UNESCO, Türkiye Yayıncılar Birliği, Avrupa Birliği’nin çeşitli birimleri ve bizde de TÜİK zaman zaman okuma alışkanlığı üzerine çeşitli araştırmalar yapıyor ve bunları yayınlıyor. Uzun yıllardan beri bu tür araştırmaları okuyorum. Türkiye açısından bütün istatistikler çok üzücü, sarsıcı sonuçlar ortaya koyuyor ama birkaç gün dövündükten sonra konuyu unutup gidiyoruz. Okuma alışkanlığında çok gerilerde kalmış olmamız bir yana, zaman içerisinde daha da gerilere düşüyor görünüyoruz. İstatistikler bunu da önümüze koyuyor. Üstelik üniversite sayımız 200’e ulaşmış, okullaşma oranımız 10 kat yükselmiş, birçok ülkenin nüfusundan fazla üniversite mezunumuz var ve üniversitelerimiz tıka basa öğrenci dolu. Ama okuma alışkanlığında gerileme tırmanıyor. Ne var ki tehlike çanlarını çalan yok.

Geçenlerde instagram’da çarpıcı bir ikaz yazısı okudum. Şöyle diyordu:

TÜIK verilerine göre, Türkiye’de kitap okumaya ayrılan zaman 1 dakikadır. Bu ürkütücü bilgiyi hemen kabul edecek değildim. Bana abartılı görünmüştü. “1” dakika! Olur mu canım. Bu konunun aslını astarını internet ortamında araştırmaya koyuldum. Bir konunun doğruluğunu ya da yanlışlığını anlamaya çalışırken doğrulatmakla kalmadım, birçok başka üzücü gerçeği daha öğrendim. Şöyle özetleyebilirim:

  • Günde ortalama 6 saat televizyon seyrediyormuşuz. Akıllı telefonlar ise 3 saatimizi işgal ediyormuş. Oysa kitap okumaya ayırdığımız süre sadece 1 dakika imiş.

  • Kitap, ihtiyaç listemizde ancak 235. sırada yer işgal ediyormuş.

  • UNESCO araştırmalarına göre, okuma alışkanlığında dünyada 86. sırada imişiz.

  • Ülkemizde 100 kişiden sadece 4 kişi kitap okuyormuş.

  • Dünyada kişi başına kitap harcaması 1,3 dolarken Türkiye’de ancak 25 sent imiş. Bu sayı Norveç’te kişi başına yıllık 137 dolar, Almanya’da ise 122 dolarmış.

Kitap okuma oranımız çok düşük olmakla kalmıyor, okunan kitapların türüne bakıldığında karamsarlık bir kat daha artıyor bana göre. Çünkü okuduğumuz kitapların % 65’i aşk romanıymış. Yüzde 24’ü politika, yüzde 13’ü düşünce ve yüzde 7’si kişisel gelişimle ilgiliymiş. Bu gerçekleri de epey üzücü buldum. İşi gücü tercüme aşk romanı yayınlamak olan yayınevleri olduğunun farkındaydım. Para kazanmanın yolunu iyi keşfetmişler demek ki.

Geçen yıl okuduğum (2018), Kapadokya’ya gelen Amerikalı misyonerlerle ilgili bir kitabın hemen  başında, kültür ortamımızın durumunu ve bizi bekleyen tehlikeleri gayet veciz bir şekilde özetleyen iki cümle gördüm. Nal çivisini küçümsemeyin, bir çivi bir nalı, bir nal bir atı düşürür, koskoca bir ordu tek bir nal çivisi yüzünden savaş kaybedebilir, şeklindeki Cengiz Han’a mal edilen bir dersi hatırlatıyordu.  Okumakla ilgili söz konusu veciz ifade, uzun yıllar (1992-2000 arasında) Erciyes Üniversitesi rektörlüğünü yapmış olan Prof. Dr. Mehmet Şahin’e ait. Belki yıllar önce söylenmiş ama bugünkü kamuoyu siyasi atmosferini ve ondan nemalanan siyasi güçleri bile çok güzel ve çarpıcı bir dille açıklayabiliyor. Son yıllarda altını çizdiğim en önemli sözlerden biri olan ve yakın gelecekte bizi bekleyen tehlikeyi ifade eden söz konusu iki cümle şöyle:

Okumayanlar yazamaz,

yazmayanlar düşünemez,

düşünemeyenler bilim yapamaz ve bilgi üretemez,

bilgi üretemeyenler teknoloji yaratamaz,

teknoloji üretemeyenler taklit üretimden

ve taklit kültürden kurtulamaz

ve dolayısıyla gelişmiş ülkelerle rekabet edemez.

İnsanları bu zaaf içinde olan milletler

ve onları yönetenler,

kendi yetersizliklerini mazur göstermek için

sürekli bir düşman arayarak veya yaratarak 

asırlarca zaman kaybeder.

Bir de örnek verelim:

Rusya 1905-1917 arasında olağanüstü toplumsal olaylar yaşadı. Ne 1905’de Japon yenilgisinden sonra ne de 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra dağılmadı. Bilakis daha da güçlendi. Yirminci yüzyılın uluslararası siyaset sahnesinde iki kutuptan biri oldu.

