Obanın en güçlü gençlerinden biriydi, Alabörü… Kısanın üzerinde, uzunun altında, ortaya yakın boyu vardı. Bütün kaslarının tek tek sayılabildiği, zayıftan biraz fazlaca, iriden biraz azca etli vücudu ile beyaz tenli, düz, seyrek, açık tonlu ve uzunca saçlı, alnı ve yanakları yuvarlak hatlı yüzü gösterişli, göz küreleri birbirinden uzak, gözleri badem şeklinde ve açık renkli bir yiğitti…

Hem güçlü, çevik, mücadeleci ve hem de yardımsever bir delikanlı idi. Obada yaşayan herkes tarafından sevilirdi. Aynı zamanda da bütün genç kızların dikkatini çeker, hayallerini süslerdi. 19 yaşında olmasına rağmen obanın en iyi avcısıydı. Çıktığı avdan boş dönmezdi ki obadan ayrılıp 10-15 gün sonra atının ardına yapmış olduğu sürükleme ile çok zaman irice av hayvanları getirirdi. Ailesi daha çocukluk zamanlarından beri Alabörü’nün kaybolup ortaya çıkmalarına alışmışlardı. İlk zamanlar meraklanmışlar daha sonraları her seferinde başarılı avlarla döndüğü için, gidip geç dönmelerini artık normal karşılamaya başlamışlardı.

Alabörü ’nün babasının adı Oktan, annesinin adı ise Dolunay ’dı. Babasının adı “ok atan” anlamını taşıyordu ki; bu ismi de ona dedesi vermişti. Oktan’ın dedesi Şaman’dı. Hisleri doğrultusunda torununun çok iyi ok kullanacağını bilerek, ona “Oktan” adını vermişti.

Oktan, Alabörü ’ye 4 yaşında ok kullanmayı öğretmişti. Alabörü, 9 yaşına geldiğinde oku ile havada uçan Danaburnu olarak bilinen böcekleri bile vurmaya başlamıştı. 10 yaşında babası ile ava çıkmış ve obanın çevresinde yaşayan en büyük erkek geyiği avlamıştı. O avdan sonra da obada avcılık konusu açıldığında Alabörü’nün adından söz edilmeye başlanmıştı.

Alabörü, yayını ve sadağını almış, atına atlamış ve yine ortalıktan kaybolmuştu.

Bir akşamüzeri çadırda dedesi ile babası geçmiş günlerden anlatırken bir av sırasında dedesinin yaralandığını duymuştu. Bir geyik avında dedesi bir kargaşa içinde boşta bulunduğunda bir geyik olanca hızı ile dedesine bir boynuz darbesi vurarak uzaklaşmış gitmiş ki; o hengâme geçtikten sonra dedesinin sağ kol altında vücudunda bir kanama olmuş, gömleğini yırtıp baktıklarında kısa fakat derin bir yara oluştuğunu görmüşler. Geyik öyle sert boynuz vurmuş ki, dedesinin bulunduğu yerde geyiğinde boynuzundan bir parça kırılarak düşmüş. O küçük boynuz parçasını dedesi hala saklıyormuş ve muhabbet esnasında da cebinden çıkardığı bir mendil içinde o küçük boynuz parçasını göstermiş. Obadakiler, içlerindeki saygı duydukları avcılarını yaralayan bu mücadeleci boz renkli büyük geyiğe “Bozboğa” adını vermişler.

……

Alabörü’nün bilinçaltına yerleşen bu yaşanmışlık, onu kırık boynuzlu Bozboğa’yı aramak için av yollarına düşürür.

……

Alabörü, büyük alaca kurt demekti. Adının özelliklerini taşıyan bir yiğitti, Alabörü. Ormanda korkusuzca aylarca yaşayabilecek bir birikime ve iradeye sahipti. O ormanda iken; bütün orman canlıları, ormanın içinde büyük bir alaca kurt dolaşıyormuş gibi tedirgin davranıyorlardı.

