Yirmi birinci yüzyılda dünya sürekli dönerek bir yerlere doğru giderken, yeryüzünün üzerinde yaşamını sürdürmeye çalışan insanlık da bu doğrultuda kendine yeni bir dünya düzeni kurmaya çaba göstermektedir. Bu doğrultuda, bütün devletler dünya haritasındaki yerlerine bakarak değişen koşullar çerçevesinde var oldukları jeopolitik konumu daha da güçlendirmeye yönelirlerken, her devlet önce kendi ülkesinde, daha sonra içinde bulunduğu bölge üzerinde ve de uluslararası konjonktürün dönüşümü içinde kendilerine daha güçlü bir yer edinmeye çalışmaktadırlar. Her devlet kendi yapısını düzelterek reformlar aracılığı ile daha güçlü bir konuma ulaşabilmek için uğraşırken, dünya haritası üzerinde bulunan diğer devletler de benzeri mücadelelere kalkışarak devletlerarası yarışı öne geçerek kazanabilmenin yollarını aramaktadırlar. Bu doğrultuda her devlet yeni bir yapılanma modeli geliştirirken, diğer devletlerden ve komşu ülkelerden farklı bir plan ya da program ile dünya kamuoyunun önüne çıkmakta ve kendisini yenileme doğrultusundaki hazırlıklarını uygulama alanına getirerek, rakip devletler önünde yeni dönemin koşullarına uygun bir biçimde yenilenen dünya düzeni içinde, hak ettikleri yerlerini alabilmenin kavgasını vermektedirler. Hiçbir devlet yok olmayı ya da haritadan silinmeyi kabul etmeyeceği için, hepsi var olabilmenin ve sonsuza kadar varlığını sürdürebilmenin arayışı içinde kendi mücadelelerini sürdürmektedirler. Bugünün dünyasında geçmişten gelerek önümüze çıkan bu devletlerarası rekabet ve daha güçlü olma yarışı, geleceğe doğru sonu belli olmayan bir süreç ile insanlık alemini karşı karşıya getirmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti yüzüncü yılına doğru emin adımlarla yoluna devam ederken değişen koşullarda önce var olabilmenin, daha sonra da daha güçlenerek harita üzerindeki jeopolitik konumunu daha da kuvvetlendirebilmenin çabası içinde olmuştur. İki kutuplu dünya düzeninin sona ermesiyle birlikte yer küre tek merkezli bir dünya arayışı içine girmesine rağmen, bu doğrultuda ciddi bir sonuç alınamamıştır. Her türlü emperyal plan ve programa rağmen tek merkezli bir dünya düzeni gerçekleştirilememiş, siyasal dönüşüm bu çizginin tamamen tersi bir yönde çok merkezli bir dünya düzenine yönelik bir çizgide gelişmeye başlamıştır. İki kutuplu dünya düzeni çökerken, doğu bloku içinde var olan geri kalmış ülkeler darmadağın olurken, batı bloku içindeki devletler uluslararası kuruluşlar üzerinden birlik ve beraberliklerini koruyarak yola devam edebilmenin arayışı içinde olmuşlardır. İki büyük dünya savaşı sonrası dönemde varlığını koruyan batı bloku, geçmişten gelen hak ve özgürlükler arayışı içinde dünyanın batı merkezli yeni bir düzene doğru yönlendirilmesine daha yakın durarak tek kutuplu dünya çalışmalarını geliştirmek istemiştir. Ne var ki, batı dünyasının içinde yer alan büyük devletler zamanla kendi içlerinde siyasal çekişmelere sürüklendiklerinden dolayı, ABD öncülüğünde bir tek merkezli yeni dünya düzeni kurulamamıştır.