“Nasıl oldu da, dağılmadı, tersine güçlendi”, sorusunun cevabını ararken karşımıza yine okumak çıkar. John Reed, komünizme inanmış bir Amerikalıdır. 1917’nin olağanüstü çalkantılı günlerinde Petersburg’da, Bolşeviklerin arasında enternasyonalizm mücadelesine katılmıştır. “Dünyayı Sarsan On Gün” adlı eserinde bakınız ne diyor(1):

“Cephede askerler, subaylara karşı kavgalarını sürdürüyor ve komitelerde kendi kendilerini yönetmeyi öğreniyorlar, atölyelerde, eşsiz birer örgüt olan fabrika komitelerinde tecrübe ve güç ediniyorlar, eski düzene karşı savaşta tarihsel görevlerinin bilincine varıyorlardı. Tüm Rusya okuma öğreniyordu. Siyaset, ekonomi, tarih okuyordu; zira halk öğrenme gereksinimi duyuyordu. Her kentte, hemen her köyde ve tüm cephede her siyasal fraksiyonun bir ya da bir çok günlüğü vardı. Binlerce örgüt, yüz binlerce broşürü orduda, köylerde, fabrikalarda ve sokakta dağıtıyordu. Uzun yıllardan beri frenlenmiş eğitim susuzluğu, devrimle birlikte gerçek bir sayıklama sürecine girmişti. Yalnızca Smolny Enstitüsü’nde ilk altı ay boyunca her gün tonlarca eser çıkıyor, arabalarla, vagonlarla ülkeyi doyurmaya gönderiliyordu. Doymak bilmez Rusya, kızgın kumun suyu emmesi gibi içiyor, içiyordu. Ama bunlar, garip romanlar, yalan yanlış tarihler, hafifletilmiş din kitapları ya da ahlak çöküntüsünü hazırlayan ucuz edebiyat değil, tam tersine, ekonomik ve toplumsal teoriler, felsefe, Tolstoy, Gogol ve Gorki’nin yapıtlarıydı…. 

Riga’nın gerisinde, 12. Ordu’nun bulunduğu cepheye gittik bir gün. Ayakları çıplak, solgun benizli insanlar, siperlerdeki kurumak bilmeyen çamurların içinde ölüp gidiyordu. Yaklaştığımızda, kasılmış yüzleri, giysilerinin yırtıklarından gözüken soğuktan morarmış derileriyle doğrularak, ‘okuyacak bir şey getirip getirmediğimizi’ sordular hırsla.”

Birinci Dünya Savaşı’ndan ve Mondros Mütarekesi’nden sonra başlatılan Milli Mücadele’nin başarıyla sonuçlanmasında, Osmanlı’nın yıkıntıları arasından Türkiye Cumhuriyeti’nin yükselmesinde ve Cumhuriyet Türkiye’sinin yapılanmasında da kitabın ve dünyayı anlamak anlamında okumanın çok büyük önemi ve rolü vardır.

Devlet adamlarımız arasında okumanın, okuma alışkanlığına sahip olmanın, dünyadaki gelişmeleri izlemenin, herhangi bir konuda karar oluşturmadan önce veya TBMM’ye bir yasa teklifi sunmadan önce konunun geçmişiyle ilgili bizzat kapsamlı araştırma yapmanın en güzel örneği cumhuriyetimizin kurucu önderi M. Kemal Atatürk’ür.

Yapılan araştırmalar, Atatürk’ün 1741’i Çankaya’da, 2151’i Anıtkabir’de, 102’si İstanbul Üniversitesi’nde -söz konusu kitaplar birden fazla ciltli olanlarıyla birlikte 180 tanedir- ve 3’ü Samsun Gazi Halk Kütüphanesi’nde olmak üzere okuduğu kitaplar, en az 3997’dir. Anıtkabir Komutanlığı’nın “Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar” üzerine yaptığı araştırma 24 cilt tutmaktadır. 57 yıl yaşamış olan ve 42 yaşına kadar 4 büyük savaşta görev almış, muharebeler yönetmiş olan Atatürk, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren cephanesi kitaplar olan “muasır medeniye seviyesine ulaşma” savaşı başlatmıştır. Hayatının son 15 yılında kitap sever fikir adamı olarak yaşamış, gençlik yılları boyunca edindiği tecrübeleri hayata geçirmek için elinden gelen her türlü gayreti göstermiştir.

Atatürk kitaba çok değer verir, yıpranmaması için elinden geleni yapardı. Okumaya ara verdiği zaman kitabın sayfasını kıvırmazdı mesela. Böyle yapanlara da kızardı. Masada çalışırdı. Sadece okumakla kalmaz, önemli bulduğu konularda notlar alır, kendi görüşlerini de yazardı. Bazen kitabın çeşitli sayfalarında satırların alını çizer ve sayfa kenarına not düşerdi. Yukarıda anılan 4000 kadar kitabın hepsi öğretici niteliği olan kitaplardır. Hukuk, sosyoloji, dil, edebiyat, medeniyet tarihi gibi konularda kitaplar okuduğu yapılan araştırmalar sayesinde ortaya çıkartılmıştır. 1932, 1935 ve 1937 yıllarında İstanbul Üniversitesi’nden resmi yazışmalarla istediği kitaplar üzerinde yapılan incelemelerden, Atatürk’ün en fazla tarih kitapları üzerinde çalışmalar yaptığı anlaşılmaktadır (2).

Onun sağlığında kitap okuma alışkanlığı hızla yaygınlaşmış, ancak vefatından sonra okuma aşkı gerilemeye yüz tutmuştur. Hatta öyle ki, kitap okumayan, geçmişte de okumamış olan, kendisi hakkında bu bilgileri zekasını övmek için kamuoyu ile paylaşan politikacılar günümüzde devleti yönetmektedir.

...

(1)  John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün, Dorion Yayınları, 2018, sayfa 33-35

(2) Prof. Dr. Cezmi Eraslan-Zekiye Eraslan; Türkiye’nin Kültür-Sanat Mücadelesinde   Kumandan ve Cephanesi, ATATÜRK ve KİTAP, Atatürk Araştırma Merkezi

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.