Otobüste karşımda oturan genç çift iki üç yaşlarındaki çocuğu durdurmakta güçlük çekiyorlar. Sağdan soldan ilgisini çekecek müdahaleler başlıyor ve klasik soru yanımda oturan orta yaşlı beyden geliyor. “Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?” Çocuk önce susup okkalı bir tükürükle cevap veriyor bu densiz soruya. Bu ayrımı isteyen adama verilecek en güzel cevabı veriyor küçük bey.
Yaşadığımız sürece hep seçimlere zorlanırız. Biz onlara boyun eğersek cici çocuğuzdur, eğmezsek asiyiz... Ve “Sana yaptığım emeklere..” diye başlayan uzun söylevleri dinlemek zorunda kalırız. Ailenin, sınıfın, mahallenin uslu çocuğu genelin anlayışına uyandır. Kimliksizdir. Girdiği her kabın şeklini alır ve bu yüzden hep işleri rast gider. Daha öncekilerin açtığı yolda sorunsuz ilerler.
Kendi değerlerini oluşturmak ve doğru olduğuna inandığı için toplumu ikna etmeye çalışmak ise eski deyimle ”abesle iştigal”dir. “Niye yürüyen tekere çomak sokarsın ki?” Önüne yığınla engel koyarlar. En sevdiklerin bile o engele gönüllü yardım eder, çünkü bozulan düzen onlara da dokunacaktır. Oysaki dünyayı değiştiren insanlar tam da o tekere çomak sokanlardır.
Sessizlik her zaman dinginlik değildir bazen de görmezden gelmektir. Deniz dalgalıyken taşır tüm istiridyeleri. Aynı deniz kendisine yığılan pislikleri de kusar, iade eder. İnsan da öyledir. Ruhundaki çalkantılar gizli kalmış iyi ve kötüyü yüzeye çıkarır. Kendi yarattığı dünyada yaşamak isteyen içindir bu. Başkalarının yarattığı düzene boyun eğenin hiç böyle bir derdi olmaz. Evet, başarılıdır, sorunsuzdur ama asla yeni bir şey söyleyemez.
İnsan kaostan korkar söylediğimiz nedenlerle. Geçmişe bir bakalım en karmaşık, en sancılı dönemlerden sonra insanlık atak yapmıştır. Çünkü farkı ve farklıyı görmüş, öğrenmesi gerekeni öğrenmiştir ve yeni yol haritasını çizer.
Bir kaç örnek verelim;
İnsanlık geçmişte din savaşlarından dersini almış laisizmle yol almanın gereğini öğrenmiştir. Hitler, ırkçılığın ne menem şey olduğunu binlerce insanı katlederek öğretmiştir. Yedi cihana hükmeden Osmanlı, liyakatsiz yöneticilerle ne hale gelineceğini tarihe ciddi anlamda not düşürmüştür. Atatürk gibi bir deha, bilinene aykırı yola çıkışı ile yok olmuş bir milleti yüzyıla taşımıştır.
Herkesi korkutan karar değil yürünen yolun sonucudur. İşte cesaret dediğimiz şey tam da budur. Başlangıç sonu hedefler elbette. Ama o yol hiç beklenmeyen sürprizlere de gebedir. Denemeden bilemezsiniz. Burada maneviyat da devreye girer ve niyet iyiyse akıbet de tüm olumsuzluklara rağmen hayırdır diye düşünülür.
Tarihin seyrini, ülkelerin kaderini, cesur yürekler değiştirmiştir. Artı ya da eksi her değişim, sancılarıyla müjdesini de getirmiştir kanımca.
Yenidünya düzeninde tıpkı ailelerin istediği gibi uslu çocuklar isteniyor. Yaptığı işin eğri ya da doğruluğunu sorgulamadan “Ben aldığım paraya bakarım” zihniyeti çivi gibi çakıldı topluma. Aykırı olmanın lezzeti unutuldu. Siyasetçilerin görevi tekere çomak sokmak olsa da, bunun yerine arabaya teker olmayı yeğlediler. “Cambaza bak” kandırmacası ile oyalanan, uyuşmuş beyinler de ezberletilen teraneleri sayıklayıp durdular. Akla ziyan ceviz muhabbeti ile Amerikan sevdası ile bir devrin çılgınları düzene tutsak edildiler. Bir dostumun söylediği gibi “Para tanrısının köleleri” oldular. Azıcık yoldan çıkanlara da dersi (!) verildi.
Peki, böyle mi gidecek? Gitmeyecek tabii ki..
Her sessizlik bir patlama öncesidir. Birikir, özlenir ve zamanını bekler. O küçük çocuğun isyanı gibi, küçük ama derindeki ifadesi çok büyük kartopları yuvarlanmayı bekliyorlar. Küçük başlangıçlar, o yolda azimle inatla yürümek isteyen insanları buldukça büyür.
Aykırı insanları hep sevmişimdir.
İçindeki eşsiz değerleri ve gücü keşfetmiş insan, kendi duvarı varken başkasının çürük duvarına yaslanmaz. "Yancılık" konfordur, oysa "kimlik" savaştır ama aynı zamanda özsaygıdır. Dünyanın özsaygılı insanlara; kötülerin eleneceği ciddi bir eleğe ve o küçük çocuğun cesaretine ne çok ihtiyacı var değil mi?
Teşekkürler hocam. Yine güçlü cümlelerle hislerimize tercüman oldunuz.Ohalde TEKERLERE ÇOMAK SOKMAYA DEVAM????????