Sahabenin bazılarına isnat edilen ve hadis musannıflarının (sınıflandırıcıların) elinde birkaç asır kaynak vazifesi gören sahife ve cüz'ler bir tarafa bırakılacak olursa Abdullah b. Abbas'a nisbet edilen tefsir müstesna, kaynakların, muhtelif vesilelerle mübhem olarak haber verdiği kitaplar yığınından bize kadar muayyen isimler dışında herhangi bir şey intikal etmiş değildir. Mesela hadisleri yazmış olması bakımından Abdullah b. Amr'ı kendisine tercih ettiği söylenen Ebu Hureyre'nin yanında Peygamber'in sözlerini ihtiva eden birçok kitabın bulunduğu rivayet edilir. el-Hasen el-Basri’de, yanında bulunan bu mahiyette birçok kitabı, meraklılarına zaman zaman arz edermiş. Kaynaklarda bu kabil umumi mahiyetteki kitap haberlerine sık sık rastlamak mümkündür.

Mezkûr (zikredilen) kitapları muayyen isimler altında meydana getirenlere -hadis ravilerini tabakalara ayıranlarca- umumiyetle “tabiîn'in orta tabakası” diye adlandırılan kimseler arasında rastlanmaktadır. Bu tabakanın başında zikredilen el-Hasen el-Basri (öl. 110), Mucahid (öl. 103) ve İkrime (öl. 107) gibi birçoklarının birer tefsir sahibi oldukları anlaşılmaktadır. Kaynaklarda zikri geçen bu tefsirlerin, daha sonraki asırların müfessirlerine, sahih rivayetlerle intikal ettiği anlaşılmaktadır. Mesela Sa'lebi (öl. 427), el-Keşf ve'l-beyan adlı tefsirinin mukaddimesinde, bu gibi kitaplar hakkında oldukça kıymetli malumat vermektedir. Onun vazıh olarak bildirdiği senedlerden anlaşıldığına göre, o, tefsirinin telif esnasında, bu kabil kitaplardan bir çoğunun muhtelif rivayetler halinde gelen nüshalarına müracaat etme imkanına sahip bulunmuştur.

Daha sonraki müelliflerin, Taberi'nin (öl. 310) kendisinden önceki literatürün büyük bir kısmını nakleden tefsirinin rivayetlerinin kaynakları olarak saydıkları eserler arasında, bu ilk devrin mahsulü birçok tefsir bulunmaktadır." Bize kadar gelmemiş olmakla beraber, sahabe ve tabiînin ilk ve ikinci tabakasına ait birçok tefsir kitabının, “şahife” ve “sunen” musannaflarındaki hadisleri tahric ederken, şarihlerin bize dolaylı olarak vermiş oldukları malumattan ve aynı tip tefsirlerin daha müteahhir olup bize kadar intikal etmiş bulunanlarından, muhtevalarının büyük bir kısmının hadislerden ibaret olduğunu öğreniyoruz. Tabiînin ikinci tabakasından bugün elimizde birkaç nüshası bulunan, el-Hasen el-Basri'nin, Mekke'nin şeref ve fazailine tahsis olunmuş risalesinin muhtevası da aynı mahiyettedir.

Kaynakların daha ziyade kitap çokluğundan bahsettiği devir, tabiînin müteahhir devresini teşkil eden ve hasseten Zuhri'yi (öl. 124) içine alan safhadır. Bu safha, umumiyetle kaynaklarda hadisin tedvin devri ve Zuhrî ilk müdevvin (toplayıp bir araya getiren) sayılır. Hadislerin çoğalması üzerindeki amillerden sarf-ı nazarla, bunların sahife ve cüzler halinde tespiti üzerinde, siyasî mülahazalar veya mezhep mücadeleleri de rol oynuyordu. Mesela Şia mensubları kendi doktrinlerini takviye için vesika mahiyetinde olan yazılı kaynaklara Sünnilerden daha çok ehemmiyet veriyorlardı. Bir kısmı apokrif olmakla beraber, Ebû Ca'fer et-Tüsi'nin (öl. 403) Fihrist'i bu devre ait birçok isim saklamıştır. Buna mukabil sünnî olan Zuhri'nin de Emeviler tarafından hadislerin cem'ine memur edildiğini bilinmektedir.

