İnsan yaratılmadan önce tüm âlem yaratılmıştı. Âlem yaratılmışlığıyla insansız noksan olarak bulunuyordu. Çünkü insan, yaşamın içinde yer alarak âlemi keşfetme sonucu Rabbini keşfederek tamlayacak olandı. Dünya, dünyanın içerisindeki her şey ve içerisindeki her şeyle âlem, taşıdıkları sırrı açığa çıkartacak olan insanı bekliyorlardı. Yaratılış sebebi olan, yaşamın içinde yer alarak yaratılmışlığın sırrını keşfedecek olan insan beklenen zaman geldiğinde, Rab tarafından asli görevini yapması için yani yaratılmışlıktan ve kendisinden kendisini yaratan Rabbi keşfetmesi için yaratılarak, âlemin içinde var olmaya başladığında insanla tamlanacak olanlar için beklenen gelmiş oldu.

Şimdi bunları neden anlatıyorum? Çünkü insan yaşamın içinde bizzat bulunmalı ve yaratılışından gelen, araştırma, sorgulama, inceleme, analiz etme, yorumlama, tanımlama, öğrenme, okuma, anlamlandırma, bilme ve keşfetme özelliğini kullanmalıdır. Çünkü yaratılış sebebi budur ve Allah insana bu görevi yüklemekte ve bunu istemektedir. İslam’a kadar olan tüm dinler ve Peygamberimiz Hz. Muhammed’e kadar olan tüm peygamberler ile son din, son peygamber olan İslam ve Hz. Muhammed ile son kitap olan Kur’an, insanlar yaratılış gayesinden uzaklaşarak asıl görevlerini terk edip mahlûklaştığı için gelmişlerdir. İslam, mahlûklaşan insanı tekrar kendisine tanıtarak insanlığı öğretip yaşamın içerisinde yaşamaya davet etmektedir. İslam mensubu, peygamber ümmeti olmak, yaşamın içinde yer alarak seyir ve keşif üzerine sürekli üretmekle mümkündür. Şunu iyi anlamalıyız ki din insan için olduğundan insana gelmiş kutsî bir öğretidir. Dünyada sadece yaşamsallığını devam ettiren ve dünyevî çıkarlarının gerektirdiğini yerine getiren ama üretmekten, ilimden, sorgulayıp doğruyu bularak kendisini doğru üzerine tutmaktan hem maddeyi hem de manayı keşfetmekten uzak olan yaşam insanî yaşam değildir! Bu yaşam en fazla mahlûkcasına sürdürülen yaşamdır. Cenab-ı Allah, Araf suresi 179. Ayeti kerimesinde,

Andolsun ki, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Onların kalpleri vardır, fakat onunla gerçeği anlamazlar. Gözleri vardır, fakat onlarla görmezler. Kulakları vardır, fakat onlarla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler. Hatta daha da aşağıdırlar. Bunlar da gafillerin ta kendileridir.

buyurarak bizlere bu gerçeği ifade etmektedir. Cenab-ı Allah bizlere, “Kalbi olup bu kalple bir insanın olması gerekeni yaparak insanca yaşama sonucu yaşamın içinde var bulunarak araştırıp, sorgulayıp, öğrenip, keşfettiklerine önem vermezler, gözleri olup bu gözlerle insanı görmezler, kulakları olup bu kulaklarla insanı işitmezler. Bu sebeple onların yaşamı insanca değil hayvancasınadır hatta daha aşağıdadır çünkü onlar, insanî özellikleri varken kendilerini yaşamın dışına atmışlardır” demektedir. Bu ayetten anlıyoruz ki Cenab-ı Allah bizlerden yaşamın içinde olup insanlığımızı sonuna kadar kullanmamızı istemektedir. İnsan, kendisince kendisini belirli kalıpların içine sıkıştırarak yaşamdan uzaklaştırıyor ve taşıdığı kutsî değerleri kullanmıyorsa, yaptıkları Allah’ın istediği olmuyor. Allah’ın istediğini yapmadan Allah’a kul olmak mümkün değildir.

Allah’ın bizlere ikram ettiği yaşam, zahir ve mana olarak her iki değeri de taşımaktadır. Bizler, yaşamın içinde var olup çok çalışarak, okuyarak, gelişerek, keşifler yaparak, insanlığa ve tüm âleme faydalı olarak yaşamadıkça ahireti kazanamaz; İslam mensubu ve peygamber ümmeti olamayız. Denilir ki, “Yaşam ahirette cennette gerçekleşecek. Bu yüzden dünya yaşamı önemsizdir. Sizler gerçek yaşam için cenneti hak etmek adına bu dünyada sadece İslam’ın beş şartını yerine getirin gerisine karışmayın. Allah sizlerden bu beş şart dışında hiçbir şey istemiyor.” Hatta bunları diyenler insanı bu şart dışında asıl olan ahlakı da “İbadet ayrı yaşam ayrı! Yaşamın içinde ne yaparsanız yapın önemli değil ama ibadetinizi asla terk etmeyin” diyerek devre dışı bırakırlar. Bu sebeple, Müslüman aleminin içinde, yaşamdan kopuk olmayla, ilimden kopuk, araştırmadan kopuk, öğrenmekten kopuk, keşiften ve faydalı olmaktan kopuk, yaşamları yalan, dolan, hile, zulüm, öfke, gurur, kibir kin ve nefret içinde ama beş şartı aksatmayanlar doludur. Acı olan bu gerçeklik için söylenecek en güzel söz,

