12 Eylül 2010 halk oylaması ile yargı siyasi iktidara bağımlı duruma getirilirken, 16 Nisan 2017 halk oylamasıyla mühürsüz oylarla rejim değiştirilmişti. Böylece kuvvetler ayrılığı adı verilen yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrıldığı yönetim biçimi de sona erdi. Uzun yıllardan beri ülkemizde yargı üzerinde siyasi iktidarın baskısı olduğu bilinmektedir, zaten bu durum verilen hukuka aykırı kararlardan da görülmektedir.

Siyasi iktidar, 6 Şubat 2023 tarihli depremlerin açtığı maddi zarar nedeniyle oluşan bütçe açığını kapatmak amacıyla, motorlu taşıt vergisine ek ödeme kararı aldı. CHP, bu kararın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu. Anayasa Mahkemesi 28 Eylül günü 2023 yılı için tahakkuk ettirilen motorlu taşıtlar vergisi tutarı kadar ek motorlu taşıtlar vergisi ödenmesinin anayasaya uygun olduğuna ve iptal isteminin reddine oy birliğiyle karar verdi. Toplumun beklentisi bu kararın Anayasa Mahkemesi tarafından ret edileceği yönündeydi. Çünkü benzer düzenlemeyi Anayasa Mahkemesi 7 Ekim 2003 tarihinde oy çokluğuyla iptal etmişti. Ancak o günkü yargı, bugünkü gibi bağımlı değildi.

Türk milleti depremzedelere kendi kısıtlı bütçesinden gerekli yardımları yaparak destek olmaya çalıştı, üstelik bu destekler devam da ediyor. Bütçe açığını kapatmak için zor koşullarda yaşayan milletin cebine el atmak yerine başka önlemlerin alınması gerekirdi. En basiti “itibardan tasarruf” edilebilirdi. Otoyollar, köprüler, şehir hastanelerine ödenen dövizler Türk Lirasına çevrilebilir, yüklenicilere yapılan ödemeler ertelenebilirdi. Beşli soygun çetesinin vergi borçları silinmeyebilirdi. Devlet ek motorlu taşıt vergisinden yaklaşık 30 milyar TL gelir elde edecektir. Milletin cebine el uzatmak yerine sayılan önlemler alınsaydı, devlet bütçesine çok daha fazla para girişi sağlanabilirdi.

Mayıs 2013 tarihinde Topçu Kışlası projesi nedeniyle Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesine direnmek üzere başlayan Gezi Direnişi, kısa sürede tüm yurda yayılmıştı. Gezi direnişi, ülkemizdeki baskıcı ve faşist yönetime karşı direnen milyonların barış ve özgürlük istediği bir halk hareketi olarak ortaya çıkan demokratikleşme çağrısıydı. Bu demokratikleşme çağrısından korkan karanlık güçler, her türlü zorbalığa başvurdular. Çoluk çocuk, genç, yaşlı onlarca insanımız öldürüldü, yaralandı, sakat kaldı.

Bu zorbalık yapanlardan bazıları yargılandı; kimisi ceza almadı, kimisi hafif cezalarla kurtuldu. İnsanlarımız öldürülürken zamanın başbakanı Tayyip Erdoğan “polisimiz destan yazdı” diyebilmişti. “Camide içki içtiler”, “başörtülü bacıma saldırdılar” yalanlarıyla kendilerini kurtarmaya çalışırken, iyice battılar.

Toplumun tüm kesimlerini ve farklı siyasi eğilimlerini birleştiren Gezi direnişine ulusal çizgideki siyasi partiler destek olmamışlardır. Halk hareketi olarak başlayan Gezi direnişinde, hareketi kontrol altına almak amacıyla bazı ‘akil adamlar’ yer almaya başladılar. Sonrasında PKK terör örgütü bu harekete katılarak, kitleyi söndürmek görevini üstlendi. Bebek katili terör örgütünün başının posterleri asılarak, hareket baltalandı. Daha sonraki gelişmelerde siyasi iktidar, halkın özgürlük istemi için bir araya geldiği Gezi direnişinden intikam almak için Gezi Davasını açtı. Bu davadaki amaç, toplumsal hareketi ortadan kaldırmaktı. Gezi davası sanıklarına verilen cezalar haksızdı, delile dayanmamaktaydı ve çok ağırdı.

Gezi davasının kararları Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından 28 Eylül günü onaylandı. Buna göre, bir sanığın “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılması hakkındaki mahkûmiyet hükmü onandı. “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüse yardım" suçundan 18'er yıl hapis cezası verilen dört sanık hakkındaki mahkûmiyet hükümleri de onandı. Diğer üç sanığa verilen 18’er yıl hapis cezası ise bozuldu. Gezi davasında onanan cezalar, tüm topluma açık bir gözdağıdır; ‘itiraz ederseniz sonunuz böyle olur’ anlamına gelmektedir.

Ülkemizde AKP üyelerinden hâkim, savcı atanırken, yeri göğü inletmemiz gerekirken sessiz kaldık, Ergenekon ve Balyoz gibi kumpas davaları sahnelenirken tepki vermeyenleri, hatta “üzerine gidilsin” diyenleri gördük. Halk oylamalarındaki sahtekârlıkların da üzerine gidip, hesabı sorulmayınca, bugün yaşadığımız hukuksuzluklardan üzüntü duymak boş yere değil mi? Böyle bağımlı bir yargıdan doğru karar beklemek saflık değil mi? Zamanında gereğini yapmayınca şimdi öfkelenmek, anlamsız değil mi? George Orwell (1903-1950) “Hiçbir şey hukuksuz değildi, çünkü artık hukuk yoktu” sözü ile yaşadığımız dönemi özetlemiş olmaktadır.


2 Ekim 2023.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.