Hadislerin Tedvini

Hadisin tedvini bahis mevzuu edildiği zaman umumiyetle Zuhrî ilk müdevvin olarak gösterilir ve onun devrinin Emevi idaresinin “Umer b. Abdil'aziz'in” hilafetine rastlayan safhası, hadis tedvininin başlangıcı sayılır. Hadis edebiyatının, terceme-i haller münasebetiyle, hadislerin nakil kaidelerinin izahında (tahammulu'l-'ilm meselesinde), hulasa muhtelif vesilelerle yazılı kaynaklara ait verdiği haberler, bu adı geçen devri böyle bir mebde olmaya müsait gösteriyor. Hadislerin “şahife” adlı birtakım yazılı vesikalara dayandığını göstermek hususunda selefi Sprenger'in mesaisini devam ettiren Goldziher, aksine, İslami kaynaklar tarafından gösterilen ilk tedvin çağını takriben bir asır kadar geç başlatmak ve bu devri Zuhri'den ilk müsned hadis kitaplarının meydana geldiği üçüncü asır başlarına kadar indirmek istiyor.

Kitabında bu tedvin işinin başlangıcına ayırmış olduğu kısım ehemmiyetli bir yer işgal eder. Hadislerin tedvin devrini değiştirmek veya bir asır kadar tehir etmek için takip ettiği yol oldukça çetrefildir ve tezatları bizzat kitabında mevcuttur. Nedense onun, bir defa tasavvur etmiş olduğu neticeye varmak için bazı garip izahları vardır. Bunun münakaşasına girişmeden evvel kaydedelim ki, Goldziher'in tezat olarak tasavvur ettiği ve dolayısıyla ortadan kaldırmaya çalıştığı iki ayrı menşe vardır. Bunlardan biri hadislerin tedvini, diğeri ise hadislerin tasnifidir. İslami kaynakların bu ikisi için ileri sürmüş oldukları tarif bariz şekilde birbirinden ayrıdır. Birincisi için evvelu men devvene'l-hadis, ikincisi için evvelu men sannefe'l kutub tabirini kullanırlar. Birincisiyle hadislerin kitaplarda toplanmasını, ikincisiyle ise müdevven hadislerin muayyen bablara göre tasnifini kastederler. İşte kaynakların bu iki mebde için bahis mevzuu ettiği tarih ayrıdır ve şüphesiz ki, tedvin tasniften evveldir. Nasılsa Goldziher bu farka dikkat etmemiş, yani tedvin ile tasnif devrini birbirinden ayırmamış ve dolayısıyla İslami kaynakların bu ikisi için farklı olarak gösterdiği iki tarih arasında bir tezadın mevcut olduğunu farzetmiş, birini ortadan kaldırmaya çalışarak, tedvine ait haberleri kaynaklarını zayıf addederek bu neticeye ulaşmıştır. O şöyle demektedir:

Müslüman müelliflerin, hadislerin cem'ine dair vermiş oldukları en eski haber, Muhammed b. el-Hasen es-Şeybani vasıtasıyla Malik b. Enes'ten II. 'Umer'in, Ebu Bekr b. Amr b. Hazm'a "Peygamber'in hadisini veya sünnetini veya 'Umer'in ahbarına dair ne varsa topla ve bana yaz; ben ilmin silinip alimlerin ortadan çekileceğinden korkuyorum." şeklinde verdiği yazılı emirden ibaret olan rivayettir. Bu haber çok zaman ele alınmış ve sık sık hadislerin yazılı mebdeini tespit için kendisinden faydalanılmıştır. Modem edebiyat tarihi birçok defa buna tarihi bir karakter atfetmiştir. Şüphesiz biz bununla daha ziyade II. 'Umer'in, seleflerinin dine karşı lakaydilerini silmek ve islam idaresinde yeni bir devri başlatmak gayretinden ibaret bir hamiyetin bahis mevzuu edildiğini hatırlıyoruz. Bundan başka II. 'Umer'in hadisleri yazdırma ve cemettirme arzusu ile beraber, bazı hadislerin bahusus Amr’a bint Ubeydillah b. Ka'b b. Malik (öl. 106) tarafından mahfuz sahifeleri istinsah ettirdiğini biliyoruz.

