Cumhuriyetin ve Türkiye'nin yapması gereken inkılapların önünde Halifeliğin engel olacağı kesinlikle açıktır. İngilizler Sünni Hilafeti destelemek amacıyla Hint Müslümanlarını harekete geçirir. Böylece Şii Hilafet Sünni Hilafet diye İslam Dünyasında iki başlılık olacaktır. Asırlarca siyasi anlamda her hangi bir birlik sağlanamamıştır. İslam dininin siyasî bir iddiası da yoktur. O insanlara hidayet dinidir. Hilafet kurumları dinî değil tamamen tarihî ve siyasi kurumlardır. Bayram Zengin’in isabetli teşhisiyle “Şiiliğin geliştirdiği “İmamiye” teorisinin karşısına çıkarılmış Sünni bir “Halifelik” teorisidir”.

Hilafetin kaldırılması konusunda Mustafa Kemal Paşa'yı süratle harekete sevk eden bir olayda Hindistanda İsmailiye mezhebinin imamı Ağa han ile Alihan'ın halifenin siyasi durumunun korunması için İsmet Paşa'ya yazdıkları mektup ve bu mektubun daha İsmet Paşa'nın eline geçmeden muhalefeti temsil eden Tanin gazetesinde yayınlanmasıdır. 3 Mart 1924'te tarihli hilafetin ilgasına ve hanedanı Osmaniye'nin Türkiye Cumhuriyeti memalik-i hariciyesine çıkarılmasına dair kanunla Osmanlı monarşisinin dayandığı dini müessese de ortadan kaldırılmış ve yeni Türkiye demokratik ve laik gelişme yolunda son ve önemli bir adım daha atmıştır” (Eroğlu, 1989: 74).

Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet ve halifelik makamının sona erdirilmesinden sonra ihtiyacı hissedilen en önemli mesele yeni bir anayasa olmuştur. “Çünkü 1876 Kanuni Esasi halen resmen ilga edilmemiş ve 1921 Anayasası ise ihtiyaçlara cevap verebilmekten çok uzaktadır. Bu nedenle Büyük Millet Meclisi Kanuni Esasi encümeni bir anayasa taslağını 9 Mart 1924'te tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunmuştur. Taslak Metin 20 Nisan 1924 tarihinde kabul edilmiş ve 3 gün sonra 23 Nisan'da yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 1924 anayasası 1921 Anayasası'ndan farklı olarak nitelikli çoğunlukla 2/3 kabul edilmiş ve 6 bölüm ve 105 maddeden oluşmuştur” (Şahin, 2012: 17)

Engin Şahin'in “1921 1920 4961 1982 Cumhuriyet Anayasaları” kitabında 1924 anayasasının özellikleri şu şekilde özetlemektedir:

“1924 anayasası modern anlamda bir anayasanın taşıyabileceği tüm özellikleri içermektedir devlet organlarının görev ve yetkileri maddeler halinde düzenlenmiş ve vatandaşların temel hakları güvence altına alınmıştır. Ayrıca kendinden önceki anayasa ikilemine son vermektedir yani 1921 Anayasası'nın 1876 Kanuni Esasiyi ilga etmemesinden kaynaklanan çift anayasa sistemi 1924 anayasasının 104. maddesi ile son bulmuştur. Böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeni anayasasına kavuşmuştur.

1924 Anayasası anayasanın üstünlüğü ilkesini benimsemiştir. Yasaların ve anayasa dışındaki tüm mevzuatın anayasaya uygun olması gerekliliği 1924 anayasasının 103. maddesi ile zorunlu hale gelmiştir. Bu durum olması gereken bir hükümdür ve 1921 Anayasası'nın eksik yönüdür. Ancak yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir anayasal mekanizma ön görülmese de günümüzde bu görevi Anayasa Mahkemesi yapmaktadır ve 1961 Anayasası ile kurulmuştur. 1924 Anayasası'nın 1. maddesinin yani Cumhuriyet ilkesinin değiştirilmesinin 102. madde ile teklif edilmesi dahi yasaklanmıştır. Anayasa değişikliği ile ilgili bu süreçte cumhurbaşkanına bir veto yetkisinin tanınmamış olması söz konusudur. Cumhurbaşkanı anayasa değişikliklerini meclise geri gönderemez veya onaylamaz.

