Toplum olarak günlük basit işler peşindeki koşuşturmalar, kafamızı, bedenimizi meşgul eden, gücümüzün yettiği veya yetmediği yığınla problemlerle uğraşmanın yanında, hasta oluncaya kadar kıymetini bilmediğimiz ama “en büyük varlığımız olan sağlığımızı” zaten yıllar öncesinden “DSÖ kontrolünde olan modern sağlık sistemine teslim ettiğimizin farkında bile olmadık.”

Temel argümanı "korkutmak" olan modern sağlık sisteminin; insanları “ağır hastalıklar"la ya da doğrudan "ölümle" korkutarak, sağlığımızı nasıl tükettiğini, elimizden nasıl kayıp gittiğini, gelecek nesillerin nasıl yok edildiğini, yıllardır bir tek virüsle bile sağlık sektörüne nasıl “toplu müşteri kazandırıldığını,” sağlık harcamaları adı altında “devletlerin sömürüldüğünü,” fark etmedik, umursamadık, görmedik.

Aralık 2019 yılına geldiğimizde gelişen bilim ve teknolojiye paralel olarak, elektronik cihazlar, özellikle cep telefonları, bilgisayarlar, kameralar vs. çok gelişti ve yaygınlaştı. İnsanlar yiyecek ekmeğinden kesip cep telefonu bilgisayar alır hale geldi. “Televizyon ve yazılı basının yanında internet, sosyal medya çıktı ve iletişim çok kolaylaştı.”  Google, YouTube Whatsap, Face-book, Twitter, İnstagram, Telegram, Adobe photoshop, Adobe lightroom, Pinterest, Bip vs uygulamaları kullanmak çok kolaylaştı ve yaygınlaştı. Bu sayede “haberleşme, (doğru yanlış demeden) her türlü bilgiyi toplama ve paylaşma da çok kolaylaştı.

Her şeyin benzeri ya da sahtesi kolaylıkla yapılır hale geldi. “Doğrularla yalanlar, sahtelerle gerçekler bir birine karıştı.” İnsanlar “gösteriş için, bir şeyler yapmış olup kendilerini tatmin edebilmek,” sosyal medyada ben de varım demek, takipçilerini çoğaltabilmek için, “duydukları, gördükleri her şeyi hiç okumadan, değerlendirmeden, içeriğinden haberdar olmadan, gerçek mi - uydurmamı düşünmeden, tanıdığı, tanımadığı insanlarla paylaşır” hale geldi. Kafalar o kadar karıştırıldı ki “gaipten haber verenler” bile hiç yadırganmadan, iyi bir şeyler duyabilmek umuduyla takipçi bulmaya başladı.

Sağlık konusundaki yetki ve otoritenin DSÖ elinde toplandığı, insanların hastalıklar karşısındaki çaresizliğinin, teknolojik gelişmelerin ve kafa karışıklığının zirve yaptığı” bu dönemde, “DSÖ ile bilim ve teknolojinin sahibi olan güçler” tarafından “covid 19 adlı yeni bir virüs piyasaya sürüldü” ve 13 ay gibi kısa bir sürede dünyanın tek gündemi, dünyanın en ünlü virüsü haline geldi.

“Tüm iletişim araçları kullanılarak" corona korkusu o kadar büyütüldü, o kadar yaygınlaştırıldı ki; “dünya esir alındı.”

Kurallara uymak adına “insanların tüm özgürlükleri kısıtlandı,” köleler gibi yaşamak o kadar normalleşti ki; çok basit kurallara kısmen uymayanlar bile “mikrop gibi görülmeye başlandı.” Yönetimler pasifize edilerek pandemi döneminde alınacak tüm kararlar “bilim kurullarının kontrolüne verildi.”

Fakat kimsenin dikkat etmediği konu, Bilim Kurullarının ne kadar bilimsel çalışıtığı(!)... O kadar bilimsel çalışıyorlar ki; Covit-19 ne zaman hangi ülkede mutasyona uğrayacak, hangi ülkelerde daha çok salgın haline gelip, kaç kişiye bulaşacak, kaç kişiyi öldürecek, salgınlar ne zaman son bulacak, hepsini önceden biliyorlar. Dünya genelinde her yıl yaklaşık 60.000.000 insanın ölümüne neden olan dolaşım sistemi hastalıkları, solunum yolu hastalıkları, kanserler, trafik kazaları vs tüm ölüm nedenleri gündemde yok. Sanki ölüm nedenlerinin tek sebebi sürekli mutasyona uğrayan süper zeka virüs corona. Ancak çözüm olarak akıllarına (faydası mı, zararı mı daha fazla olduğu bilinmeyen) aşıdan başka hiçbir alternatif gelmiyor.  

