Gece, bir milyar tane yıldız yağdı… İnsanın soyunmuşluğuna tüm kaygılardan, göz kırptılar. Üç beş tanesi aşağıya inmeye heveslendi coşkudan. Tuttular, bir yerlere atıverdiler. Çizgiyi aşmıştı onlar. Yeryüzünden bir şeyler sıçramıştı gökyüzüne demek.

Sevgisiz yıllardı o yıllar…

İnsanlık, tükenmişliğin çığlıklarındaydı, dostluk ise Kafdağı’nda. Uzak, soğuk, anlamsız, dumanlı…

Ağaç yaprağının titreyişi bile kıskandırırdı yürekleri… Yüreklerse, sadece çarpıyordu o kadar… O kadar…

Bir duvar üstünde sarmaşık bir kuytuda yonca, birkaç gelincik, papatya… Bir havuz kenarında gül, karanfil, fesleğen, unutulmuş küçücük bir kutuda ve inatla direnmede…

Doğrusu sevgisiz yıllardı o yıllar.

Güneş ışığı, savaş veriyor, yedi rengi süzülmemiş beyazlarda, sancılı… Mehtap, tan yeri hiç bilinmiyor… Tahtalar oyuk oyuk, kırık dökük, söğüdün dibinde dinlenmede, uykuda ya da tükenmişliğin tembelliğinde.

Bir yanda fırtına kabarmış, okyanuslar taşma taşmama arası. Ateş direnişte, son titreyiş, son yalazları. Birkaç sert darbe, çiçeklerin tümü yerde ya da kovukta. Fırtına dinmiş, yağmur sonrası… Kimi nefes almada, doğayı koklamada alabildiğine, kimi yıkık dökük harabelerde… Titreyiş dorukta aktı, akacak…

Sevgisiz yıllarda tek umut bu bahçeydi… Bahçenin öyküsü yürek deler. Çocukluğumun en gizli, en gizemli bahçesiydi… Babil’in Asma Bahçeleri’nin asırlar sonra geri dönüşüydü. Güllerin, karanfillerin öylesine güzelliğini hala bir yerlerde bulabilmiş değilim. Gömülüdür ve gizem adına ne varsa…

Bir bayram sabahı gökkuşağından geçiştir. Daha bir alımlılık, kasılma ve edalardır. Sonra minicik havuzun saksıları, fesleğenler, sıklamenler, ortancalar, papatyalar, menekşeler, şebboylar, aslanağızları, ressamın tüm tuvali ve milyarlarca yıldızların yakamozları… Korkuların çığlıklara karıştığı günlerde, benim gizemimde çöküntülerini yaşamış, onlarca ayak altında kirletilmiştir bahçem…

Sevgisi yıllara, bir de bahçemin kaderinin bilinmezliği eklenmiştir. Günden güne solar sarmaşıklar, mahalle çocuklarının elinde hiçlenir yakamozlar. Bakamam artık, tükenmişliğe o gün bu gün dayanamam…

O günlerde tükenmişliğin üzerine annem mutluluk kurdu… Su yolu yaptı bahçeyi… Bir derin çekilmişlikle koştu bahçeye… Bahçe annemin mabedi oldu. Kara gözleri odun isinden daha buğulu… Bir sıcacık gözleme, bir kepçe un helvası…

Tunceli’nin bilmem hangi köyünden, Karadeniz’in bilmem hangi köyünün vuslatı… Bir hamur tahtası, bir sıcacık gözleme, bir un helvası… Tükenmişliğin üzerine kurulan imparatorluk, üstelik sevgisiz yıllarda…

Ve bir sabah…

Annem bir vurgun yemiş, susmamı istiyor, sessiz hüsranına saygı göstermemi ve hiç sormamamı istiyor. Susuyor, saygı gösteriyorum. Annem bir yerlerde bir şeylerini yitirmiş. Annem benden çaldığı bahçesini yitirmiş. Buna sevinirim, “ Oh! ...” derim, sanırdım. Annem bahçesiyle beraber mutluluğunu da yitirmiş. İlk kez anneme ağlamak istiyorum. Sessizce aynı bahçeye ayrı acılarla ağlıyoruz.

Dostluğu sevmez insanlar, hele birbirine sarılmış sarmaşığı, yaban gülünü itelerler, ayrık otu ekerler… Annem dağlarını bulmuştu bahçede… Bir kuzu otlatımı kurduğu dostluğu bulmuştu. Ve bir yarım ekmek arasına konan balı, en önemlisi bunları cömertçe sunan eli bulmuştu.

Annem, bahçesiyle soldu. Dostluğa inancını yitirdi, başkalaştı, insanları sevmez oldu. Başka bahçeler, çiçekler onu avutamadı. İnançların ayrılığı bile okuma-yazmayı oradan buradan öğrenen bu iki insanı ayıramadı da, insanlar ayırdı. İnsanlar… Nasıl insanlar? ...

Ve yine bir sabah…

Annem erkenden uyandırdı beni, uykuma kıydı… Tülbendi başına sımsıkı dolamıştı. Bir göreve, tüm inanç ve kararlılığı ile hazırdı. “Kalk!” dedi. Bahçeyi gösterdi. “Hastaymış!” dedi. “Gidelim mi?” dedim. O çoktan hazırdı. Binlerce kitabın yazmadığı, binlerce beynin anlamadığı, binlerce yüreğin duymadığı kadar insandı annem o an… İkimiz de kendi bahçemizden geçtik, ayrı nedenlerle sahiplendiğimiz.

İki dostun gözleri kenetlendi. İki sarmaşık, itilmiş, kakılmış, örselenmiş iki yaban gülü… Dünyayı unuttular, ayrık otu ekenleri de. Ayrılıkları, aykırılıkları, bir parça bal ve ekmekle yoğurmuş bu iki insanı, bilinen görünmez el ayırdı. İşte, yıldızlar o zaman gökyüzünden kaçmak istemişlerdi, yeryüzüne.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Menderes Kemal 3 yıl önce

Yine cok derin ve bir o kadar da anlamli bir yazi olmus. Tarzinizin bu sihirli dunyaya taze bir kan getirdigini ve unutulan edebiyatin yeniden dile geldigini rahatlikla soyleyebilirim.Saygilar...