Söylenildiğine göre, Halife, ibn Sihab ez-Zuhri'ye hadislerin yazılması emrini vermiştir. (Kitabu'l-eva'ilinde kadim otoritelere işaret eden) Suyüti'ye göre bu mecmua, bu sahada yapılan ilk deneme olmuştur. Böylece, adı geçen Halife'ye karşı hürmet ve takdirle dolu bir neslin, onun ismiyle hadis edebiyatı arasında sıkı bir münasebet kurabilmek için ne kadar gayret gösterdiğini ve aynı zamanda, onun, Peygamber'in bazı sözlerini sahih şekilde muhafaza hususundaki gayretinde fukahadan geri kalmadığına inandıklarını görüyoruz.

Bununla beraber, muhtelif taraflardan tedavüle çıkarılmış haberlerin arzettiği tezatlar yüzünden, hadislerin sistematik cem'ini 'Umer b. Abdil'aziz'in teşvikine hasreden Şeybani'nin işaret ettiği tarihin bu edebiyatın mebdei olduğunu kabul etmiyoruz .. Goldziher bu husustaki haberlerin biraz daha münakaşasını yaptıktan sonra şöyle demektedir: Fakat İslami edebiyat tarihinin hadis edebiyatının mebdeine dair diğer haberleri çok daha müspet görünmektedir. Hatta bu haberler -göreceğimiz veçhile- bu edebiyatta bir müddet sonra gerçekleşmiş olan bir merhaleyi, onun daha bu 2. asırdaki gelişme aşamasının bir özelliği olarak öne alırlar." O, bu sözüyle de İslami kaynaklarda ilk musannaf eserler için zikredilen tarihi bile bir hayli önce olması lazım gelen ilk tedvin için caiz görmeyerek, nedense aynı şey olarak farzettiği tedvin ve tasnifin mebdeini bir asır kadar sonraya almak istiyor. Onun, bu tedvin ve tasnifin mebdei için İslami kaynakların zikretmiş olduğu iki ayrı devri birbirine karıştırmış olduğu, ifadesinden vâzıhan anlaşılıyor. Bu yüzdendir ki, o, kaynakların haberlerini mütenakız buluyor.