İnsan vücudunu “tüm hastalıklara karşı koruyan bağışıklık sistemimizin yapısı, toksinlerin sağlığımıza etkisi, korkunun, hareketsizliğin ve yanlış beslenmenin sağlığımıza verdiği zararlar” gündemlerinde hiç yok. Tüm yaptıkları “corona korkusunu büyütüptek kurtuluş yolu olarak gösterilen aşının kerametlerini sıralayarak", insanları evlere kapatmak ve “herkesi aşı yaptırmaya mecbur etmek"Ekonomiler çökmüş, insanlar işsiz kalmış, psikolojileri bozulmuş, kilo almış, bağışıklık sistemleri zayıflamış, korkudan bir birini mikrop gibi görür hale gelmiş” hiç umurlarında değil.  

Ülkemizde bu güne kadar “20 milyon insanın aşılanmasına rağmen, vaka ve ölüm oranlarının geçen yıldan daha fazla olması,” Hindistan’da “geçen yıl her şey güllük gülistanlık iken, bu yıl ölüleri yakacak yer bulamayacak hale gelinmesi”, hemen komşusu olan Çin’de salgın riskinin olmaması (daha bir çok ülkeden örnek vermek mümkün), herkesin dünyayı sömürdüklerinden şikayetçi olduğu “Siyonist ailelerin bizim sağlığımızı düşünerek, daha covit 19 piyasaya sürülmeden aşı çalışmalarına başlamış olmaları,” (insanları çok sevdikleri için!) “herkesi aşı yaptırmaya zorlamaları” sizce de ilginç değil mi? Bir süre sonra “aşı yaptıranlar, aşı yaptırmayanları mikrop gibi görmeye başlayacak” ve belki de sırf aşı nedeniyle kavgalar çıkacak.

Aslında “çoğumuzun fark ettiği ancak bir türlü inanmak istemediği,” benim gibi (az sayıda) araştırmacı, yazar, düşünür veya doktorun yazdığı, çizdiği, “çeşitli yollarla anlatmaya çalıştığı” gibi; “senaryosu, dünyanın tepesinde, tanımadığımız, bilmediğimiz birileri tarafından yazılan bir tiyatrodünya genelinde oynanıyor” ve maalesef bu tiyatronun “hem figüranı, hem kurbanı olan tüm insanlıksenaryonun sonunda olacaklardan habersizcorona korkusuyla” evlerimizde oturmuş salgının bitmesini bekliyoruz.

Coronanın dünyada ki yayılış şekli ve pandemi uygulamaları” gösteriyor ki; “asıl tehlike covit 19 virüsü değil, aşı ve arkasından geleceği tahmin edilen felaket senaryolarıdır.” Geleceği tahmin edilen o günlerde ayakta kalabilmemiz için, “bu günleri hem sağlık, hem ekonomik olarak en az hasarla atlatmak zorundayız.”

Artık “sağlığımızı korumanın başkalarının sorumluluğunda” değil, öncelikle “kendi sorumluluğumuz da” olması gerektiğini, hasta olduktan sonra “hiç kimsenin, kendisi için hiç bir şey yapamayacağını,” sadece (büyük kısmı devletin cebinden) para harcayarak (çoğumuzun) “hastane koridorlarında (sürünerek) yok olacağını” görmek zorundayız.  

Yasaklı günlerde köşemize çekilip, vaktimizi bozuk para harcar gibi boş işlerle geçirip “korkuyla (köleler gibi) başkalarının bizi kurtarmasını beklemek yerine,” kafa konforumuzu bozarak, emek verip vaktimizi olabildiğince değerlendirmemiz halinde, “sağlıklı kalmanın yollarını, hastalık nedenlerini, kısaca hasta olmamayı öğrenmemizin mümkün” olduğunu yaşayarak bilen birisiyim.

Bu nedenle de; sağlık konusunda araştırma ve tecrübelerimi paylaşarak insanlara ip uçları verip, ailemiz, çevremiz ve tüm insanlık için bir şeyler yapabilmek, “en azından gelecek nesillere faydalı olabilmek” düşüncesiyle kaleme aldığım “Kanserle Savaşırken Öğrendiklerim” adlı kitabımı, “araştırmak için vaktimizin daha çok olduğu yasaklı günlerde,” isteyen herkesin “PDF olarak ücretsiz indirip okuması için” sitemde linkini paylaşıyorum. Zahmet edip inceleyenlerin sağlık konusunda çok şey öğreneceğinden eminim.

Sağlık bilincimizin çoğalmasına katkı sağlaması umuduyla, daha sağlıklı, daha mutlu, daha verimli hafta sonları dileğiyle…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.