Batının önde gelen büyük devletleri eski güçlerinden aldıkları destek ile, yeni dünya düzeni içinde daha güçlü olabilmeye heveslenirken, diğer devletlerin kendileri için geliştirdikleri yeni ülkesel, bölgesel ve küresel projeler çarpışmaya başlamıştır. Beş kıta üzerine kurulu bulunan dünya coğrafyasında yer alan bütün bölgeler bu doğrultuda, büyük devletlerin bölgeselleşme planları ile karşılaşmıştır. Büyük devletlerin kendi bölgelerine yönelik hegemonya girişimleri her bölge için yeniden yapılanma arayışlarını getirmiştir. Coğrafi bölgeler için planlar geliştirilirken, tüm bölgeleri içine alacak yeni bir dünya düzeni girişimi de uluslararası alanda gelişerek bugüne kadar gelmiştir. Böylesine çift yönlü bir süreç yaşanırken, dünya hem bölgesel hem de küresel projeler ile uğraşmak zorunda kalmıştır. Yeni bir yüzyılın ilk yılları geride kalırken, insanlık küresel ve bölgesel planlar üzerinde halen bir anlaşma sağlayamamıştır. Ortak bir rıza üzerinden ilkesel anlaşma olmayınca, halen bu tür çekişmeler devam etmektedir.

Her türlü siyasal çekişme ve çatışmaları ile dünya yoluna bugün devam ederken, büyük devletlerin ve küresel merkezlerin yeni yeni bazı düşünce ve projeleri gündeme alarak, yeni projeler için bir gerçekleşme ortamı oluşturmaya çalıştıkları anlaşılmaktadır. Böylesine bir durumda küçük ve orta boy devletler kendi varlıklarını korumaya çalışırken, büyük devletler küçük ve orta boy devletler üzerinde emperyalist baskılar kurmakta ve bu doğrultuda yönlendirmeler gündeme getirmektedirler Büyük ülkeler sahip oldukları ekonomik gücü sermaye birikimleriyle destekleyerek, kendi çıkarları çizgisinde bir yeni yapılanma ortaya çıkarmak istemektedirler. Bu süreçte Türkiye’de bir devlet olarak benzeri durumlarla karşılaşmakta ve bu nedenle de dışarıdan emperyal merkezlerin geliştirdiği politik dayatmalara karşı çıkan bir tepki kendiliğinden toplumun içinde gelişmektedir. Emperyalist plan ve projeler Türkiye’nin varlığını ve devlet modelini tehdit ettiği bu aşamada, diğer devletler gibi Türkiye Cumhuriyeti de hem kendisini tehditlere karşı korumak hem de kendisinin merkezinde yer aldığı siyasal yapı ve devletin kuruluş modelinden gelen yansımalar doğrultusunda, içinde bulunduğu bölgenin özelliklerine uygun olacak bir biçimlenme dönemine girmektedir. Dünyanın merkezi coğrafyasının yeniden yapılandırılması, Türkiye’nin de değişimini gündeme getirdiği için bu noktada iç ve dış yeni senaryoların belirli projeler olarak öne çıkartıldığı göze çarpmaktadır. Türkiye içinde bulunduğu bölge için kendisinin merkezinde yer aldığı ve kuruluş modeline uygun bir güçlenme sağlayacak bazı projeleri bir anlamda varlığını güvence altına alacak yedek B planları biçiminde gündeme getirirken, dünyayı sömürgeleştirmiş olan batının emperyal merkezlerinden böylesine bir dönüşümü önlemek üzere, farklı plan ve projelerin zamanla ortaya çıkarılarak Türk milletine ve devletine dışarıdan dayatmalarla gerçekleştirilmesine çalışılmaktadır.

