Varlığımız Allah’tan yine Allah’la, yaşam O’na muhtaçlıkla geçiyor. Vücudumuz, sıfatımız ve fiillerimiz denilen o bütünlükten bahsediyoruz varlık derken. Şimdi bunun farkında olan hangi hal üzere olur. Nefes almayı ele alalım. Günde kaç bin defa nefes alıp veriyoruz? Ortalama dakikada yirmi kez nefes alıyoruz. Ne kadar doğal ne kadar sıradan, hiç dikkatimizi dahi çekmeyen, toplu iğne ucu kadar önem vermediğimiz bir şey nefes almak. Çünkü eşyaya öyle çok önem veriyoruz ki önem verme hissiyatımızı o kadar çok gelip geçici şeylerde kullanarak tüketiyoruz ki, Allah’a muhtaçlığımız aklımızın ucuna bile gelmiyor. Önemli olan tek şey var, eşya, para! Bir nefes! Koah hastalarının halini düşünün! Bir nefes! Bunu yapamıyorlar, sen şimdi sahip olduğun zenginliği düşün. Âmâ olan insanları düşün. Biz şimdi sabah uykudan uyanıyoruz, açıyoruz gözümüzü, sanki bizim elimizdeymiş gibi, gözünü açtığın an başlıyorsun suretleri görmeye. O kadar sıradan, o kadar doğal, o kadar önemsiz ve basit bir şey ki. Görüyor oluşunun bir nimet olduğu gerçeğine kör olmak! Düşünebiliyor musun, görüyor oluşuna kör olmak. İşitiyor oluşuna sağır olmak, konuşuyor oluşuna dilsiz olmak! Kendi varlığına, varlığının Allah’a muhtaç olduğuna cahillik.
Farkındalık verildiyse, varlığının ne için yaratıldığını, varlığının sebebini sorgulamaya başlarsın. Ben bu işleri yapabiliyorum, Allah yarattığı için yapabiliyorum. Bu sıfatlarla donatılmışım, Allah donattığı için. Bu vücutla vücutlanmışım, Allah yarattığı ve mevcut olduğu için ve bana bu kadar güzellik, bu kadar nimet bahşetmiş. Allah benimle her anda. Düşünebiliyorum, sorgulayabiliyorum, akledebiliyorum, öğrenebiliyorum, keşfedebiliyorum, seyredebiliyorum, bana böyle donanımlar yüklemiş. İnsan olmamdan kaynaklı, başka hiçbir canlıda olmayan o kadar büyük nimetler ki bunlar ve bunların hepsi tek tek bir kutsiyet içeriyor. Peki, Allah bu kutsiyetiyle beni neden donatmış diye sorgulamaya başlarsın! İşte bu sorgulama insanı kendi gerçekliğine arif olmaya götürür. Şimdi, Allah’a muhtaç olan ve bu muhtaçlığın farkında olan kişi, kendisine ve yaratılış gayesine arif olup muhtaçlığını gideren Allah’a kul olmak, için gerekeni yapar.
Kulluk Allah’a yönelmekle olur. Kulluk boyutuna, mana boyutuna geçmiş oldu yönelerek. Yönelmek ikrar vermektir. Ne ikrarı verdik? “Benim elimden, ayağımdan, gözümden, dilimden kısacası varlığımın bütününden zahir olan her türlü isyana, şikâyete, küfre kendi gönül rızamla, isteyerek tövbe ediyorum, bir daha işlemeyeceğime söz veriyorum” dedi. Yani varlığı nispet etmemeye, ikilik çıkartmamaya, cehalet boyutundaki gibi yaşamamaya, düşünmemeye, isteklerde bulunmamaya, emmareyi görmemeye, işitmemeye, zikretmemeye söz verdi. Çünkü o haldi beni kendi hakikatime, kendi gerçekliğime cahil kılan. O hal üzere olmaya tövbe etmek, zulmanî vasıfların hâkimiyetinde olmaya tövbe etmek, varlığı nispet etmeye tövbe etmek!
Şimdi, verdiğin ikrar üzere ol yani yönelmiş olduğun kulluğun, erkânına, kurallarına göre, olması gereken hali kendinde oluştur. Eski yaşam tarzını terk, eski alışkanlıkları terk, eski arkadaşları terk, verdiğin söz bu. Eski yaşam tarzını terk ettik yerine tevhit üzerine yeni bir yaşam sundular. Eskisi ikilik ve şirk üzerineydi şimdi yeni bir yaşam serdiler önümüze. Eski arkadaşlıklarını terk, yerine bizliği verdiler, orada sen ben vardı, benlik vardı, ego vardı şimdi, bizlik, mana kardeşliği verildi. Bir arada kardeş olmayı verdiler. Eski alışkanlıkları terk, yerine alışkanlık olarak değil, farkındalık olarak Allah’ın lütfettiği nimetlerin şükrünü yapmayı verdiler. Seni oraya öldürdüler buraya dirilttiler, gerçek olması gerekene dirilttiler. Huzura, sükûnete, Allah’ın zikrine, Allah’ın muhabbetine ilmine dirilttiler yani dervişliğe dirilttiler.
Dervişlikle başladık muhabbete, varlığın muhtaç olduğunun farkında olmak, o farkındalıkla ikrar vermek ve verdiğin ikrarda sadakatle durup, dünyayı kalbinden çıkartmak. Dünyaya fakir olmak nedir? Yaşamak için yemek, yemek için yaşamamak. Bir insan dünyaya zenginse yemek için yaşar, dünyaya fakir olan yaşamak için yer. Yaratılış gayemize hizmet için ihtiyaçlığımız var, tıpkı nefes almak gibi yiyip içmemiz gerekiyor, giyinmemiz gerekiyor, barınmamız gerekiyor, beşerî sorumluluklarımızı yaşamsallığımızı sağlıklı bir şekilde devam ettirebilecek kadar yerine getirmemiz gerekiyor. Terk-i dünya olmak, yemekten, içmekten, barınmaktan uzaklaşmak, çırılçıplak bir şekilde ormanda aç susuz, sefil olarak yaşamak değildir. Sevgimizi, zikrimizi, muhabbetimizi, hizmetimizi yani genel tanımıyla kulluğumuzu dünyadan almanın Allah’a yöneltmenin adıdır. Dünyaya fakir yani yaşayabilecek kadar ye, örtünecek kadar giyin, başını sokacak kadar barın. Dünyaya yönelmeden, emmareye düşmeden, sevgini, muhabbetini, zikrini, hizmetini dünyaya yöneltmeden yani Allah’la arana sokmadan bulun dünyada. Allah kalbinde para cebinde olsun! Kalbindeki parayı çıkart oradan ve cebine koy!
İnsanlar Allah’la aralarına dünyayı sokuyorlar, bunlar dünyaya zengindirler. Gözü dünyaya açık, kulağı dünyaya açık, kalbi dünyaya açık. Hakk’a kör, Hakk’a sağır, Hakk’a fikirsiz olarak yaşıyorlar. Oysa biz artık kendisine derviş denilen olduk, dünyaya fakir olacağız, dünyaya tamah etmeyeceğiz, dünyaya yönelmeyeceğiz. İhtiyaçlarımızı imkânlarımız dâhilinde en iyi şekilde yerine getirirken, dünyanın, makamın, paranın, Mecnunu olmayacağız. Biz manaya zengin olacağız yani mananın Mecnunu olacağız. Kıblemizde dünya olmayacak, kıblemizde Hakk olacak!
Devam edecek