Hakikatte hiçbir kaynak, hadislerin sistematik cem'ini 'Umer b. Abdil'aziz'in teşvikine hasretmiş ve hadislerin tasnifini onun devrine kadar götürmüş değildir. Kaynaklar sadece hadislerin tedvini ile onun arasında bir münasebet kurmaya çalışırlar. Emevi devletinin, hadisin kitabetine yabancı olmadığı, Zuhri'yi yazmaya zorladıkları ve bunun delilleri, bizzat Goldziher'in kitabında zikredilmiştir. Diğer taraftan o, aynı ey için ileri sürülen iki tarihten birincisini ortadan kaldırabilmek için Muvatta’nın Şeybani rivayetiyle gelen haberini zayıf buluyor, diğer kaynaklarla takviye edilmemiş olduğunu ifade etmek istiyor. Aynı haberi İbn Sad Kitabu’t –tabakati’l kebir’inde; Buhari, Sahih’inin "Kitabu'l-ilm" kısmında ve Kitabu't-tarihi sagir’inde, Darimi, Sunen'inde ve daha sonraki birçok kaynak zikretmiştir. Bununla beraber, hiçbiri Ebû Bekr b. Amr b. Hazm'ı (öl. 120) Goldziher'in iddiası hilafına ilk müdevvin kabul etmiş olmayıp, sadece' Umer b. Abdil'aziz'in ona bu hususta emir verdiğini, onun da birkaç kitap meydana getirdiğini kaydederler. İlk müdevvin olarak daima Zuhri gösterilir. Zuhri'nin devrinde, hadis kitaplarıyla, muhaddislerle ve hayatlarıyla ilgili rivayetlerden de anlaşıldığı veçhile, hafıza artık hadis naklinin tek vasıtası olmaktan çıkmış, fonksiyonu geniş ölçüde yazıya intikal etmiş bulunuyordu. Zuhri'ye hadis ihtiva eden kitaplar getirilir, kendisinden rivayet edilip edilemeyeceği sorulur ve böylece kitabın muhtevasını teşkil eden hadisler onun adını isnad silsilesine alan senedlerle rivayet edilirdi. Yahut bizzat o, elinde yazılı hadis mecmualarını, tilmizlerine kendinden rivayet etmeleri maksadıyla verirdi. Maamafih aynı devre ait haberler Zuhri'nin muasırlarının da birçok kitaba sahip olduğunu göstermektedir. Hadisleri yazmaya Emevi halifeleri tarafından zorlandığını söyleyen Zuhri'nin bilahare yazmış olduğu hadisler, Halife Velid'in öldürülmesinden sonra saray kütüphanesinden nakledilirken birkaç hayvan yükü teşkil edecek kadar çoğalmıştı. Biraz daha genç muasırı Hişam b. Hassan (öl. 147), el-Hasen el-Basri ve Ata'ın ravisi Havseb'in birçok kitabını ele geçirmişti.

Diğer muasırı el-A'la b. Abdirrabman (öl. 139) daha sonra İmam Malik'in yanında bulunan Sahife'sinden nakletmek isteyenler için, ya tamamını almalarını veya hiç almamalarını şart koşardı. Zuhri ve muasırları zamanında veya hicri ikinci asrın başında kitapların artık bahis mevzuu olmaya başladığı zamanlarda hadislerin bir kısmının şifahi nakil usülüyle rivayet edildiği görülüyor. Esasen hadis kitaplarının hangi devirden sonra, malzemelerini tamamen yazılı kaynaklardan aldığı hususunda kat'i bir şey söylemek imkanından mahrum bulunuyoruz. Bununla beraber, bize kadar gelmiş olan hadis müdevvenatında bulunan senedler zincirindeki ravilerin, yapılacak mukayesesinden sonra, bu devrin tayininin, takribi bir şekilde mümkün olacağını tahmin ediyoruz. Muhakkak olan bir şey var a, o da şudur: Hadislerin menşeinden uzaklaşıldıkça ve materyal çoğaldıkça, kitaplar, hadislerin muhafazasının inkar kabul etmez bir vasıtası olduklarını pek gecikmeden bir zaruret halinde ortaya koymuş bulunuyorlardı. el-Hatib el-Bağdadi, hadislerin kitaplar halindeki tedvininin tabii gelişmesini öyle izah etmektedir: Hadislerin yazılması işi, bir müddet nahoş karşılandıktan sonra, geniş çapta tatbik sahası buldu ve hadislerin kitaplar halinde tedvinine başlanıldı. Zira rivayetler yayılmış ve isnadlar uzamış, ricalin adları, künyeleri, nisbetleri çoğalmış ve senedlerin ifade tarzı muhtelif şekiller almış, hulasa insan hafızası şu saydıklarımızı zabdebilmekten aciz kalmış, (yazılı) hadis ilminin sadece hafızaya dayanan bir bilgiden daha sağlam olduğu hakikati ortaya çıkmıştır.[1]

