Boşuna sistem tartışmaları yapıp duruyoruz. Kim ne derse desin,sistemin gerçek adı "ben yaptım oldu" sistemidir.

Anayasaya bakıyoruz, yasaları inceliyoruz, yapılanların çoğu kurallara aykırı. Başkanlık sistemi de olsa, Cumhurbaşkanlığı sistemi de olsa, ne olursa olsun yanlış işler ve uygulamalarla  yürüyoruz yolumuza. Parlamentomuz var ama yönetime hesap soramıyor. Muhalefetin eleştirilerini sallayan yok. Yahu paramızın hesabını öğrenecek imkan bile kalmadı. Yönetim ne derse o, ona inanmak zorundayız hepimiz. Bu "ben yaptım oldu" sistemi, zaten sağlığı tartışmalı, demokrasimize de çok büyük zararlar verdi.  Kişi hak ve hürriyetleri bile ciddi olarak tehlikede artık. İnternetler taranıyor, mesajlara bakılıyor, aleyhte bir şey bulundu mu, sahibinin başına pişmiş tavuğun başına gelenden beteri geliyor. Milletin cep telefonları bile, yönetimin aleyhine olabilecek görüntüleri çekmesinler diye toplanıyor. Elbetteki yalan, kasıtlı, hakaret dolu ifade ve görüntüler suçtur ama, suç değerlendirmesini mahkemelerden başka mercilerin de yapmaması lazım. Yönetimi kızdıracak herşey günümüzde suç haline getirildi. Geniş bir kızgın kadrosu tarafından terbiye edilmek isteniyoruz. Yönetim sözcüleri de, iktidar partisinin sözcüleri de, hatta Meclis grup Başkanvekilleri de verip veriştiriyorlar farklı düşünenlere. Bu kadarı da olmaz demeyin, çok fazlası oluyor artık.

Devletlerin şirket gibi yönetilmeleri düşünülemez. Herşeyin satılması, özelleşmesi doğru değildir. Hesapsız, kitapsız, kanunsuz ve kuralsız işler yapmamalıyız. Etrafımıza korku salmamalıyız, milletin gözünü korkutmamalıyız.Yönetimler milletin tümünü sevgi, şefkat ve merhametle kucaklamak zorundadır. İnsanları ötekileştirmek, ayrıştırmak, düşman kamplar haline getirmek, ulusumuza ve devletimize büyük zararlar veriyor. Mutlaka her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır, farklı yönetim anlayışları olabilir ama koşulsuz yasaları çiğnememek şartıyla...

Bakanları dışardan atıyoruz. Koca iktidar partisinin içinde bakanlık yapacak milletvekili yok mu? Bir ülkede bakan olabilmek için, konusunun en saygın, en bilgili, en iyi yetişmiş, en tecrübeli ve donanımlı kişisi olmak lazım. Öyle sıradan kişileri, bakanlık gibi çok önemli noktalara getirmemeliyiz.  Ayrıca ticaretle ilgisi olanları, "şirketimi aileme devrettim" deseler de bakan yapmamalıyız. Hastanesi, oteli, koleji olan bakanlara sahibiz günümüzde. Bu çok yanlış ve sakat bir uygulamadır. Sakatlığın en çarpıcı örneğine ise, Ticaret Bakanında rastladık. Devamını Turizm ve Sağlık Bakanlarında da görebiliriz.

Ayrıca çok sayıda bakanlar üstü danışmana da sahibiz. Bu kadar çok danışmana ne gerek var? Geçmiş dönemlere bakıyorum, Cumhurbaşkanlarının en fazla 12-15 danışmanı vardı ve bunların yönetime direkt müdaheleleri sözkonusu olamazdı. Şimdi öyle değil, sözcüsü dış ilişkilerle uğraşıyor, diğeri iletişim sopasıyla medyayı hizaya sokuyor, çoğu devlet memuru olduklarını unutup yasaya aykırı şekilde nutuk atıyor, demeç veriyor, televizyonlara çıkıyorlar. Ayrıca içlerinde açıkça ticaret yapanları bile var. Bunlar doğru şeyler değildir. Bu kadar büyük danışman ordusu ile yürürse insan, aklının yetersizliği gibi tartışma ve yorumlara da sebebiyet verebilir ki böyle bir kapıyı kapalı tutmakta mutlak fayda var. Kaldı ki devletin tüm  kadroları Cumhurbaşkanlarının emrindedir ve hepsinden ücretsiz danışmanlık hizmeti alabilirler. Bunun için bir telefon kafidir.

Şimdi geliyorum tasarruf meselesine..

