Türkçülük ve Milliyetçilik fikirlerinin temel mimarı Ziya Gökalp anılıyor

 BURSA ARENA / Haber Merkezi

Türklük aleminin bilge ismi, Türkçülüğün fikrinin büyük mütefekkiri ve Büyük Önder Atatürk'ün fikir babası Ziya Gökalp, vefatının 95. yılında anılıyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Atatürk'ün "fikirlerimin babası" dediği, Türkçülük üzerine kaleme aldığı eserleri ve düşünceleri ile cumhuriyetin fikri temellerinin mimarı olan Ziya Gökalp, vefatının 95. yılında anılıyor.

Osmanlı Devletinin son dönemine ve modern Türkiye’nin kurulmasına fikirleriyle büyük katkı sağlamış bir inkılapçı olan Ziya Gökalp,  Sosyoloji ilminin Türkiye’deki en önemli temsilcilerindendi. Bu sıfatıyla ülke sorunlarına ilmî çözümler sunabilen Gökalp, Türk milliyetçiliğini de sistemleştirmişti.

Ömrünü ülkesine hizmet etmeye adamış biri isim olan Gökalp,  kırk sekiz yıllık kısa sayılabilecek bir ömre, bir çok telif eser, yüzlerce makale, politikada birçok başarı, hapisler sürgünler vs. sığdırmıştı. Ömrünü; “Türkler her asrın yeni insanlarıdır” felsefesiyle aidiyet duygusunu çağının idrakine sunmuş ve onu yüceltmeye adamış bu büyük bilge, Ziya Gökalp’den başkası değildi.

ATATÜRK RAHATSIZLIĞI İLE YAKINDAN İLGİLENMİŞTİ

Gökalp, 4 Ağustos 1924’de “dalgınlık fazla uyumak, zihnen yorgunluk, unutkanlık, mide ağrısı, görme zayıflığı, telaffuz bozukluğu gibi şikâyetlerle Dr.Âkil Muhtar’a gitmiş, iki aylık tedavi önerilmiş ve bunun sonunda şikâyetleri biraz azalmıştı. Ancak Eylül’ün sonlarında tekrar kontrole gittiğinde yüksek ateş, bacaklarında zayıflık ve dimağında problemler de artmıştı.

Hastalığı gittikçe ağırlaşınca doktorları onun Beyoğlu’ndaki Fransız Hastanesi’nde tedavisinin devamını istemişler ve 14 Ekim 1924’de hastaneye yatırmışlardı. Hastanede yapılan konsültasyon sonunda ansefalit (beyin iltihabı) teşhisi konulmuş ve bu yönde tedavisine başlanmıştı. Ziya Gökalp’in rahatsızlığı ve diğer gelişmeler hakkında olup bitenleri basın, 20 Ekim’de haber yapabilmişti.

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Tevfik Bıyıklıoğlu da bu konuda Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı bilgilendirmişti. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Türk Ocakları Başkanı Hamdullah Suphi Bey’i Çankaya köşküne davet etmiş ve kendisine bu konuda yapılması gerekenleri dikte ettirmişti. Bu görüşmede, “Ziya Gökalp’ın rahatsızlığını şimdi öğrendim. Çok müteessirim. Gerekiyorsa tedavisi için Avrupa’ya gönderelim. Masraflarını bizzat ben karşılayacağım. Lütfen geçmiş olsun dileklerimi kendisine ulaştırınız. Ben de ayrıca telgraf göndereceğim” demişti. 

Bunun üzerine Hamdullah Suphi Bey aynı gün Fransız Hastanesi’nde Ziya Gökalp’a bir telgraf çekerek Mustafa Kemal Paşa’nın mesajını ulaştırmıştı. Yine aynı gün Mustafa Kemal Paşa da aşağıdaki telgrafı çekerek geçmiş olsun dileklerinde bulunmuştu: “İstanbul-Beyoğlu’nda Fransız Hastanesi’nde Türk Mütefekkir-i Muhteremi Ziya Gökalp Beyefendi’ye, Rahatsızlığınızdan çok teessürle haberdar oldum. Sıhhat ve afiyetiniz haberine memleketçe intizar olunmaktadır. Süratle iade-i afiyetiniz için Avrupa’da tedavinize ihtiyaç varsa icab eden her şeyin tahsisini tekeffül ediyorum. Sıhhatiniz ve tedaviniz hakkında iş’arınızı bekler, en muhabbetkâr selamlarımı beyan ederim, efendim. Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal”  

Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Gökalp’a olan bu ilgisi kendisini de duygulandırmış, gönderdiği telgrafa ve fotoğrafa bizzat teşekkür etmek için kağıt, kalem istemiş ancak lazım gelen kuvveti kendisinde bulamayınca etrafındakilere dikte ettirmek zorunda kalmıştı. Bu durum basına da yansımış ve Tanin gazetesi bu haberi okuyucusuna şöyle duyurmuştu: “Darülfünun müderrislerinden Halim Sabit ve Zekeriya Beyler, Ziya Bey’in imla ettirdiği mektubu yazmışlardır. Ziya Bey bütün kuvvetini toplamak suretiyle mektubunu gayet muntazam bir ifade ile yazdırmıştı. Ziya Gökalp Bey’in talebesine ders veriyor gibi muntazam bir tarzda söylediği cümlelere yanında bulunanlar hayrette kalmışlar ve bu hastalığın salâha yüz tuttuğu hakkında bir emare zannederek sevinmişlerdir. Fakat Ziya Bey, mektubunu nihayetine kadar söyleyemeden kendisinden geçmiştir. Yarım kalan bu vesika Perşembe akşamı telgrafla Gazi Paşa Hazretleri’ne gönderilmiştir”.