Hadis ilminin gelişimi hakkında bu bilgileri paylaştıktan sonra mevzû (uydurma) hadis ve bunun sebepleri üzerinde de inceleme yapmak gerekmektedir: Hadis uydurma işini ne zaman başladığı meselesi hadis ilmi ile meşgul olan bazı alimler arasında ihtilaf mevzu olagelmiştir. Peygamber henüz hayatta iken Medine civarında bir kabile halkını Resulullah tarafından tayin edilmiş bir memur olduğunu söyleyerek aldatmak isteyen şahsın durumunu ele alan ve hadis uydurma faaliyetinin bu suretle başlamış olduğunu söyleyen İbni Hazm (ölm.456/1063) gibi müellifler vardır. Öte yandan asıl hadis uydurma hareketinin çok sonraları başladığını kabul edenler de olagelmiştir. İkinci görüşü müdafaa edenlerin Hz Peygamber zamanında hadis uydurmaya başlandığını kabul ettikleri takdirde sahabelerin töhmet altında bırakılmış olacağı endişesini taşıdıkları dikkati çekmektedir Halbuki Kur'an-ı Kerim ve Hz. peygamberin sözleri ashabın dindarlık ve ahlaki faziletini belirttik den başka onların hadislerde bir fazlalık veya noksanlık yapmamak için gösterdikleri titizlik ve fedakarlık da şüphe götürmez bir gerçek olarak bilinmektedir. Birde hadis uyduranlar umumi olarak gözden geçirdiğimizde bunları arasında kötü niyetlilerin İslam düşmanlarının büyük bir yekun tuttuğunu nasıl görüyorsak Hz peygamberin hayatında onun düşmanlarının münafıkların ona Yalancı, Mecnun, Sihirbaz ve Şair demek cüretinde bulunan nicelerinin mevcut olduğunu hesaba katmak suretiyle bunların icat ettikleri bir sözü peygambere nisbet edebileceklerini ihtimal vermek daima mümkündür[2].

Hz Peygamber hayatta iken onun sayısız düşmanlarının bulunduğunu ve bunların hadis adı altında birtakım sözler uydurabileceklerini ifade eden Muhammed Zübeyir Sıddıki de bu husustaki kanaatini şu sözlerle belirtmektedir: “hadiste sahtekarlığın başladığı devri tayin etmek alaka çekici bir meseledir. William Muir Onun halife Osman zamanında başladığı kanaatindedir fakat Muhammed Zübeyir Sıddıki, onun bizzat peygamber hayatında neşet etmiş olduğunu düşünmektedir. Düşmanları onun mes’ul olmadığı sözleri ve fiilleri uydurup ona isnat etmekten geri kalmadı. Böylece olun yanlış tanıtmakta maksatları halk efkarını onun aleyhine kıyam(ayaklandırmaktı) ettirmekti[3]. Şurasında belirtmek gerekir ki Hz Peygamber devrinde bu münferit hadise dışında böyle bir vakaya tesadüf edilmemektedir. Hazreti peygamberin vefatını takip eden Hz Ebubekir (11-13/632-634) ve Hz Ömer (12-23/ 634-643) devirlerinde hadis uydurulduğuna dair zan ve tahminden öte kesin bilgilere sahip değiliz bununla beraber münafıkların ve dinden dönme hadiseleri sırasında mürtedlerin maksatlarına uyan hadisler icat etmeleri ihtimal dışı değildir[4].

Ashab-ı kiramdan hadis rivayetinde bazılarının çok hassas bazılarının da çok hassas olmadığı görülmektedir. Mesela Abdullah Bin Mesut son derece titiz ve uyanık davranan sahabelerden biridir. Hz peygamberden bir hadis rivayet edeceği zaman boyun damarlarının şiştiği terlediği ve gözlerinden yaşlar arttığı görülmüştür. Yine aynı şekilde Hazreti Ömer'in görevlendirdikleri kişilerin gittikleri yerlerde az hadis rivayet etmelerini istemiş bununla ileride ortaya çıkabilecek hiçbir kayda tabi olmadan diledikleri gibi hadis rivayet etmek isteyenlere mani olmak arzusu söz konusudur[5].

Hadis rivayetleri konusunda titizlik göstermeyen Ebu Hureyre’ye(ölm. 57 veya 58/676 veya 677) karşı Hz Osman (öl.35/655) onu Devs dağlarına göndermekle, Kab’ı (ölm. 32/652) ise Kırede dağlarına sürmekle tehdit etmiştir. Hadisleri kabul etmekte ki hususi metodu ile Hz. Ali dikkati çekmektedir. Hz Peygamberin söylemediği bir sözü ona nispet etmektense gökten yere düşmeyi tercih ettiğini söyleyen Hz Ali Hz.Peygamberden bizzat duymadığı hadisleri rivayet edenlere yemin ettirdi[6].

