşıyorlar.
Sevgili dostlarım, hepimiz her şeyi biliyoruz artık. Bilgi, haber başucumuzda. Biz akıllı bir millettik niye aklımızı nadasa yatırdık? Topluma pompalanan emeksiz zenginlik ve lükse ne ara bu kadar aşık olduk? Haram ne ara bu kadar yasal oldu? Bu yolla bizi kul etmenin derdindeler. “Ekip biçip şükrettiğimiz zamanlar en azından aç değildik.” diyor büyükler
Çiftliğin gönüllere şifa cümbüşü gibi renkli olalım elbette, tartışalım ki akıl akıldan üstündür, doğruyu bulalım. Varlığın her renk ve çeşidinin bir yaradılış sebebi var, onu aştığında denge bozuluyor ve hiç beklenmedik felaketler yaşanıyor. Karmaşa, kaos, savaş değil, sükunete ve güzel söyleşmeye ihtiyacımız var. Dünyamızın şu anda en çok ona ihtiyacı var. Fikirlerimizi, ekmeğimizi hak dahilinde bölüşmek zorundayız. Bunu halklar düşünmeli, gayret etmeli. Yapay zeka insanların mesleklerini elinden alacak. Ama tarlaları ekemeyecek, hasat yapamayacak. Üreyemeyecek. Öyleyse yapılması gereken şey bellidir.
Gün yakındır, çok acı da olsa. Sait Faik’in “Son Kuşları” zamanındayız. Bize doğayı hatırlatan güvercinler, çiçeklerden beslenen arı, otlardan beslenen kuzular ve diğerleri yok olduğunda yapay zekânın kardığı yapay köfteleri yiyeceğiz. Ya da ağzımıza bir hap verecekler. İsrail Gazze’de bunu yapmıyor mu? Ölmeyecek kadar kişi başı gıda yardımına izin veriyor. Bunlar hep gelecek o günlerin hazırlığı.
Ülkemin o bomboş topraklarını tarım seferberliği ile hayata geçirmek o kadar kolay ki. Keşke her belediye yapsa bunu. Ama dertleri kentsel dönüşüm. İlla o koca koca garabet binaları dikecekler ki para aksın. Bursa’da olduğu gibi. Yeşil Bursa ovası kiremit ovası oldu. Şeftalisi bile başka şehirden geliyor.
İşsiz ne çok gencimiz var. Biz tarım ülkesiydik, sanayiye geçtik sözde. Kurulumları bile bize ait olmayan fabrikalarla. Kooperatifler yaygınlaştırılsa yine eskiden olduğu gibi. Traktör, benzin, tohum desteği verseler ailelere, gençlerimize, örneğin birkaç yıl sonra da kira almak koşuluyla, çok mu zor? “Şimdi devlet yardımcı oluyor ürün alımlarında” diyeceksiniz de, ne kadar alanın ekildiği benim derdim. Belediye başkanı şehreminidir. Babadır. Sadece aş evi açmak yetmez. Oraya gelen eti, sütü, yağı, sebzeyi kendi üretebiliyor olsa, muhteşem olmaz mı?
Şah dağda mutlu mesut doğa ve emeğinin ekmeğini yiyen kardeşlerimiz gibi insanımızın terk edilmiş köylerimize hayat vereceği umudumu yitirmeyeceğim. Bu gerçekleri gören zenginlerimiz köyleri istila etmeye başladı bile.
Gerçek vatanseverlik budur, gelecek doğadadır ve bu hikâyeyi yazacak cesur yürekler çıkacaktır inşallah. O zaman “Bay Karga ve Şürekâsı” aval aval izlemekle yetinecekler.
Saygılarımla..






Değerli hocam, yazınızı okudum. Kaleminize, yüreğinize sağlık. Biz doğanın değerini anlamak ve doğayı korumak zorundayız. Gelecek doğada.