Hz. Yakup (A.S)
Hz. İbrahim’in torunu Hz. Yakup (İsrail)’un da Yahudilikle ilgisi yoktur. “Yoksa siz İbrâhim, İsmâil, İshak, Ya‘kūb ve torunlarını yahudi yahut hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?” De ki: “Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?” Allah katından gelmiş olup kendinde bulunan bilgiyi gizleyenden daha zalim kim vardır? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir”. Bakara Suresi 140. Ayet
Hz. Yakup'un Kur'an-ı Kerim'de bahsedildiği ayetler: Bakara: 131-140, Al-i İmran: 84, 93, Nisa: 163, En’am: 84, Hud: 71, Yusuf: 4-6,36-68, 99, 100, Meryem: 49, Enbiya: 72, Ankebut: 27, Sad: 45[1]
Hz. Yakup (İsrail), Hz. İbrahim’in torunu, Hz. İshak’ın oğludur. Yakup, topuktan tutan demektir. Doğarken ikiz kardeşinin topuğunu tutarak dünyaya geldiği için bu isim verilmiştir. Lakabı İsrail'dir. İsra Gece Yolcusu, İl Allah'a manasına olarak İsrail gece Allah'a giden şeklinde söylenmiştir. Bazılarına göre İsrail kelimesi Allah'ın İbranice karşılığıdır[2]. Hz. Yakup’un dedesi Hz. İbrahim'in insanları ibadet etmeye çağırdığı Tanrı, Yahudi tanrısından farklı, göklerin ve yeryüzünün yaratıcısı olan Tanrı “il”di. (veya “el”). Çünkü İbrahim'in tek tanrıya ibadet etmesi konusunda yaptığı çağrı, ayrım yapmadan bütün putperest çağdaşlarına yönelik bir çağrıydı. Rivayete göre İsrail kelimesinin anlamı Tanrı “İl”in Kulu anlamındaydı ki, bu da Yakup'un(İsrail'in) İbrahim'in Dinine bağlı olduğunu gösterir. Nitekim Halil kelimesi de hal ve il sözcüklerinin birleşiminden türemiştir Ve Tanrı İl’in dostu anlamındadır. Kur'an'da da buna işaret edilerek Allah İbrahim'i dost (Halil) edilmiştir” buyrulmaktadır. Kaydetmek gerekir ki, şahıs adlarının sonuna “İl” takısı getirmek oldukça eski bir adetti. Söz konusu adet günümüzde dahi yaygındır, fakat kimse bu meselenin aslına dikkat etmez. Mesela eski örneklerden biri de İsmail’dir ve anlamı “dinle ey Tanrı İl” demektir. İsrail ise Tanrı İl’in Kulu anlamındadır. Her ikisi de İbrahim Peygamber devrine ait kelimelerdir. Bir başka kelime “Üsreil”dir. Anlamı Tanrı İl’in ailesinden olan kişi demektir. Samuil ise Tanrı ile adanan kişi anlamındadır. Bu son iki kelime de Musa dönemine aittir. Yeni örnekler arasında gösterebileceğimiz Mihail ve Cebrail'dir ve anlamı Tanrı İl Miha'yı korusun, Tanrı İl Cebra’yı korusun demektir. Yüceltmesi amacıyla adlarının sonlarına ilk sözcüğünü getirmelerinden anlaşılmaktadır[3].
Yahudi kaynaklarında ise Yakup’un İsrail adını alması şu şekilde anlatılmaktadır: “Hz Yakup gittiği anayurttan dönüş yolunda iki karısını ve iki cariyesini ve on bir çocuğunu alır ve Yabbok geçidini (nehrin en sığ yerinden) geçer. Yakup ailesini ve mallarını karşıya geçirir. Tam kendisi de gece ırmağı geçecekken bir adam belirir ve adam Hz. Yakup ile güreşmek ister ve onunla güreşe tutuşur. Seher sökünceye kadar mücadeleleri devam eder. Adam Yakup'u yenemediğini görünce, uyluğunun başına dokunur. Yakup'un uyluk başı incinir. Adam der ki “Bırak gideyim, çünkü seher vakti oluyor.” Yakup ona “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” der. Adam “Adın nedir?” diye sorar. O da “Yakup!” der. Adam şöyle der: “Artık sana Yakup değil, İsrail” denilecek. Çünkü Tanrı ile ve insanlarla uğraşıp yendin! Bu sefer de Yakup ona adını sorar: “Rica ederim, adını bildir.” der. “Adımı ne yapacaksın, gel seni kutsayayım.” der. “Yakup o yerin adını Peni-el (Rabbin Yüzü) koyar. Ve şöyle der: Rab ile yüz yüze geldim (vicahen gördüm) ve canım sağ kaldı! (Tekvin, Bab 32:22-32). Yahudi rivayetlerine göre Yakup'un güreştiği kişi Mikail'dir. Yakup, güneş doğarken karşı tarafa geçer ve ailesi ile birlikte Kenan'a doğru yola koyulur[4]”.