Ziya Bey, bu mektubunda kendisine gösterilen alakaya teşekkür ettikten sonra, “Türk Medeniyeti Tarihi’nin” basılmasını rica ediyor ve çocuklarını memlekete ve Mustafa Kemal Paşa’ya emanet ettiğini, babalık vazifesini yapamadığını basılacak kitapların parasıyla çocuklarının memlekete yararlı insanlar olarak yetiştirilmesini istiyordu

ZİYA GÖKALP'İN HAYATI

Ziya Gökalp, Vilayet Evrak Müdürlüğünde uzun yıllar hizmet veren Mehmet Tevfik Efendi ile bölgenin tanınmış ailelerinden Pirinçcizadeler'in kızı Zeliha Hanımın oğlu olarak 23 Mart 1876'da Diyarbakır'da dünyaya geldi.

Rüştiye-i Askeriyye'ye (Askeri Ortaokul) 1886'da başlayan Gökalp, son sınıftayken babasını kaybetti. Gökalp, 1890'da amcası Müderris Hacı Hasip Bey'den geleneksel İslam ilimleriyle ilgili ders almaya başladı. Aynı yıl lise eğitimine başlamak üzere İstanbul'a gittiyse de geri dönerek, ikinci sınıfa 1891'de Diyarbakır'da devam etti.

İstanbul'a yeniden 1896'da dönen Gökalp, yatılı okul olan Mülkiye Baytar Mekteb-i Alisi'ne kaydoldu. Amcasından Arapça ve Farsça, okul müdüründen Fransızca dersleri aldı.

Usta kalem, dördüncü sınıfa geçtiği yaz tatilinde Diyarbakır'da gizli toplantılara katılmak, izinsiz cemiyet kurmak ve zararlı yayınları okumak suçlamasıyla 1898'de tutuklandı. Bir müddet sonra serbest kalarak İstanbul'a dönen Gökalp, okula alınmadığı için baytarlık eğitimi tamamlayamadı.

Geleneksel ilimlerde kendisinden faydalandığı amcası Hacı Hasib Efendi'nin kızı Vecihe Hanım ile 1900'de evlenen yazar, kısa süre memuriyetlerde bulundu, askeri okulda Fransızca öğretmenliği yaptı.

Gökalp, dönemin yoğun siyasi ortamının da etkisiyle İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu ve muhalif hareketlerin içinde yer aldığından 1900 yılında 9 ay tutuklu kaldı.

İkinci Meşrutiyetin ilanıyla birlikte, doğduğu şehir olan Diyarbakır'da İttihat ve Terakki Cemiyeti şubesini kuran Gökalp, 1911'de Selanik İttihat ve Terakki Mekteb-i Sultanisi'nde Türkiye'nin ilk sosyoloji derslerini verdi.

Başarılı edebiyatçı Balkan Savaşları başlayınca İstanbul'a dönmek zorunda kaldı, 1912'de yenilenen Meclis-i Mebusan seçimlerinde Ergani milletvekili olan Gökalp, aynı yıl meclis feshedilince Darülfünun'da (İstanbul Üniversitesi) sosyoloji profesörü olarak ders vermeye başladı.

Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin ve Ali Canip Yöntem'in çıkardığı "Genç Kalemler" dergisine şiir ve makaleleriyle katkıda bulundu, birçok dergi ve gazete için düşünce yazıları kaleme aldı.

Dönemin edebi akımlarının, dili ağır ve anlaşılmaz bir hale getirdiğini düşünen Gökalp, dilde sadeleşme ve şiirde hece ölçüsünü savunan "Yeni Lisan" hareketi içinde yer aldı.

Gökalp, şiirin ve edebiyatın toplumun anlayabileceği bir düzeyde tutulmasını savunarak, "sanat toplum içindir" düşüncesinden hareketle eserlerini kaleme aldı.

Sanatın elit bir topluluğun malı olmasındansa halka mal edilmesi gerekliliğini savunan Gökalp, yazdığı eserleri yalın, şiirlerini ise "milli ölçü" olduğunu söylediği hece ölçüsüyle yazdı.

Ordinaryüs Profesör Mehmet Fuad Köprülü, yakınlarının, mahcup, sessiz, mütevazı, durgun, suskun ve sıkılgan olarak tanımladığı Gökalp'e ilişkin bir açıklamasında, onun kuvvetli bir hafızaya, Doğu ve Batı hakkında geniş ve sağlam bilgilere sahip olduğunu söylemişti.

