Gündem Sakarya ve Necip Fazıl.

Yıllar sonra karşılaştığımız bir komşumuz “Sen Laz Fatma’nın kızı değil misin? Ne güzel bir kız olmuşsun, öğretmen de olmuşsun, aferin sana!” demişti. Acaba hangi bilinçaltı dürtü bunu söyletmişti. Sanki anne babamızı biz seçiyoruz. Sanki doğup yaşayacağımız coğrafyayı biz seçiyoruz. Ne sığ bir düşünce. O söz beni öyle çok incitmişti ki! Her bayram özenle kocaman bayrakların asıldığı, dilimiz bozulur diye tek kelime Lazca konuşturulmayan bir evde büyümüş olmam bile, anneciğimin kimliği ile yaftalanmış olmaktan alıkoyamadı beni. Belki de bu yüzden birisiyle tanıştığımda “Nerelisin?” diye sormak hiç aklıma gelmez.

İnsanı yaşadığı coğrafya şekillendiriyor. Çevre, gelenekler, anlayışlar, değerler bütünü size şekil veriyor. Düşünce sisteminiz, yetişme tarzınız ne olursa olsun kodlarınızla oynuyor bir şekilde. Ve aslınızdan uzaklaşıyorsunuz. Aidiyet oluşması bu. “İnsan sosyal bir hayvandır” diyen tanım bunu anlatıyor zaten. İnsanı insan yapan değerler yüklemesi gördüğün fotoğraflarla eşdeğer oluyor. Sürekli başkaları ile meşgul bir ailede yetişen çocuk için kendi algılarını oluşturması beklenemez. Onun gözünde de ben o kadının kızıyım. Kusurluyum, farklıyım. Sosyal çevre ile iletişimi az olan insanların asla değişmeyeceği gerçeği bu.

Mahallemize Tunceli’den göç eden insanlara çok uzun yıllar “uzaylı” muamelesi yapıldığını görerek büyüdük. İtilmişlik, ayrıştırılmışlık duygusuydu belki bizi o aileye sahip çıkma dürtüsü, o yoldan geçen ve varlıkları yüzünden baş tacı edilen ailemin onlara sahip çıkarak çevreye kabul ettirmesi, bayramlarda ilk onlar ziyaret edilerek değer yüklenmesi. Alevi olduğu için “elinden bir şey yenmez” diye komşu sayılamayan Kezban anneyi, babamın kardeş ilan etmesi hep bu duygunun tezahürüydü. Ayrıştırılanların birleşmesi. Çok şükür ki Laz, Çerkez, Alevi, Kürt kimlikleri ile harmanlandığımız, böyle bir mahallede büyümüşüm ve bu anlayışta bir ailede.

Tanrının “ayetim” dediği farklılıkların suç sayıldığı o zalim yıllar. Bu ülkenin temeline konulmuş en büyük dinamitti. Sonra sıra dini semboller üzerinden ayrıştırılmaya geldi. O kısım ihmal edilmişti. Biraz da orası kanatılmalıydı. İnancı veya geleneği gereği başı örtülü diye kızlar yerlerde sürüklendi. Hak edilmiş haklar yok sayıldı. Erkeklerin dinciliğini ölçen bir alet keşfedilmişti de bizim mi haberimiz yoktu? Bu durum toplu katliamlar, köy ve insan yakmalara varan acıların onarılmaya başlandığı zaman diliminde, iştah kabartan bir keşifti ağababalar için. Buradan yürüdüler.

Doğu batı ayrımı yerini dindar- laik söylemlerine terk etti. Yavaş yavaş yeni cepheler oluştu, herkes tam olarak içlerine sinmese de tarafını seçmek zorunda kaldı. En kıymetli değerimiz Atatürk laiklerin tutunduğu dal oldu. Sanki laik dindar olamaz, dindar da Atatürk’ü sevemezmiş gibi.

Ülkemin halkı genelde manevi değerlerine çok bağlıdır. Yıllarca Kur’an diye dayatılan din anlayışının gerçek din olmadığını keşfedenler, dün uzak baktıkları karşı kesime bugün dahil oldular. Dine uzak bakanlar da gerçek dini öğrendikçe manevi hazza yol aldılar. Bu olamazdı. Bu birleşmeyi getirirdi. En tepedeki yoluyla karşı kesim sürekli aşağılanarak, ötekileştirildi. Onlar mütedeyyin kesimin baş düşmanıydılar, nitekim bazıları bunu doğrulayacak pek çok davranış sergilediler. İstenen buydu ve “nefret dili” hakim olmuştu. Herkes tarafını seçmek zorundaydı. Sosyal medyada beddualar, yalanlar iftiralar, tüm hızıyla devam etti. Ülke resmen ikiye bölündü. Kim kime ne kötülük yapabilirim derdine düştü. Evet, halkımız siyasi kamplaşmayı severdi tüm geri kalmış ülkelerde olduğu gibi.. Siyasetle meşgul edilerek liderleri tarafından efsunlanırdı ama hiç bu kadar düşmanca olmamıştı. Bizi bağlayan bağlar koparılıyor Türk devletlerinin birleşme aşamasında “TURAN” a hızla yol aldığı bu zaman diliminde, ülke düşmanlarının başarılı olduğunu görmek kahrediyor beni.

