ŞERİAT İSTERİZ!
Ya da
KAHROLSUN ŞERİAT!
İfrat ve tefrit!; Ortası yok ki...
Bu sloganlar kimi zaman bir toplumsal talep, kimi zaman ise bir korku aracı olarak gündeme gelmektedir. Ancak bu sloganlar, çoğu zaman Kur’an’daki “şeriat” kavramından ziyade tarihsel, mezhebi ve siyasi yorumlarla şekillenmiş bir anlayışa işaret eder.
Kur’an’daki şeriat, bir hukuk sistemi değil; tevhid, adalet, liyekat, ortak akıl, merhamet ve özgürlük ilkelerine dayalı bir yaşam yoludur.
Kur’an’da Şeriat Kavramı
Arapça “su yolu, açık yol” anlamına gelen “şeriat” kelimesi, Kur’an’da yalnızca dört ayette (Câsiye 18, Mâide 48, Şûrâ 13, En’âm:153) geçer ve bir hukuk sistemi değil, Allah’tan gelen doğru yol, hak din ve ilkeler bütünü anlamında kullanılır. Örneğin, Câsiye :18’de “Sonra seni de din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona tabii ol, bilmeyenlerin hevalarına uyma” buyurulurken, Mâide 48’de her ümmete farklı bir şeriat ve yol verildiği belirtilir. Bu, şeriatın mutlak bir kanunlar listesi değil, zaman ve şartlara göre esnek, evrensel değerlere dayalı bir ilke sistemi olduğunu gösterir. Kur’an, bir anayasa ya da ceza kanunu değil, tevhid, adalet, merhamet, özgürlük ve akıl temelli bir hidayet rehberidir.
Kur’an’daki hükümler sınırlıdır ve genellikle ilkeler düzeyindedir.
Örneğin; Miras ayetleri (Nisâ 11–12) oranlar belirler, ancak detaylı bir veraset sistemi sunmaz.
Hırsızlık cezası (Mâide :38) tartışmalıdır; “el kesme” ifadesi mecazi mi, literal mi olduğu belirsizdir ve af, ıslah, tevbe kapıları açıktır.
Kur’an, “Şu şekilde devlet kurun” ya da “Bu kanunları aynen uygulayın” demez; bunun yerine “Allah adaleti, iyiliği, yakınlara vermeyi emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar” (Nahl 90) gibi evrensel ilkeleri vurgular.
Hz. Muhammed, Kureyş kabilesinin şekillendirdiği toplumsal ve siyasi düzen içinde doğmuş, ancak bu düzeni vahyin ilkeleriyle dönüştürmeyi hedeflemiştir. Kureyş’in liderlik sistemi, Hz. Muhammed’in büyük dedesi Kusay b. Kilâb tarafından Kâbe’nin idaresi, hac organizasyonu ve ticaret yollarının denetimiyle kurulmuştu. Hz. Muhammed, bu örfî yapıyı tamamen reddetmemiş; tevhid, adalet ve sorumluluk ilkeleriyle yeniden inşa etmiştir. Örneğin, gençlik döneminde katıldığı Hulf al-Fudul antlaşması, zulme karşı duruşu ve toplumsal sorumluluğu yansıtır. Mekke’deki su kuyularının bakımı, hacılara hizmet gibi görevler, İslamî ilkelerle yeniden tanımlanmış, ancak liderlik yapısı büyük ölçüde Arap örfüne dayanmıştır. Bu, İslam’ın bir siyasi devrimden çok, ahlaki ve manevi bir dönüşüm hareketi olduğunu gösterir.
Erken İslam döneminde liderlik, istişare (şûra) esasına dayalıydı. İlk dört halife farklı yöntemlerle seçildi: Hz. Ebubekir istişareyle, Hz. Ömer vasiyetle, Hz. Osman danışma meclisiyle, Hz. Ali ise halkın desteğiyle halife oldu. Ancak Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerinde yaşanan karışıklıklar, liderlik seçiminin toplumsal krizlere yol açabileceğini gösterdi. Kur’an, liderlik seçimine dair açık bir yöntem sunmaz; bu, İslam’ın yönetimde esnekliği ve toplumsal şartlara uyumu teşvik ettiğini ortaya koyar.
Kur’an’da Yönetim İlkeleri
Kur’an, belirli bir siyasi model dayatmaz; bunun yerine adalet, istişare, liyakat, merhamet ve hesap verebilirlik gibi evrensel ilkeleri vurgular.
Adalet: “Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisâ 58)
İstişare: “Onların işleri aralarında şura iledir.” (Şûrâ :38)
Hesap Verebilirlik: “Her şeyin mülkü elinde olan ve kendisi korunup kimseye karşı korunmayan kimdir?” (Müminûn :88–89)
Koşullu İtaat: “Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de…” (Nisâ :59) ayeti, Hz. Peygamber’in “Yaratıcıya isyan olan yerde, yaratılmışa itaat yoktur” sözüyle tamamlanır.
Liyakat ve merhametin de içinde bulunduğu bu ilkeler, Kur’an’ın bir rejim kitabı değil, evrensel bir rehber olduğunu gösterir. Şeriat, sabit bir hukuk kodu değil; iman, ahlak, adalet ve özgürlük temelli bir yaşam sistemidir.