.

Hadis uydurmanın sebepleri

Fırka, mezhep ve kabilesini müdafaa gayreti

Hz Osman'ın Şehid edilmesi ile birlikte su yüzüne çıkan muhtelif batıl fırkalar fikirlerini yayabilmek için halkı davalarının doğruluğuna inandırmak ve böylece taraftarlarının sayısını artırmak durumunda idiler. Bu itibarla ilk olarak Kur'an-ı Kerim'e sonrada hadislere başvurarak onlarda prensiplerine destekleyecek naslar aradıklarından şüphe edilemez. Bazen birbirine zıt görüşler ileri süren fırkaların gayelerine uygun delilleri bu iki kaynakta bulamayacağına söz götürmeyeceğinden bu defa bazı fırkalar Kur'an-ı Kerim'i arzuları istikametinde tevhile hadisleri de aşırı bir zorlama ile tefsire çalıştılar. Kur'an-ı Kerim hafızlarının onu rivayet ve tilaveti ile meşgul olanların çok oluşu bu yönde daha fazla ilerlemelerine engel teşkil ediyordu. Lakin hadis-i şeriflerin tamamının o çağlarda Kur'an-ı Kerim'de olduğu gibi henüz muayyen kitaplarda tedvin edilmeyişi onlarda yapılacak tahrife nispeten imkan veriyordu. Bu durumdan faydalanan batıl fırkalar hadisler üzerindeki tariflerini başlıca iki şekilde yapmışlardı:

1.İhtiyaçlarını karşılamayan ve işlerine gelmeyen hadislerin Hz Peygamber'e nispetini inkâr ederek uydurulmuş olduklarını iddia etmişlerdir.

2.Görüşlerini takviye etmek için devamlı olarak dinî naslara muhtaç olduklarından hasımlarının karşısında delil ve hüccet olsun diye hadisler uydurarak bunları Hz peygambere İsnat eylemişlerdir[7].

.

Kelam ve Fıkıh mezhepleri ve hadis uydurmakta ki yerleri

Aralarında Hz Peygamberin bulunduğu devirlerde daha çok İslam dininin esas ve teferruatına öğrenmekle meşgul olan sahabeler problem sayılabilecek meselelerde pek fazla karşılaşmıyorlardı. Daha sonraki devirlerin en mühim problemleri haline gelen meseleler onları ilgilendirmemiştir. Bu ne’vi meseleler hakkında Kur'an ve hadislerde verilmiş olan bilgilerden fazlasını aramışlardır. Bununla beraber herhangi bir problemle karşılaşınca da da müşküllerini derhal halledebilecek bir imkâna sahiptiler. Lakin İslam'ın hudutları genişleyip muhtelif din ve mezhep sahiplerinin çeşitli fikir saikler ile karşılaştıklarında ortaya bir takım meseleler çıktı. Allah'ın sıfatları zatının aynı mıdır değil midir? Kur'an mahluk mudur insan fiilinin halıkımı ve benzeri gibi. Bu suretle vücut bulan Kelam mezheplerinden mesela Mutezile gibi bazıları zaman zaman hükümetlerce resmen desteklenmiş daha yaygın daha müessir bir durum kazanmış netice itibariyle de diğer mezheplerle aralarında zaten mevcut olan ihtilaf daha büyümüştür. Bütün bu anlaşmazlıklar ve rekabetler sebebiyledir ki her mezhep siyasi fırkaların yaptığı gibi kendi fikirlerini peygamber sözü ile desteklemek yoluna gitmiştir. Sözgelişi kader veya cebir ve ihtiyar meselelerinde ihtilafa düşen kelamcılardan bazıları mezhebini takviye eden hadisler uydurmayı mübah saymışlardır. O hususta peygamber hiçbir şey söylememiş olsa bile imamlarının adına varıncaya kadar kendilerini tebcil eden muhaliflerle de lanet yağdıran sözlerine nebevi bir mahiyet vermişlerdir[8].

