“İtibardan tasarruf olmaz” sözünde hayat bulan orta çağ ilkelliği öyle olmadığını söylese de bir toplumun gelişmişlik düzeyi, şehirlere dikilen çok katlı apartmanlarının, özellikle kamu binalarının lüks ve şatafatıyla ölçülemez.

Asıl ölçüt, topluma yayılmış düşünce derinliği ve değerler sistemidir.

Buna karşılık çok seneler önce “bina bina üstüne, zina zina üstüne olduğunda dünyanın sonu gelecek, kıyamet kopacak” diye ortalığı ayağa kaldıranların özellikle son çeyrek asırda çok katlı ve lüks binalardan parayı götürme odaklı müteahhitliği benimsemeleri “acaba dünyayı yok etmek mi istiyorlar?” sorusunu sordurmuyor da değil insana…

İroni bir yana, dediğimiz gibi asıl ölçü değerlerle inşa edilen düşüncenin, düşünceyle geliştirilen değerlerin toplumdaki yansıması…

İşte bu noktada felsefe devreye giriyor. Felsefe, insan aklının sınırlarını zorlayan, sorgulayan ve yol gösteren bir yöntemler bütünü...

Malum zevat tarafından satranç gibi zekâ oyunları kadar görmezden gelinen, daha mutedil olanlarının “gereksiz” bulduğu, daha tutucu ve agresif olanlarının “lanetlediği” felsefe, aslında bireyden topluma doğru yayılan etkisiyle ilerlemenin ve dönüşümün en derin kaynağı…

Felsefe, topluma uzanan birçok şey gibi bireyde başlıyor. Kendi varlığını, hayatını, değerlerini sorgulayan insan, sadece düşünce düzleminde değil, ahlaki zeminde de olgunluk kazanmakta...

“Ne için yaşıyorum?”, “İyi nedir, doğru nedir?” gibi sorulara verilen cevaplar, bireyin hayatını anlamlı kılmaya doğru giden yola açılan kapılar... Çıkılan bu yol, onu düşünceye, sorgulamaya, şüphe etmeye ve sonunda kendini, ilerleyen aşamada da toplumu inşa etmeye götürür.

Felsefi düşünce, bireye eleştirel bakış açısı kazandırmakta... Tepkisel ve anlık davranışlara sebep olan önyargılarla değil, şartlara göre aksiyon almayı önceleyen akılla karar vermeyi öğreterek…

Bu bireysel gelişim, zamanla toplumsal bir farkındalığa dönüşür. Sorgulayan birey, adaletsizliğe de sessiz kalmaz.

İşte bu sebeple felsefe sadece entelektüel bir uğraş değil; toplumsal birlikteliğin, toplum olmanın temelidir.

Ayrıca demokrasi, hukuk, eşitlik, özgürlük gibi kavramların doğrudan felsefenin ürünü olduğunu biliyoruz.

Bununla birlikte felsefenin en güçlü yanı, insanlara hazır cevaplar değil, doğru sorular sormayı öğretmesi...

Bu sorular bazen rahatsız eder, çünkü alışkanlıklarımızı, inançlarımızı, geleneklerimizi sorgulatır. Ama bu rahatsızlık, ilerlemenin başlangıcıdır da aynı zamanda. Tarih boyunca en büyük dönüşümlerin, felsefi sorularla başladığı da bir başka gerçeklik.

Bugün azgın teke konumundaki siyasetçilerden iklim krizine, sosyal adaletsizlikten etik tartışmalara kadar pek çok karmaşık meseleyi konuşuyoruz.

Bu sorunlar yalnızca teknik çözümlerle değil, felsefi bir bakışla da ele alınmak zorunda. Çünkü her teknik çözüm, etik bir sorumluluk ta taşır üzerinde. “Yapabiliriz” ilk adımdır ama sonrası daha da önemli. Ardından gelen “İnsanın değerler bütününü geliştirerek hayat kalitesini arttırmak ve bunu daha geniş kitlelere yaymak için nasıl yapmalıyız?” sorusu felsefenin alanı.

Toplumsal ilerleme, ancak bu tür derinlikli sorgulamalarla sağlanabilir.

Felsefe aynı zamanda toplumsal empatiyi de geliştiren bir olgu... Başkasının ayakkabısıyla yürümeye çalışmak, farklı düşünenlere saygıyla yaklaşmak, “birlikte inşa etmeyi” mümkün kılar.

Gelişmeyi amaçlayan farklı görüşlerin zenginlik olarak görüldüğü, bunların arasındaki ilişkiyi hukukla düzenleyen toplumların, çok daha dirençli ve yaratıcı olduğunu biliyoruz. Sağlam bir hukuk sistemiyle desteklenen felsefi düşüncenin, kutuplaşmaların değil, köprülerin kurulduğu bir toplumsal yapı inşa ettiğini de…

Sonuç olarak, felsefe sadece akademik kürsülerde konuşulan soyut bir disiplin değil; toplumların ruhunu şekillendiren, bireyin aklını kiraya vermesini engelleyen güçlü bir araç…

Eh, hal böyleyken yüzbinlerce insana iş imkânı veren holdinglerden katbekat fazla “özkaynakları” olan türlü cemaat ve bu cemaatlerin, hiçbir şey üretmezken müritlerinin parasıyla çocuklarına milyon dolarlık “dünyevî araçlar” alan kerameti kendinden menkul liderleri elbette satranç gibi zekâ oyunlarını ve felsefeyi lanetleyeceklerdir.

Ya ne olacaktı?

Haftanın Notu:

Sağın dinle afyonlandığı, solun etnisiteyle kafayı bozduğu, koltuk sevdasının siyasetçileri azgınlaştırdığı, tavanlar aynı yolun yolcusu olsalar da tabanların siyasal kin biriktirdiği dolayısıyla ülkenin kimsece umursanmadığı bir ortamda her türlü istismarcı ve düzenbazın güç ve iktidar sahibi olması "kaçınılmaz son" değil midir?

Taşların bağlanıp konuyla ilgisiz insanları hedef alan köpeklerin üretilen yapay bahanelerle “köpekler” nidalarıyla havlatılarak gözdağı verildiği bir yerde hukuk olmaz. Olmasını istiyor muyuz? Asıl soru bu!

Organize provokatörleri, trolleri, cambazları ve onlara baktıranları yiyen kaldı mı hâlâ? Ne söylesek onlara yarayacak ama yurt içinde ve yurt dışında yapılan danışıklı dövüşlere kanmamak gerektiğini de not düşmeden geçmeyelim.

Bu arada… Gözden kaçırılıyor ama…

Memleket yakılıyor… Her anlamda!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Murat Çetinkaya 2 hafta önce

Alperciğim her zamanki gibi harika bir değerlendirme çok kıymetli tahlil.Tebrikler...

Misafir Avatar
Alper Şirvan 1 hafta önce @Murat Çetinkaya

Sağ olun Murat Hocam, ilginize teşekkür ederim.

Beğenmedim! (0)
Avatar
Ali KAYBAL 1 hafta önce

Gönlüne sağlık koca yürekli adam. İfadeler yerli yerine oturmuş. Yolun açık olsun

Misafir Avatar
Alper Şirvan 1 hafta önce @Ali KAYBAL

Teşekkür ederim hocam...

Beğenmedim! (0)