Bölgede geçmişte yedi asırlık bir zaman dilimi içinde var olan Osmanlı İmparatorluğu yapısını esas alan yaklaşımlar, Yeni Osmanlıcılık olarak benimsetilmeye çalışılırken merkezi coğrafyanın geleceğe dönük yeniden biçimlenmesi ancak Osmanlı dönemindeki koşullara uygun bir yapılanma ile mümkün olabileceği dile getirilmektedir. Küreselleşme döneminde fazlasıyla ortaya çıkan çeşitli sorunların önlenebilmesi için, Yeni Osmanlıcılık akımının çözüm olabileceği bazı batı ülkeleri ve de bölgedeki İslam ülkeleri aracılığı ile dile getirilerek, merkezi alandaki yeni yapılanmanın bu doğrultuda ele alınması gerektiği savunulmaktadır. Batılı siyaset bilimciler ya da sosyologlar bu tür yaklaşımlar geliştirirken geçmişten alınan dersleri dile getirerek, Türk kamuoyunu bu doğrultuda biçimlendirebilmenin çabalarını göstermektedirler.

Fransız asıllı siyaset sosyoloğu François Georgeon, Türkiye’nin içine sürüklendiği çıkmazdan ancak önümüzdeki dönemde Yeni Osmanlıcılık siyasetine yönelerek çıkabileceğini ifade ederken, Osmanlı döneminden geride kalan çok önemli özelliklerin ve koşulların merkezi alanda hala etkilerini sürdürdüğünü, bu yüzden de Osmanlı döneminden gelen siyasal birikimi dikkate almadan merkezi bölgede yapılabilecek değişikliklerin eksik kalabileceğini ifade etmiştir. Üç kıta arasında üç yarımada üzerinde kurulu bulunan Osmanlı imparatorluğunun kendine özgü bir uygarlık geliştirdiğini, bu nedenle de Orta Doğu’da yeni bir uygarlık arayışına girildiği bir aşamada, bu bölgede Yeniden Osmanlıcılık akımının önem kazandığını ifade etmektedir. Bugünkü Türkiye’nin yüz yıl önce ortaya çıkmasına neden olan değişimin biçimlenmesinde, Yeni Osmanlıcılık akımının geçmişin birikiminin bugünlere yansıması açısından önem taşıdığı, Georgeon ve benzeri bilim adamları  tarafından bugün tekrar tartışma alanına getirilmektedir. Fransız bilim adamı bu konudaki düşüncelerini açıklarken, Türk modernleşmesinin arkasında Osmanlı döneminde yapılan yeniliklerin önemli ölçüde etkili olduğunu vurgulayarak bugüne bakışlar yapmaktadır. Osmanlı imparatorluğu ve Türk devletinin aynı coğrafyada kurulduğunu, bu nedenle aynı jeopolitik konumun her iki devlet yapısı içinde benzer yansımalar yaratarak, aynı çizgide bir yapılanmanın ortaya çıkmasında Osmanlı ve Türk modernleşme hareketlerinin birbirini etkileyerek zamanla bir siyasal ve kültürel sentezin gündeme geldiğini vurgulamıştır. Bu açıdan Georgeon aslında Türk devletinin Osmanlı imparatorluğunun devamı olarak Türk imparatorluğu olduğunu ve değişen koşullar yüzünden Osmanlı döneminden Türk dönemine geçildiğini açıkça dile getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu sırasında bir ulus devlet olma iddiası ile yeni bir devletin kurulduğunu, ama iki devlet üzerine kapsamlı çalışmalar yapıldığı zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulu bulunduğu topraklar üzerinde eski Osmanlı döneminden kalma merkezi konumunu koruduğu gibi bir görüşün geçerli olduğunu, bu nedenle Türk devleti döneminde ülkenin Osmanlı geçmişi inkar edilemeyerek Yeni Osmanlıcılık başlığı altında Osmanlı döneminde gelme siyasal ve kültürel birikimin değerlendirilmesi gerektiğini François Georgeon bugünün koşullarında dile getirmektedir.  Hazar bölgesinden gelen göçlerle ABD’de bir Hazar lobisi oluşturan siyasal yapılanmanın, Türkiye’deki örgütlenmesi içinde öne çıkan bir televizyon kanalına her ay bir Avrupalı bilim adamını davet ederek Türkiye’nin İslamcı bloka doğru sürüklenmesini önlemeye çalışan bu lobi Avrupa ve Asya kıtaları arasındaki köprü konumunu dikkate alan önemli siyasal programlar yapmaktadırlar.