Devletin itibarından tasarruf olmaz denilerek, en zengin süper ülkelerde bile rastlanmayan masraflara, israflara, lüks ve ihtişama bakıyorum da, böylesine petrol zengini Arap ülkelerinde rastlanıyor ancak. Birleşik Arap Emirlikleri, Küveyt, Katar, Bahreyn filan böyle ülkeler. Ama onlarda da birkaç makam uçağı, yüzlerce son model makam araçları, kocaman koruma orduları yok. Yazlık kışlık saraylar bizim neyimize, o son derece modern ve çok masraflı bakanlık binalarına ne gerek var? Aklına estiği gibi ve dilediğin zamanda değiştirdiğin mobilyalara ödenen paralar, israf değil de nedir? Herkese makam aracı vermeye mecburmuyuz? Analarından arabayla mı doğdular sanki? Zaten çoğunun özel aracı var. Bunlara ayda 200 lira benzin yardımı yaparsan, on binlerce resmi araçtan kurtulmuş ve büyük tasarruf yapmış olursun.

Dünya internetle yönetiliyor, devletler ve şirketler interneti kullanarak büyük personel tasarrufu sağlıyorlar. Bizde ise tamamen aksi, güçlü bir internet ağımıza rağmen personel kadromuzu şişirdikçe şişiriyoruz. İşsizliği böyle hafifletmeye çalışıyoruz galiba. Şimdi muazzam bir personel kadromuz var ama çoğunun yapacağı işi yok. Bu kadar büyük bir kadroyla Türkiye gibi birkaç ülke çok rahat idare edilir. Adama göre iş yaratmakta üstümüze yok. Halbuki işe göre adam istihdam etmeliyiz. Bu konuda ülkemizin ciddi bir envanteri mevcut değil. Hangi işi kaç adamla yapabiliriz, bunu bilemiyoruz işte. Çok iyi çalışan bir Devlet Planlama teşkilatımız vardı. Dünya çapında uzmanlara sahipti. Burada görüşülüp ve tartışılıp karara bağlanmadan, tek bir yatırım yapmak, para harcamak, kafalara göre kadrolar ve birimler oluşturabilmek mümkün değildi. 2011 yılında burayı lağvettik ve Kalkınma Bakanlığına bağladık. Sonra da Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki Strateji ve Bütçe Başkanlığında eritip yokettik. Öyle olunca plansız programsız bir "ben yaptım oldu" sistemi de geçerli hale geldi ve rahatlıkla oturdu idaremize.

Şimdi uğraştığımız teferruatlara bakıyorum da, asli işlerin neden aksadığını daha iyi anlıyorum. Istanbul Belediye Başkanı ellerini nereye koyup dolaşsın? Marketlerde içki sattırmamanın yolları nelerdir? Telefonlarla fotoğraf çekilmesini nasıl önleyebiliriz? Çiftçimizin ürettiği salatalıkları çürütürken, Çin’den salatalık ithal ediyoruz. Böyle bir hıyarlığa başka hangi ülkede rastlanabilir? Ticaret Bakanını yolsuzluktan görevden alıyoruz, sonra ona en yetkili ağızla teşekkür ediyoruz, bununla da kalmayıp kendisini Demir-Çelik işletmesine 34 bin lira maaşla Yönetim Kurulu üyesi yapıyoruz. Belediyeler çöpleri toplamak ve bertaraf etmek için canlarını dişlerine takıyor, biz kalkmış İngiltere’nin çöplerini ithal edip, Adana-Tarsus arasında yollara döküyoruz. İnanılır gibi değil ama yapıyoruz işte. Bunu da İngiliz’lerin BBC televizyonundan haber filmini seyrederek öiğreniyoruz.

Hangi birini anlatayım, hangi birinden söz edeyim "ben yaptım oldu" sisteminin yanlışlarından. Tüm dünyada devletler ormanlarını zarar vermeye çalışanlardan korur. Bizde halk, ormanlarını devletten korumaya çalışıyor. En son Rize’nin Güneysu (AKP Genel başkanının memleketi) halkı ayağa kalktı. Ormanlarını madencilere tahsis eden yetkililere verip veriştiriyorlar, kendilerine müdahele eden güvenlik kuvvetlerine engel oluyorlardı. "Biz çevrecilerin feriştahıyız" diyen yönetimin döneminde yapılan doğa tahribatı, tarihimizin hiçbir döneminde yaşanmamıştır. Yapılanları anlatmaya kalksam bir makaleye  değil, ciltlerce ansiklopediye sığmaz.

Bu "ben yaptım oldu" sistemi ile daha ne kadar gideriz bilemem. Ama sistemin, Türkiye’nin başına daha büyük belalar açabileceğini görmemek mümkün değil. Şu mübarek Ramazan ayında "Allah korusun" diyor ve yönetimin vakit kaybetmeksizin oyunu kuralına göre oynamasına ve süratle Anayasa ve yasaların çizgilerine dönmesine dua ediyorum.

                                                                

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.