“Müslümanların Beş Prangası”

olacaktır. Evet, İslam, Kur’an ve peygamberle hiç alakası olmayan mevcut sistem, Müslümanları insanlık olan okumaktan, sorgulamaktan, anlamaktan ve keşfetmekten uzak tutarak, İslam olmadığı halde İslam gibi sunulan sistemin içinde, kullanılabilir köleler yapmak için, kendi gerçekliğinden uzaklaştırılarak içi boşaltılmış İslam şartlarını pranga haline getirerek Müslümanlara akılbalik oldukları andan itibaren takmaktadır. "Namaz kıl, oruç tut, hacca git, zekât ver, kelimeyi şehadet getir gerisine karışma" söylemleri Allah ve resulüne ait söylemler değildir. Bu söylemler olsa olsa ancak Allah’a giden yolların üzerinde oturan "iblis"in söylemidir. İnsanları insanlıktan uzak tutan sistem, var olan kavramları değiştirmez, kavramın içini değiştirerek kendisine hizmet eder hale getirir. İnsan da kendisini, Allah’ın kendisinden ne istediğini insanlığını kullanarak araştırma sonucu işitir hale getirmezse Allah adına konuşan iblislerden ne işittiyse onu gerçek zannederek uygulayarak Allah’ın dediğini yapmadan Allah’a kulluk yaptığını zanneder ki ne acıdır!

Bu sebeple Müslüman âlemi, kendisini içinde bulunduğu hayvandan daha aşağıda olan yaşamdan, zulüm ve şirk bataklığından kurtarıp insanlaşmak ve gerçekten Allah’a kul olmak istiyorsa; öncelikle kendisine vurulan bu beş prangadan kurtulup, yaşamın içine karışmalıdır. Dünyada cennet için yaşamak, dünyadan kopuk yaşamak değildir. "Namaz kılarım gerisi boş, oruç tutarım gerisi boş, tavaf ederim gerisi boş" diyen anlayışın kendisi boştur. "Yemek yedim karnım doydu mu doydu, su içtim susuzluğum gitti mi gitti, üzerimde kıyafetim, başımı sokacak evim var mı var, namaz kıldım mı kıldım, o halde işim tamam cennet garanti" demek Allah’a küfürdür.

Şimdi biz, kendimizi beş prangadan kurtaralım derken İslam’ın beş şartını yerine getirmeyelim demiyoruz! Ne kadar yaşamın içinde okuyarak, araştırarak, üreterek, keşfederek bulunursak bulunalım, İslam’ın şartlarını yerine getirmeden Allah’a kul olamayız. Biz, kendimizi beş şart üzerine yaşarken yaşamdan kopuk olmaktan kurtaralım ve bu beş şartı Allah’ın istediği gibi yerine getirelim diyoruz. Allah adına konuşanları işitmekten, Allah’ı işitmeye geçmeliyiz diyoruz. "Bizlere takılan prangaları kırıp gerçekten beş şart olanı yaparak kanatlanalım" diyoruz. İçi boşaltılmış ve bizi kendi insanlığımızdan, yaşamdan kopartan hal bataklıkta tutmaktadır. İnsan bataklıkta yaşasın diye yaratılmamıştır. İnsan, âlemin güzellikleri içinde bu güzellikleri keşfederek yaşasın ve yaşanılır kılsın diye yaratılmıştır.

İnsan, âlemde, yaşamın içinde ve her yerinde, her anda Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet etsin diye yaratılmıştır. Beş şart yerine getiriliyorken şehadet gerçekleşmiyorsa o zaman bu beş şart Allah’ın istediği gibi yapılmıyordur ki Allah’ın istediği gibi yapılmayan her şey insana vurulmuş prangadır. Prangalardan kurtulup beş şartın Allah’ın istediği gibi yerine getirilişi bizleri şahitlerden kılar.


ozkan.gunal@emekyayinevi.com

http://www.emekyayinevi.com

Youtube: Özkan Günal

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Mehmet şener 6 yıl önce

Haklısın sayın yazar.,insn kendi başına kendini düşününce çok haklı olduğunuzu anlyor.

Avatar
Nazan Tiryaki 6 yıl önce

EyvAllah Hocam, katılıyorum. sadece 5 şartı değil dinimizi olduğu gibi paranga yapdılar. Bu muaviye artıkları.