Özellikle Yahudi kaynakları kendi tarihlerini çok derinleştirmek için Hz İbrahim de dâhil Yahudi göstermeye çalışmışlardır. Hâlbuki o dönemde Yahudi isminde bir halk olmadığı gibi bahsi geçen peygamber soyu da bir Türk kavmi olan Sümerlerden gelmektedir. Hz. Yakup'un lakabının İsrail olması ve bugünkü Yahudi devletinin adını bu tarihsel zenginliğe dayandırmak istenmesinden dolayı İsrail olarak kabul edilmesi hakikatle asla uyuşmamaktadır.
Bilindiği gibi Yahudiler, tarihlerini Babil'de esaret altında yaşadıkları bir sırada kaleme almış; kendi aralarındaki siyasî ve dinî sürtüşmelerle kişisel eğilimleri bu tarih yazımcılığında yönlendirici bir rol oynamıştır[5]. Yahudiler tarihlerini hiç olmadıkları eski devirlere kadar uzatmakla da yetinmemiş, aksine yine hiç yaşamadıkları eski dönemlerde İbranice'nin var olduğunu ileri sürerek, yahuduliliğin milattan önce 13. yüzyılda daha Filistin topraklarına gelmeden önce mevcut bulunduğunu kabul etmişler; Tevrat'ı yazdıkları ibranice'nin Aramiceden türemiş ve Yahudilerin Filistin'e gelişlerinden ancak 700 Yıl Sonra Ahdi Atik dilinin ortaya çıkmış bulunmasına rağmen, ona Biblical Hebrew (Tevrat İbranicesi) adını vermişlerdir. Bizzat Tevrat eski dilin Kenan dili olduğunu itiraf etmesine rağmen birçok araştırmacının bu çarpıtılmış tarihi benimsemiş olması ise ilginçtir[6]. Tevrat yazarları okuyucunun zihninde öyle bir bulanıklık meydana getirmişlerdir ki sonunda okuyucu sözü edilen yüzyılların İbrahim dönemi mi Yoksa Musa dönemi mi yahut Yeşua veya Yahudi dönemi mi olduğunu karıştırmıştır[7].
Ahmet Susa’nın ifadesine göre, Kur'an İbrahim Peygamberin soyundan gelen İsrailoğulları ile daha sonraki Yahudileri birbirinden ayırmış; hoşnutluluğun belirtildiği yerlerde İsrailoğulları, gazap ve öfkenin belirtildiği yerlerde ise Yahudiler tanımlamasını kullanmıştır[8]. Bununla beraber İsra suresi 4. Ayette “Biz kitapta İsrâiloğulları’na şöyle bildirmiştik: “Yeryüzünde mutlaka iki defa fesat çıkaracak, çok böbürleneceksiniz” (Vekadaynâ ilâ benî isrâ-île fî-lkitâbi letufsidunne fî-l-ardi merrateyni veleta’lunne ‘uluvven kebîrâ(n)) diyerek ihtarda da bulunmuştur.
.
İsrailoğulları ve Yahudilik tarihi ile ilgili dönemler:
Birinci Dönem:
İsrailoğullarının ilk dönemi, Hz. İbrahim (a.s.) ile başlar; Hz. Yakup'un (a.s.) vefatıyla, peygamberlik sırasının Hz. Yusuf a (a.s.) geçmesine kadar olan dönemi kapsar. Hz. Yusuf (a.s.) dâhil, bu ilk dönemdeki peygamberlerin Musevilik ve Yahudilikle bir alakaları yoktur. Bunlar Kur'an'ın ifadesiyle İbrahim'in getirdiği Hanif dini üzere hükmetmişlerdir. Hanif dini esasında Musevilik ve İsevilik ile birlikte Peygamberimiz (s.a.v.) zamanına kadar devam etmiştir. Nitekim Hz. Muhammed'in (s.a.v.) ilk vahyini almasıyla tutulduğu sarsıntı ve korku telaşını yatıştım, “Bu, Musa'ya gelen melektir.” diyen de o dönemdeki Hanif dini mensuplarından Varaka bin Nevfel idi. Dolayısıyla Kur'an'ın; Hz. İbrahim, İsmail, İshak, Yakup (a.s.) ve Esbat (Hz. Yusuf ve Hz. Musa'ya (a.s.) kadar gönderilen tüm irşad ediciler) Yahudi değildi, (Bakara, 140) demesi bu sırra binaendir[9]. İbrahim peygamberden 700 Yıl Sonra başlayan Musa dönemi ile herhangi bir ilgisi yoktur. Yine İbrahim Peygamber döneminden Yaklaşık 1500 yıl sonra gelen Yahudi dönemiyle de ilgisi yoktur[10] .