Kelam mezheplerinde olduğu gibi fıkıh mezheplerinde de muhtelif tesirlerle hizipleşmeler olagelmiştir. Bu mezheplerin imamları dine ve sünnete ne kadar bağlı ve hizipleşme fikrinden ne derece uzak olurlarsa olsunlar müntesipleri arasında tarafgirlik saikiyle uydurmacılık cereyanlarına kapılanlar çıkmıştır. Bu cereyan mezheplerin teşekkül ettiği çağlarda ve bilhassa İmam Ebu Hanife zamanında korkunç derecede yaygın bir hal almıştır. Mezheplerin Bu mevzuda ki durumlarına temas eden âlimlerin müştereken iktibas ettikleri bir mesaj vardır ki Hanefi ve Şafi mezhebi taraftarları bazı cahil ve cüretkâr gruplar arasında bir zamanlar bütün şiddetiyle hüküm sürmüş rekabetin izlerini taşımaktadır. Bu uydurma haber Hanefi olduğu muhtemel bulunan Me’mun bin Ahmet El Herevî’ye aittir. Buna göre Hz Peygamber Ebu Hanife'nin geleceğini müjdeleyecek ve diyecektir ki ümmetimden Muhammed Bin İdris (eş-şafi )adında bir şahıs zuhur edecektir. O ümmetime Şeytandan daha zararlı olacaktır. Ve yine ümmetim arasında adına Ebu Hanife denecek bir zat gelecektir ki o ümmetimin ışığıdır. Mevzuat kitaplarında Ebu Hanife'nin ve diğer Mezhep imamlarının menakıbına dair icat edilmiş başka uydurma misaller de bulmak mümkündür.

Muhtelif mezheplerin abdest namaz ve bunun gibi ibadetlerini ifa şekilleri üzerinde ve tamamen teferruata dair birbirlerinden farklı bazı görüşleri vardır. Mezheplerin mutaassıp taraftarlarından bir kısmı bu nevi basit ayrılıkları büyüterek ana meseleler haline getirmiş ve mezheplerin tatbikatını tasvip edecek olan hadisler uydurmaktan çekinmemişlerdir. İşte misalleri: “rükuda ellerini kaldıran kimsenin namazı sahih olmamıştır”, “ağza ve burna üç kere su vermek farzdır”, İbni Ömer demiştir ki ben Hz Peygamberin Ebubekir ve Ömer'in arkasında namaz kıldım besmeleyi cehri(sesli) okudular. Diğer taraftan ehli hadis ve gerek ehl-i rey fıkıhçıları da bu fasit daireye girdiklerinin misallerine rastlamak mümkündür. Muaz bin Cebel’i Yemene vali olarak gönderirken onu Kur'an ve hadiste bulamayacağı şeyleri rey’i ile halledeceği söylemesini tavsiye eden Hz Peygamberin “dinde reyine dayanarak kim konuşursa onu derhal öldürünüz” diyebileceği söz konusu olamaz[9].

.....

Yazının devamı için tıklayınız

.....

_________________________________________________

[1] M. Fuat Sezgin, a. g. e., s. 62.

[2] M. Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler Menşe’i Tanıma Yolları Tenkidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1980, s. 23-24.

[3] M. Yaşar Kandemir,a. g. e., s. 25., Muhammed Zübeyir Sıddıki, Hadis Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1966 sayfa 119.

[4] M. Yaşar Kandemir,a. g. e., s. 25., Muhammed Zübeyir Sıddıki, a.g. e., s. 119.

[5] M. Yaşar Kandemir,a. g. e., s. 27.

[6] M. Yaşar Kandemir,a. g. e., s. 28.

[7] M. Yaşar Kandemir,a. g. e., s. 31.

[8] M. Yaşar Kandemir,a. g. e., s. 42-43.

[9] M. Yaşar Kandemir,a. g. e., s. 47-48.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.