Alabörü gece gündüz demeden ormanın içlerinde gezebiliyordu ki; yine bir gece ormanda gezerken bir su birikintisinin önünde durakladığında, su üzerine vuran ay ışığının küçük dalgalar üzerindeki dansını izlerken arkasından gelen “Alabörü” sesi ile irkildi. Korkusuzca arkasına dönüp baktı. Aksakallı, mavilerle süslenmiş beyaz bir elbise içindeki ihtiyarın üzerinde, ay birkaç defa parlamıştı. Alabörü ’nün gözleri kamaşmış, hemen kendini toparlayarak “Be hey ihtiyar! İn misin, cin misin, kimsin” diye seslendi.

İhtiyar, “Korkma, yiğidim, ben büyükbabanın dostu Ayata’yım” dedi.

Alabörü, dedesinin anlatmış olduğu anılarının içinde her zaman yer aldığı için Ayata’yı hemen tanımıştı. Dedesinin anlatımlarında; gençliklerinde hem dedesinin hem de Ayata ‘nın çok iyi yetişmiş avcılar, savaşçılar olduklarını, yaşlandıklarında da birer bilge olduklarını biliyordu. Her ikisi de obada saygı gören, sözleri dinlenen ve hemen hemen her konuda bilgilerine müracaat edilen ak saçlılardan, ululardan olduklarını da biliyordu.

Alabörü, Ayata ‘ya “Ben, Gök Tanrı’dan başka hiçbir şeyden korkmam, senin atamın dostu olduğunu, ululardan olduğunu biliyorum. Sana saygı duyuyorum” cevabını vererek, başıyla Ayata ‘yı selamladı.

Ayata, Alabörü’yü çadırına davet etti. Birlikte, ulu çam ağaçlarının arasından geçerek orman içinde bulunan düz alanda, giriş kapısının sağında ve solunda mangallar yanan kabaca dört kişilik kıl çadıra geçtiler.

İçeride inanılmaz bir ferahlık vardı. Ortalık derli toplu ve tertemizdi. Bir köşede yere yayılı yün yatak, üzerinde de bir yün yorgan vardı. Yan tarafında bir yüklük, bir kenara düzenli bir şekilde konulmuş birkaç çanak çömlek, yatağın karşısına gelen içi kuru ot doldurularak yapılmış diz yüksekliğinde, arka kısmına yastıklar konulmuş, kabaca bir döşek, yerde serili geyik derisi olduğu anlaşılan bir büyük post vardı. Çadırın ortasında bulunan yaşlı büyük bir ağaç gövdesinden kesildiği anlaşılan yaklaşık insan beli yüksekliğinde bir kütük üzerinde, içinde sıvı yağ ve fitil bulunan toprak kaptan oluşmuş bir adet kandil, kandilin önünde oluşan ışık haresinde bir çift büyük geyik boynuzu vardı. Boynuzlardan birinin uç kısmı eksikti. Büyük, güçlü bir geyiğe ait oldukları anlaşılan boynuzlardan biri büyük bir ihtimalle geyiğin girmiş olduğu çata çat bir mücadelede uç kısmından kırılmıştı.

Geyik boynuzundaki kırığı fark ettiğinde Alabörü’nün beyninde şimşekler çakmıştı. Bu geyik, dedesini yaralayan “Bozboğa” olmalıydı.

İçinde kopan fırtınaları dindirerek, Ayata’ya “Bu geyik, Bozboğa. Bunu nerede, nasıl avladın atam” diye sordu.

Ayata; “Oğul” dedi, “Gel şöyle döşeğe oturalım, arkamıza yaslanalım, sana Bozboğa’nın hikâyesini anlatayım” dedi ve anlatmaya başladı.

Sevgili Okurlarım!

Gelin biz hep beraber bir hafta bekleyelim, bakalım Ayata, Bozboğa’yı nasıl avlamış…

.....

Yazının devamı için tıklayınız

.....

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.