Binlerce sorunla karşı karşıyayız. Eğitim, adalet, ekonomi, talan… Şişirilmiş, ehil olmayan kadrolarla “obez” olmuş, hizmetten uzak devlet, devlet baba olmaktan çoktan vazgeçmiş.

Bir devletin yıkılması için düşmanın iştahını açacak daha ne olmalı ki? Her yer, her kesim ikiye bölünmüş kesin hatlarla. Sanki sadece kimin hangi bölgede yaşaması gerektiği gibi bir algı oluşturuluyor. Dindarlara güneydoğu layık görülüyor, laiklere de batı. Herkeste karşı cenahı görmeme arzusu ve aynı havayı teneffüs etmeyi zul sayma had safhada. En ufak bir arıza değerlendiriliyor. Hani bir zamanların moda deyimiyle “mekânın sahipleri” fırsatını bulunca metrolardan hatta şehirlerden kovmaya çalışıyorlar düşmanlarını (!)

Nereden nereye. Şarkıcı Teoman, Necip Fazıl’a nazire albümü yapacağını söyleyerek bulanmış suya bir taş attı. Hicivdi muhtemelen söylediği. Sakarya şiirinde “ÖZ VATANINDA PARYA” olmaktan dem vuruyordu büyük şair. Teoman da o hissi günümüze taşıyarak dünün ezilenlerinin, ayrıştırılanlarının bugün aynı zulmü başkalarına reva gördüğünü anlatmaya çalışıyor kanımca. Her iki cenah ayakta. Şairi sevmeyenler gündeme getirilmesinden, diğerleri de şairin kendilerine ait bir değer olması nedeniyle hiciv için kullanılmasından rahatsız.

Necip Fazıl sanıldığı gibi “şiirleriyle yaşamı özdeş” birisi değil. Olmak zorunda da değil. Tıpkı inançsız sayılan Nazım’ın inanç dünyası gibi. Önemli olan kişi değil, söyledikleri. Kişi ölüyor, söz kalıyor. Ama öyle yüzeyselleştirildik ki o derin, erdemli halktan eser yok artık. Anadolu erenliği tarih oldu.

Farkında mıyız? Adım adım bizi bölüyorlar. Millet kavramını, geleceği birlikte yaşama arzumuzu yok ettiler. Tek aidiyetimiz vatan kaldı. O da tartışılır. Değerli yazar Alper Şirvan’ın dediği gibi “Irmağının akışına ölenler” de suskun.

1960 ile başlayan ayrışma Kurtuluş Savaşı’nın hafızalarda taze olması nedeniyle çok başarılı olamamıştı. Derin ilk çizik 12 Eylül ile atıldı. Gençler kurulan tuzağı fark etmiş, geçmişi tarihe gömmüş yol alırken, yazımın başında anlattığım gibi köken üzerinden tepinmeler hızlandı. Sonra en derin çatlak maneviyatımızda açıldı.

Siyasi erkler hiç bu kadar sığ olmamıştı. Adeta tiyatro oynuyorlar ve rollerinde çok başarılılar. Kime tutunacak, kiminle yol alacak bu gençlik? Sonra da kızıyoruz batıya öykünüyorlar diye. Geleceğe dönük tüm umutlarını çaldık çocuklarımızın. “Bizim kuşak yok olmalı” derken hiç de haksız değilim. Birileri her ne amaçla söylemiş olursa olsun, ortak değerlerimizin dile getirilmesinden, millet olma bilincimize su taşımış olmasından rahatsız olmamalıyız.

Tebrikler TEOMAN!. Keşke karşı cenahtan biri de Nazım’a nazire yapsaydı. “Bahçesine baykuş konmuş / Gül bülbüle yaban olmuş / Güzellikler bir bir solmuş / MEMLEKETİM MEMLEKETİM” diye..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Alper Şirvan 9 ay önce

Aytaç Hocam, ne kadar naziksiniz. Atıf yapmanız ayrı, kullandığınız sıfatlar ayrı gurur kaynağı benim için... Çok teşekkür ediyorum.

Avatar
Aytaç Yıldız Bozkurt 9 ay önce

Yazılarını hep severek okuyorum.Kalemin daim olsun inşAllah