1924 Anayasası 1921 Anayasası'ndan farklı olarak meclis hükümeti sistemini kabul etmemiştir. Parlamenter sistem ile meclis hükümeti sistemi arasında karma sistem olarak adlandırılan sistemi benimsemiştir. Egemenlik yetkisinin sadece meclis tarafından kullanılması yasama ve yürütme yetkisinin mecliste olması, Cumhurbaşkanlığı veya Devlet Başkanlığı makamının öngörülmemiş olması ve meclisin hükümeti her zaman denetleyip düşürebilme yetkisi meclis hükümeti sistemi özellikleridir. Yürütme yetkisinin cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu arasında paylaşılması, cumhurbaşkanının Başbakanı ataması ve hükümetin güvenoyundan sonra teşekkül etmesi, hükümetin kolektif sorumluluğunun bulunması parlamenter sistem özellikleridir. 1924 anayasası Cumhurbaşkanlığı makamı öngörmüştür Cumhurbaşkanı devletin başıdır ve anayasada tanımlanmış yetkileri oldukça geniştir. 1924 Anayasası'nın 1. bölümünde genel esaslar yer almaktadır devletin şekli cumhuriyettir, dini İslam ibaresi 1928 yılında anayasadan çıkartılmış ve 1937 yılında laiklik ilkesi eklenmiştir. Egemenlik yetkisi sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilmiştir. 1924 Anayasası'nda yargı görevi bağımsız mahkemelere verilmiştir ve anayasanın 4. bölümünde düzenlenmiştir. 1921 anayasasının değinmediği boşluk böylece doldurulmuştur. Anayasaların olmazsa olmazı temel haklar bölümüdür ve 1924 Anayasası'nın Türklerin kamu hakları başlığını taşıyan 5. bölümünde 68- 88 maddeleri aralarında temel hakları sıralanmıştır. Bu durum da 1921 Anayasası'nın eksik kalan yanlarından bir diğerini tamamlanmasıdır” (Şahin, 2012:17-18)

Sonuç

1921 ile 1924 Anayasası karşılaştırılacaksa bu karşılaştırmadan 1924 anayasasının çağdaş cumhuriyetin ruhuna daha uygun bir tarihî anayasa olduğu anlaşılmaktadır. 1921 anayasası Osmanlı anayasası devamı olduğu gibi devletin iki başlı, saltanat ve halifeliğin olduğu bir dönemde hazırlanmıştır. Üstelik bugünde açık uçlu bir şekilde tartışılması netleşmemiş yerel yönetimler 1921 Anayasasında güçlendirilmiştir. Yerel yönetimler Türkiye’nin bölgeler arası dengesizlikleri ve terör olayları göz önüne alınmadan her belediye seçiminden sonra kayyum atanarak çözülebilecek bir problem değildir. Üniter yapı zayıfladıkça ve yerel yönetimler güçlendikçe devlet idaresi karşısında bu durum kontrol edilemeyen bir paradoks oluşturacaktır. Bölgeler arası sosyolojik sorunlar mevcut oldukça yerel yönetimler konusunda kimler hangi konularda güçlenmesini istiyor sorulmalıdır. Yahut hangi sahada güçlenmeli yahut üniter devletin zaafa uğratılabileceği alanlar dikkatli bir analize tabii tutulmalıdır.

20. yy’ın başında zorlu şartlar içinde Ankara’da büyük bir Millî Mücadele veren insanların Osmanlı Saltanat ve Hilafetine karşı gösterdikleri dengeleri koruyucu hassasiyet ile ortaya koydukları 1921 Anayasa’sının bugünlerde tekrar gündeme getirilmesi 21.yy’ın gerçeği ile bağdaşmamaktadır. Buna sosyolojik regresyon (gerileme) denebilir. Tarih her zaman doğru yahut yanlış icraatları değil zaruri (zorunluluktan kaynaklanan) olaylar bütünüdür. Bütüncül sistematik bir bakış açısı ihmal edip sadece duygusal bir tarih hayranlığı ile Anayasa değişiklikleri yapılacaksa Türk insanının ahvali üzüntü verici demektir. Bir an evvel insanımız, akademisyenler, aydınlarımız ve politikacılarımız bütüncül bir bakışla meselelere yaklaşmalı ve Karl Popper’ın söylediği gibi “hayat problem çözmektir” yaklaşımı ile hareket etmelidir. Milattan önce 475 (ölümü) Heraklitos bile “Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz” demektedir.

Türk Anayasa tarihi geriye hatta en geriye olumsuz örneklere dönerek değil millî hafızanın ışığında günümüzle ve gelecekle bağı koparmadan ileriye zamanın doğru akışına yürümeyi gerektirmektedir.

-

Kaynaklar:

Bülent Tanör (2002). Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 9. Baskı, YKY, İstanbul.

Engin Şahin (2012). 1921 1920 4961 1982 Cumhuriyet Anayasaları, Beta Yayıncılık, İstanbul.

Hamza Eroğlu (1989).Atatürk ve Cumhuriyet, TTKB, Ankara.

-

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.