Tarihsel Sapmalar ve Şeriatın Tahrif Edilişi
Tarihsel süreçte, Kur’an’ın evrensel şeriat anlayışı, mezhepler, rivayetler ve siyasi çıkarlar tarafından tahrif edilmiştir. Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi İslam devletleri, şeriatı Kur’an’a değil, saray ulemasının yorumlarına, hadislere ve mezhebi içtihatlara dayandırmıştır.
Örneğin: Emevîler ve Abbâsîler: Siyasi iktidarı meşrulaştırmak için hadis ve mezhep yorumlarını kullandılar. İçtihat kapısı neredeyse kapatıldı, saray uleması bir ruhban sınıfı oluşturdu.
Osmanlılar: Şeyhülislam fetvaları hukukun üstündeydi. Mecelle, Kur’an’a değil, Hanefî mezhebine dayanıyordu. “Şeriat” adı altında fıkıh ve örf karışımı bir sistem uygulanıyordu.
Bu sistemler, Kur’an dışı cezalara (recm, dinden dönenin öldürülmesi, kadınlara miras ayrımı) ve köleliğin sürdürülmesine yer verdi. Günümüzde Suudi Arabistan’ın Hanbelî-Selefî yorumları ile Taliban’ın Ebû Hanîfe’ye atfedilen uydurma hükümlere dayalı yönetimi, Kur’an’ın adalet ve merhamet ilkelerinden uzak, donuk bir Orta Çağ fıkhını yansıtmaktadır. İran’daki Şiî teokrasi ise mezhepçi bir baskı rejimi olarak halkın özgürlüklerini kısıtlamaktadır.
İran’daki Şiî mezhebine dayalı teokratik yönetim, halkın büyük kesimi için baskıcı, özgürlükleri kısıtlayan ve dini bir istismar aracı hâline gelmiş durumdadır. Bugün İran’da yüz binlerce insan, bu mezhepçi şeriatın getirdiği zulüm ve tahakkümden kurtulmak istemektedir. Ancak bu feryatlar, çoğu zaman ya duyulmazdan gelinmekte ya da mezhep taassubu nedeniyle görmezden gelinmektedir.
Bugün “şeriat isteriz” ya da “şeriat öcüdür” diyenlerin çoğu, kavramın Kur’an’daki anlamını değil; tarihsel fıkıh sistemlerini veya mezhebi yorumları kastetmektedir. Şeriat isteyenlerin çoğu, Kur’an’a değil; mezheplere, rivayetlere ve ulemanın otoritesine dayalı bir devlet özlemindedir.
Şeriat çığlıkları atanların arzuladığı bu sistem, Allah’ın indirdiği değil; insanların uydurduğu, şekillendirdiği ve zamana-siyasete göre yoğrulmuş bir beşerî şeriattır. Bu noktada, gerçekten samimi şekilde şeriat isteyenlerin, Selefî zihniyetin hüküm sürdüğü Suudi Arabistan’da ya da tarikat merkezli yapının devleti hâline gelen Taliban Afganistanı’nda bir süre yaşamayı denemeleri, gerçekle yüzleşmeleri açısından faydalı olacaktır.
Kur’an’ın şeriatı ise:
Tevhidi esas alır,
Aklı ve hikmeti merkeze koyar,
Adalet ve merhameti önceler,
İnanç özgürlüğünü tanır,
Kadın-erkek eşitliğini gözetir,
Islahı cezadan üstün tutar.
Sonuç: Hangi Şeriat?
“Şeriat isteriz” sloganı atanların öncelikle ne istediklerini sorgulamaları gerekir: Allah’ın vahiy yolu mu, mezheplerin ve siyasetin şekillendirdiği beşerî şeriat mı? Kur’an merkezli şeriat, evrensel bir ilke sistemidir ve çağlar üstü değerlerle (tevhid, adalet, özgürlük, merhamet) insanlığı aydınlatır. Kur’an, “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım” (Mâide 3) diyerek yeni bir şeriat kanunları listesi değil, akıl ve istişareyle yasa üretmeyi yeterli görür.
İslam’ın yönetim anlayışı, Hz. Muhammed’in Kureyş örfünü vahyin ilkeleriyle dönüştürme pratiğinde görülür. Kur’an, sabit bir siyasi model sunmaz; adalet, istişare ve liyakat gibi ilkelerle her çağda uygulanabilir bir sistem önerir. Tarihsel süreçte şeriat, mezhebi yorumlar ve siyasi çıkarlarla tahrif edilse de, Kur’an’a sadakatle bakıldığında şeriat, insan onurunu yücelten, aklı ve vicdanı harekete geçiren bir hidayet yoludur. Bu nedenle, şeriat kavramını slogan olmaktan çıkarıp Kur’an’ın ölçüleriyle yeniden anlamak, çağdaş dünyada adil ve erdemli bir düzen için şarttır.
En doğrusunu Allah bilir. Selametle.
Tüm dost, arkadaş ve okurlarıma selam olsun.




