Allah’ın vaadi adam olan toplumlar ve insan içindir.
Yahudi toplumu, tarih boyunca Allah’tan birçok lütuf ve nimet gördü. Kur’an’da şöyle buyrulur:
“Andolsun, Tevrat’ta, Zebur’da ve sonunda Kur’an’da yazdık ki: Yeryüzüne, salih kullarım mirasçı olacaktır.” (Enbiya 105)
Yani bu vaat, ırka ya da soya değil; salihliğe, adalete ve ahlaka dayalıydı. Kur’an’da İsrailoğulları’nın Allah tarafından üstün kılındığı (Bakara 47) açıkça ifade edilir. Ancak bu üstünlük ırksal değil, ahlaki sorumlulukla bağlantılıydı. Eğer “adam” olurlarsa –yani adaletli, dürüst, şükreden, salih amel işleyen ve tevhid ehli bir toplum olurlarsa– Allah’ın yardımı onlarla olacaktı.
Onlara bir toprak vaad edildi. Fakat bu vaat şarta bağlıydı:
Ahlaklı olacaklar, Allah’a şirk koşmayacaklar, zulüm yapmayacaklardı.
Ama adam olamadılar.
Allah’ın verdiği nimetleri unuttular, peygamberlerini öldürdüler, Allah’a karşı büyüklendiler, kitabı tahrif ettiler. Sonuçta, Allah’ın verdiği vaadi kendi elleriyle bozdular.
Emaneti ihanetle kirlettiler, kibirle yoğruldular. Allah’ın vaadini bir sorumluluk olarak görmek yerine, onu bir ayrıcalık olarak yorumlayarak kendilerini “Tanrı’nın seçilmiş kavmi” ilan ettiler. Diğer tüm halkları ise “aşağı”, “sömürülebilir” olarak gördüler. İşte bu yüzden Allah’ın korumasından çıkarıldılar.
Kur’an, onların yerlerinden yurtlarından edildiklerini ve sürgün bir halk haline geldiklerini açıkça anlatır:
“Yeryüzünde iki kez bozgunculuk çıkaracaksınız…” (İsra 4–8)
Yahudiler, tarih boyunca birçok ülkede dışlanmış, aşağılanmış, yerinden edilmiş; hatta Nazi Almanya’sında çocuklarıyla birlikte fırınlanarak katledilmişlerdir. Bu sadece Yahudi oldukları için değil; çoğu zaman ahlaki yozlaşmaları, dini istismar etmeleri ve kibirli tavırları yüzündendir.
Sonuç: Sürgün, dağınıklık ve zelil bir hayat...
Nihayetinde, hile, tuzak ve ihanet üçgeninde Filistin’de toprak edinip, emperyalistlerin desteğiyle bir devlet kurdular. Ancak başlarına gelenlerden zerre kadar ders almamış olan Siyonist İsrail devleti, insanlıktan nasiplenmemiştir.
Kurulduğu günden beri, atalarına verilen şartlı vaadi yeniden canlandırmak adına Batılı emperyalist-Haçlı zihniyetinin sınırsız desteğiyle, önce adım adım; şimdi ise ışık hızında tüm Orta Doğu’yu kana bulamaktadır.
Gazze’de bebekler, kadınlar, yaşlılar katlediliyor…
Filistin yerle bir ediliyor…
Suriye’nin altyapısı ve toprak bütünlüğü hedef alınıyor…
Ve son olarak İran bombalanıyor!
Batı uygarlığı ve onun baş aktörü ABD, yüzyıllardır “özgürlük”, “demokrasi”, “insan hakları” gibi değerleri dillerinden düşürmezken, aynı anda dünyayı kana bulamaktan asla vazgeçmediler.
Sömürgecilik döneminde Afrika’nın, Asya’nın, Ortadoğu’nun yeraltı kaynaklarını çaldılar; halklarını köleleştirdiler.
Sonra da “medeniyet götürüyoruz, özgürleştiriyoruz” yalanıyla insanlık dışı zulümlerini meşrulaştırdılar.
Düne kadar “hak, hukuk, insan hakları, demokrasi” dersi vermeye kalkan; bu değerlere uymayanlara baskı yapan Batı (başta İngiltere, Fransa, Almanya), artık gerçek yüzünü gizleme ihtiyacı bile duymadan, Haçlı zihniyetine geri dönmüştür.
Her türlü ağır silahı, füzeyi, bombayı ve teknolojik ölüm makinelerini Siyonist İsrail’e teslim ederek safını ilan etmiştir.
Bugün bu zihniyetin en son hedefi İran’dır.
Günlerdir İran’ın şehirleri, emperyalistlerin verdiği son teknoloji 5. nesil savaş araçlarıyla siyonist İsrail tarafından bombalanmakta; kadın, çocuk, yaşlı demeden siviller katledilmektedir.
İran halkı, İsrail’in ve onun arkasındaki Batı’nın güdümündeki saldırıların açık hedefidir.
ABD ve Batı’nın “özgürlük” maskesi, daha önce onlarca kez olduğu gibi bu kez de İran topraklarında kanla yırtılmıştır.
Peki, İslam ülkeleri ne yapıyor?
Kendilerini parça parça bölerek her birine birer krallık koltuğu kazandıran Batı’ya şükranlarını sunmakla meşguller.
Trump’a kadınlarını sergileyerek, mazlum Müslümanların hakkı ve rızkı olan trilyonlarca doları bahşiş gibi veriyorlar.
İsrail’e karşı gönderilen bombaları ise daha hedefe ulaşmadan düşürmeye çalışıyorlar – yeter ki Siyonizm zarar görmesin diye –
Emperyalizm artık sadece toprak işgaliyle değil; medya, finans ve silah tekelleriyle insanlık onuruna saldırıyor.
ABD, her savaşın sponsoru; her kaosun baş aktörüdür. Demokrasi maskesi altında halklara ölüm ihraç eden bir savaş makinesi haline gelmiştir.
Ne acıdır ki, hâlâ bu zalimlere el açan, kırmızı halı seren, halkının rızkını ve onurunu ayaklar altına seren yöneticiler vardır.
Batı uygarlığı ve değerleri bugün çökme noktasına gelmiştir. Çünkü hakikati değil gücü, adaleti değil çıkarı esas almıştır. Bu zihniyetin kanla beslenen düzeni artık insanlığın vicdanında mahkûm olmuştur.
Son üç asırdır Müslümanların başı pislikten kurtulmuyor.
Adaletin, ehliyetin (liyakatin), ortak aklın, bilginin ve merhametin devlet yönetiminde hâkim olmadığı bir toplumun, dini imanı ne olursa olsun zilletten kurtulması mümkün değildir.
Bunlar Allah’ın yasalarıdır. Allah’ın yardımı dindarlara değil layıkıyla çalışan, insan olmayı içselleştiren toplumlaradır.
Ve bu yasalar değişmez..