İlk yazılarında Ziya, Ziyaeddin, Mehmed Ziya, Hüseyin Vedad, Tevfik Sedad, Mehmed Mehdi, Mehmed Nail, Demirtaş, Celal Sakıb takma adlarını kullanan yazar, 1911'de okuyucuyla buluşan "Genç Kalemler" dergisindeki "Altın Destan" manzumesinde ve sonraki hemen hemen tüm eserlerinde "Gök Alp", Ziya Gökalp imzasını tercih etti.

Ziya Gökalp, toplumsal anlamda bir inkılap gerçekleştirmek için toplumun duygusal ve ruhsal anlamda buna hazırlanması gerekliliğine inanıyor, yazı ve şiirlerini bir propaganda aracı olarak kullanıyordu. Toplumu duygusal olarak hazırlayabileceği ortamın sanat olduğunu düşünerek ideolojisini eserlerinin içine yerleştiren Gökalp, dilin ve edebiyatın tüm imkanlarını seferber ederek Türkçü ve Turancı motiflere yer verdi.

Usta edebiyatçının 1914'te yayınladığı şiir kitabının ismi Kızıl Elma, kitabın ilk şiiri ise Türklerin tek bir devlet içerisinde yaşama arzusunu vurgulayan "Turan"dı.

"Vatan ne Türkiyedir Türklere/ Ne Türkistan Vatan/ Büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan" dizelerinin sahibi Gökalp, toplumcu bir düşünce adamı olmasının yanında milliyetçilik düşüncesini Turancı ideolojiyle destekleyerek bunları eserlerinin içerisine yerleştirmesiyle dikkati çekti. Bu şekilde sanatsal bir hazdan ziyade faydacı bir yaklaşım benimseyerek eserleri aracılığıyla toplumdaki milli duyguları canlandırmayı amaçladı.

Gökalp, gerçekleştirilmek istenen inkılabın sosyal düzlemdeki temelini hazırlamak amacıyla kaleme aldığı "Yeni Hayat" eseri 1918'de, şiir ve düz yazı şeklinde kaleme aldığı, Keloğlan, Küçük Şehzade ve Ala Geyik adlı halk hikayelerine yer verdiği "Altın Işık" eseri ise 1922'de okuyucuyla buluştu.

Yazar, I. Dünya Savaşı sonrası 1919'da işgal güçleri tarafından tutuklanarak sürüldüğü Malta adasından 1921'de Türkiye'ye döndü ve Diyarbakır'da "Küçük Mecmua" dergisini çıkardı. "Yeni Mecmua" dergisini yeniden yayımlayarak burada da yazmaya devam eden edebiyatçı, 1923'te Diyarbakır mebusu olarak meclise girdi.

Eserlerinde "millilik" vurgusu yapan Gökalp, 1924'te "Türkçülüğün Esasları" kitabıyla birlikte "Türkçülüğün fikir babası" olarak anılmaya başladı.

Kendisinin ırkıyla ilgili tartışmaların yaşandığı bir dönemde yaptığı açıklamada, Türk ırkına sahip olduğundan emin olduğunu ancak aslında bunun önemsiz olduğunu dile getiren Gökalp, "Sosyolojik çalışmalarımdan öğrendim ki milliyet, eğitime dayalıdır." değerlendirmesini yapmıştı.

Gökalp, hastalığı dolayısıyla kaldırıldığı İstanbul Fransız Hastanesi'nde 25 Ekim 1924'te hayata veda ederek, Sultan Mahmud Türbesi haziresine defnedildi.

Alper Çağlar ile Doruk Acar'ın yapımcılığını üstlendiği, 15 Temmuz'a giden süreçte Polis Özel Harekatın hikayesini anlatan mini televizyon dizisi "Börü"de, Gökalp'in, "Düşman yine öz yurduna el attı/Mezarından Ata'n kılıç uzattı/Yürü diyor, hakkı zulüm kanattı/Attila'nın oğlusun sen unutma" dizelerinin olduğu, "Türk Oğullarına" şiirine yer verildi.

Yapımcılığını Bozdağ Film'in üstlendiği Mehmetçik Kut'ül Amare'de de yine Gökalp'in Cenk meydanında nice koç yiğit/Din ve yurt için oldular şehit/Ocağı tütsün, sönmesin ümit/Şehidi mahzun etme Yarabbi!/Soyunu zebun etme Yarabbi!" şeklindeki dizelerin yer aldığı "Asker Duası" eseri kullanıldı.

Şiir: "Şaki İbrâhim Destanı" (1908), "Kızıl Elma" (1914), "Yeni Hayat" (1918), "Altın Işık" (1923)

Deneme-Düşünce: "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" (1918), "Türkçülüğün Esasları" (1923) "Doğru Yol" (1923)

(Kaynak; Yeniçağ)

 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.