Amerika merkezli küresel güçlerin baskılarıyla ılımlı İslam politikalarına yönlendirilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin, İslam dünyasının tam ortalarındaki konumu ile laik devlet olma kimliğini korumak için, ilgili kesimin basın ve medya organları yoğun çalışmalar yaparken, Hazar lobisinin Avrupalı düşünürleri ve kendi alanında otorite olmuş bilim adamlarını kullanarak, Türk kamuoyunu etkilemeye çalıştığı açıkça görülmektedir. İkinci dünya savaşı sonrasında ABD etkisi altına girmiş olan Türkiye’nin Müslüman toplum tabanı ile laik devletini birlikte yaşatabilmek çabalarına katkı sağlamak doğrultusunda Hazar lobisinin Avrupa birikimini Türk toplumuna yansıtarak, kendi açısından bir denge sağlama çabası içinde olduğu görülmektedir. Hazar kökenlilerinin çıkış noktaları Hazar bölgesi olduğu için, tümüyle Avrupa ya da Orta Doğu çıkışlı yeni yapılanma çalışmalarına bu kesim karşı çıkarak geleceğin dünyasında, Hazar bölgesinden gelen siyasal birikimin de dikkate alınarak eski dengelerin korunması gerektiğini medya aracılığı ile dile getirmektedirler. ABD-İsrail çizgisinde baskı altına alınmış olan bir toplumda, geleceğe dönük Hazar mirasının da dikkate alınmasını, Avrupalı bilim adamlarını kendi medya organlarında konuk eden kuzeydeki lobi uzaktan yönlendirmektedir.

Yeni dönemde bir Avrasya oluşumu ile karşı karşıya gelen Türkiye Cumhuriyeti, bölge nüfus yapısının büyük oranda Türk devletlerinin Türki kökenli halk tabanları ile  meydana gelmesi nedeniyle Türkçülük akımlarına önem vermesi gerekirken, ABD ve İsrail destekli bir ılımlı İslam projesi doğrultusunda, Türkiye’nin  Türk devletini yöneten son dönem iktidarları sürekli olarak sırtlarını Türk dünyasına dönerek ve ılımlı İslam’ın gerekleri doğrultusunda Orta Doğu bölgesine odaklanarak , Türk dünyasından uzakta kalarak, yeni dönemin siyasetleri Türkiye’de gündeme getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin Sovyetler Birliği sonrasında açıklığa kavuşan Türk dünyasına yönelmesi gerekirken, İslam coğrafyası ortasında laik devlet yapısı ile ılımlı İslam’a yöneltilen bir merkezi devlet olarak ABD ve İsrail ikilisi tarafından kullanılmaya çalışılması, Türk devletini önemli handikaplarla karşı karşıya getirmiştir.  Bağımsızlığına kavuşmuş bir Türk dünyasının yanı başında yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin Türk dünyası ile kucaklaşacağına, İslam dünyası ile yakınlaştırılmaya çalışılması, İsrail’in ABD’ye kabul ettirdiği Ilımlı İslam politikasının yarattığı çelişkiler olarak öne çıkmıştır.