Kur’ân-ı Kerîm’deki esbât kelimesi ise, Hz. Ya‘kūb’un on iki oğlu ile onların soyunun oluşturduğu on iki kabileyi ifade eder (el-A‘râf 7/160). Hz. Ya‘kūb’un lakabı İsrâil olduğu için (Âl-i İmrân 3/93; Meryem 19/58) onun çocuklarına Benî İsrâil de denilmektedir (el-Bakara 2/40, 47 vb.). Kur’an’da beş defa geçen esbât kelimesi bir yerde İsrâiloğulları’nın on iki kabileye ayrılmasıyla ilgili olarak kullanılmakta (el-A‘râf 7/160), dört yerde de Hz. Ya‘kūb’dan hemen sonra ve onun çocukları tarafından oluşturulan kabileleri ifade etmektedir (el-Bakara 2/136, 140; Âl-i İmrân 3/84; en-Nisâ 4/163)[11].
Hz. Musa (a.s.), Hz. Yusuftan (a.s.) 400 yıl sonra gelmiştir. Dolayısıyla Tevrat'ın Hz. İbrahim (a.s.) ve diğer peygamberleri anlatması Kur'an'ın eski peygamberleri zikretmesi gibidir. Fakat ne yazık ki Tevrat'ı yazıya dökenler, kasıtlı bir şekilde Hz. İbrahim, Hz. İshak ve Yakup'u -tabii Hz. İsmail'i dışlayarak- (a.s.) 'Yahudi peygamberler gibi aktarmışlardır. Üstelik de Tevrat Hz. Musa'dan (a.s.) en az 650 yıl sonra Babil Sürgünü dönüşünde yazıya geçirildiği halde... Mamafih eklentiler de o dönemde yapılmıştır. Dolayısıyla bin elli yıllık bir zaman dilimi yok edilerek Hz. İbrahim (a.s.) de Hz. İshak ve Hz. Yakup (a.s.) da Yahudi peygamberler olarak anılmışlardır[12].
Yahudiler, Musa’dan sonra onun getirdiği dinden çıkıp putlara tapmaya başladılar ve daha sonra da Tevrat'ın yazılması ile birlikte kendilerine özgü bir tanrı olan ve dünyada Yahudilerden başka hiç kimseyi ilgilendirmeyen Yahveyi icat ettiler. Çünkü eskiden her kabile veya şehir kendisine bir tanrı edinir ve bunun diğer halkların yahut şehirlerin tapındığı Tanrıdan ayrı olması (nenotheism ) için ona farklı bir isim verirdi. Büyük bir ihtimalle Yahudiler bu geleneği esaret günlerinde Tevrat'ın yazılması esnasında Babillilerden almışlardır. Çünkü Babil'deki her bir şehrin kendi Tanrısı vardı. Dolayısıyla İbrahim Peygamberin Tevhid (monotheism) çağrısı, insanlık tarihinde Hz. Âdem (A.S)’le başlayan çağrıdır. Hz. İbrahim ve diğer peygamberlerden sonra peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) bu çağrıyı yenilemiştir[13].
Yahudiler yeni nesillere öğrettikleri ve tarihleri ile ilgili olarak yayınladıkları kitaplarda “ Yahudi halkı milattan önce 4 bin yıl civarında İbrahim Peygamberin rehberliğinde refideyn vadisinden(Mezopotamya'dan) Filistin'e gelmiştir ve o zamanki sayıları 4000 kişiden fazla değildir demektedir. Bu cümle günümüzde Avrupa ve Amerikan üniversitelerinde okutulmaktadır. Çünkü bu üniversitelerde okutulan tarih kitaplarını yazanlar Yahudi veya Tevrat tutkunu hristiyanlardır[14].
Yahudilerin iddiasına göre kendileri 5000 yıl öncesinde Filistin'de vardılar ve Araplar ise ancak İslami fetihlerle birlikte buraya gelmişlerdir. Tarihi çarpıtmanın en bariz örneklerinden biri budur[15].
.....
Yazının devamı için tıklayınız
.....
[1] Ahmet Cemil Akıncı, Kâbe’ye Doğru, Büyük Kısas-ı Enbiya, Hazreti Yakup, Peygamberler Tarihi, Cilt: 11, İstanbul, 1969., s. 10.
[2] A. g.e., s.11.
[3] Ahmet Susa, Tarihte Araplar ve Yahudiler, İki İbrahim, İki Musa, İki Tevrat, 2. Baskı, İstanbul, 2005, s. 32.
[4] Mehmet Ali Bulut, Tanrının Halkının Allah ile Başı Dertte, İsrail Nereye Koşuyor, Ankara, 2019, s. 104.
[5] Ahmet Susa, a. g. e., 19..
[6]A. g. e., s. 21.
[7] A. g. e., s. 23.
[8] A. g. e., s. 30.
[9] Mehmet Ali Bulut, a. g. e., s. 152.
[10] Ahmet Susa, a. g. e., s. 30-31.
[11] M. Süreyya Şahin, Esbât, TDV İslâm Ansiklopedisi, 1995, İstanbul, 11. Cilt, s. 363.
[12] Mehmet Ali Bulut, a. g. e., s. 152-153.
[13] Ahmet Susa, a. g. e., s. 32.
[14] A. g. e., s. 33.
[15] A. g. e., s. 33.