Türkiye’deki ılımlı İslam iktidarı İslam dünyasına yakınlaştıkça, Türk dünyasından uzaklaşmış ve devletin kuruluş aşamasında kimliği olarak belirlenen Türklük olgusundan çok uzakta kalarak, kimliksiz bir merkezi devlet konumuyla İslamcı politikalar üzerinden orta dünyada tıpkı Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi, Orta Doğu Birleşik Devletleri oluşumuna doğru, gelecekte  parçalanacak  komşu devletlerden  ortaya çıkacak küçük eyalet devletleriyle, bölgesel federasyon oluşumuna gidilirken Türkiye Cumhuriyetinin sahip olduğu milli kimliği ile Türk dünyası ile kucaklaşması önlenmekte, bölgedeki İsrail’in  kurulmasıyla başlamış olan  federasyon projelerine Türkiye’nin alet olması, ABD baskılarıyla birlikte sonuçlandırılmaya çalışılmaktadır. Böylece milli kimliği Türk olan bir Türk devletinin, doğu komşuları olarak öne çıkmış olan Türk dünyası ile bütünleşmesi önlenmekte, İslam dünyasının tam ortasında başka bir din kimliği ile kurulmuş olan bu küçük devletin yalnızlığı, yapayalnız kurulmuş olan İsrail’in konumunu kurtarmak üzere, Türkiye kendisinin de parçalanmasına neden olacak yönde, Orta Doğu ‘da çok uluslu bir federasyon yapılanmasına doğru zorlanmaktadır.

Sovyetler Birliği kurulurken engellenen Türk dünyasının birliği ve bütünlüğü oluşumu, bu birliğin dağılması sonrasında yeniden gündeme gelirken, Türkiye’nin önünün ABD-İsrail ikilisi ile birlikte Yahudi asıllı patronların kontrolü altındaki küresel şirketler tarafından kesildiği ve Türk dünyası ile Türk kimliği üzerinden bir bütünleşme sürecinin başlatılması gerekirken, ABD ve İsrail ikilisinin çıkarları doğrultusunda ılımlı İslam politikaları üzerinden Türkiye’nin laik devlet yapısı ile  katı İslamcı gidişe karşı, İsrail için bir şemsiye olarak kullanılmak üzere yeni dönemde  Orta Doğu federasyonu kurulmaya çalışılmıştır. Türk devletinin   çok uluslu bir Orta Doğu yapılanması için Irak ve Suriye savaşları aracılığı ile merkezi alana çekildiği görülmüştür.

Küçük İsrail’i kurtaracak Büyük İsrail projesini gerçekleştirmek üzere, Türkiye kendisini de parçalayacak ve eyaletler üzerinden bölgesel federasyonunun içine çekecek, Büyük Orta Doğu ya da Büyük İsrail isimli bölgesel federasyon projelerinin yönünde, Türk devleti gerçek kimliğinin içinde bulunduğu Türk dünyasına sırtını dönerek fazlasıyla uzaklaştırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Türk dünyasından uzaklaştıkça Türk devletinin kimliği fazlasıyla tartışılmaya başlanmış, devletin adında ya da kimliğinde “Türk” kavramı yokmuş gibi hareket edilmeye başlanmıştır. Kimileri alt kimlikleri hortlatarak Türklüğü ortadan kaldırmaya, bazıları da Türklüğü ezerek yok etmeye doğru yönelirken, Türkiye’nin ülkesi yabancı bölgesel federasyon planları doğrultusunda eyalet ve şehir devletlerinin içinde birlikte yer alacakları bir bölgesel federasyona doğru, küresel emperyalizmin hazırladığı yapısal değişiklikler çizgisinde yönlendirilmeye başlanmıştır. Merkezi alanda Türkiye ya da İran gibi ülkelerin kendi düzenlerini kurmaları engellenirken, bölge devletlerinin alt kimlikler aracılığı ile parçalanarak, ortaya çıkacak yeni eyalet devletleriyle ABD-İsrail ikilisinin yeni federasyon projesi kurulmaya çalışılmıştır. Böylesine bir bölgesel oluşum için, Türkiye Türk dünyasına uzak tutulmuş ve Avrupa Birliğine alınmamıştır.

(Yazının devamı için tıklayınız)

https://www.bursaarena.com.tr/ne-yeni-osmanlicilik-ne-de-neo-kemalizm-2-makale,9337.html

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.