Korona virüsün bir kasırga gibi estiği günleri yaşıyoruz. Hepimiz, acizliğimizin yaratmış olduğu bir şaşkınlık içindeyiz.

Ölümden korkuyoruz…

Hele ki saçma sapan bir salgın hastalığın pençeleri altında çaresizce boğularak ölmekten korkuyoruz…

İçimizdeki umut boğulmamak için çırpınıyor.

Etrafımızda yaşanan dramatik tablolar canımızı sıkıyor; işlerine ara veren esnaflarımızın durumları, çalışmasına ara verdirilen işçinin durumları, nöbetleşe bir sistem ile de olsa çalışan memurlarımızın durumu, fakir fukaramızın, öksüzümüzün, yetimimizin, dulumuzun, emeklimizin durumu canımızı sıkıyor.

Profesörlerin, doktorların, hemşirelerin, hasta bakıcıların ve arka planda lojistik hizmetleri veren sağlık çalışanlarının tamamının, Korona Virüse karşı vermiş oldukları mücadeleyi; Çanakkale Savaşında, düşmanla karşı karşıya olan cephelerde, kurşunu bittikten sonra tüfeğinin ucuna süngü takarak bir dakika sonra öleceğini bildiği halde mevziden düşman üzerine taarruz eden on beş yaşındaki çocuğumuzun vermiş olduğu mücadele ile eşdeğer buluyorum. Saygı ve şükranlarımla, onların bu mücadeleleri önünde eğiliyorum. Hepsine Korona Virüs karşısında vermiş oldukları mücadelede başarı ve hatta zafer diliyorum.

Şu lanet olasıca gözle görülmeyen düşmanı, sağlık çalışanlarımızın canları pahasına vermiş oldukları mücadele ile yeneceğimizden eminim.

Hepimiz, sonunda ışık gözüken bir tüneldeyiz; trenle mi karşılaşacağız, güneşle mi bilmiyoruz. Bu bilinmezlik de bizi ipi kopmuş altı köşe gibi bir meçhule götürüyor sanki.

Buraya kadar iç karartarak geldiğimin farkındayım. Şimdi hepimizin sığınacak bir liman aradığı bu günlerde, ben de hayatımın en güvenli safhası olan çocukluğuma sığınacağım.

Ve sizi bu sıkıntılı başlangıçtan alıp fantastik bir yolculuğa çıkartacağım. Hadi gelin benimle…

Çocukluğumda kâinatın büyüklüğünden haberim yoktu, ölümden de haberim yoktu... İçinde yaşadığım alanlar, kâinat kadar büyüktü. Detayların o kadar farkındaydım ki; bu farkındalık inanılmazdı.

Oyun alanımız olan Karınca Dere’nin yatağı o kadar uçsuz bucaksız bir alandı ki; ileri uçlardaki bölümlerine doğru ilerlediğimizde, bizi bir korku sarar, o korku ile beraber hemen koşa koşa gerisin geriye koşar ve evimize yakın bölgeye inerdik. Sakinleşerek nefesimizi kontrol ettiğimizde, ancak normal hayatımıza dönebilirdik. Güvenli hissettiğimiz bölge içinde de oyunlarımıza devam ederdik.

Karınca Dere’nin yatağında yalnız olduğum zamanlardan biriydi. Böyle zamanlarda etrafımı inceler, doğada yaşananları pür dikkat gözlemler ve hafızama yüklerdim. Yine böyle bir gündü.

Önümde uzun bir yılan gibi kıvrılan Karınca Dere’ye merakla baktım. Akarken kenarından toprak parçalarını kopartıp sürüklüyor, kenarında çimen olan kısımlarda toprak parçalarını götüremeyip, o çimenleri, zulmedercesine aktığı yöne doğru çekiyor, tabi ki kendi cılızlığından dolayı çimenleri koparamıyordu.

Yine aynı şekilde kenarında bulunan söğütlerin bazı yapraklı dallarını önüne katıyor adeta saçlarından sürür gibi çekiştirip duruyor, götüremiyor ama sürüm sürüm süründürüyordu. O ağaçlar ki; saça benzer dallarını, yaz sonlarına doğru, ancak kurumaya başladığı zaman Karınca Dere’den kurtarabileceklerdi.

Karınca Dere, Uludağ'ın yamacından akarken doğal olarak oluşan kot farklarında küçük şelaleler oluşturuyor, o şelalelerin altındaki su birikintilerine, küçük odun parçalarını daldırıp daldırıp çıkartıyor, o odun parçalarının akıllarını başlarından alıp onlara adeta dans ettiriyordu. Girdikleri girdaptan ne zaman çıkacakları belli olmayan odun parçaları, özgürlüğün içinde özgürlüklerini arıyorlardı.

O an özgürlüğün tadını tam anlamıyla çıkaran bir Helikopter Böceği süzülerek Karınca Dere’nin üzerine doğru bir sorti yaptı ki; suya değmeden tekrar yaklaşık bir buçuk metreye kadar yükseldi. Dere boyunca salınarak gözden kayboldu.

Suyun durgun olan yerlerinde, Helikopter Böceğini hiç umursamayan Su Böcekleri, dört ayakları üzerinde suyun üstünde yürüyorlardı. Suyun üstünde batmadan durabilmeleri beni büyülüyordu.

Büyüdüğüm zaman onların suda yürüyen bilgeler olduklarını ama ne yazık ki; kâinatın genişliği içinde onların varlığının, ölümün varlığının yanında hiç hükmünde olduğunu anladım.

Karınca Dere’nin akıp gittiği ufka doğru baktığımda, Devlet Su İşlerinin yapmış olduğu taş bentlerden küçük şelalelerle akıp gittiğini görüyordum. Benim bildiğim; ulaştığı en son noktada karanlık bir dehlize dökülüyor ve benim için o dehliz, Karınca Dere’nin mezarı oluyordu.

Ne zaman ki büyüdüm; o dehlizin yaklaşık 15 metre uzunluğunda bir tünel olduğunu ve tünelden çıktıktan sonra Karınca Dere’nin hem yaşamaya ve hem de yaşatmaya devam ettiğine tanık oldum.

Karınca Dere’nin en sonunda, öldüğü yerde de Gökdere’ye hayat verdiğine tanık oldum.
Şimdi bulunduğum anda, çocukluğumdan bu güne, bu tecrübeyi yaşamış bir insan olarak; her insanın öldüğü ana kadar olan hayatında, ya insanlıktan bir şeyler alarak ya da insanlığa bir şeyler katarak yok olduğuna ve bu yüzden de insanın ölümlü, insanlığınsa ölümsüz olduğuna inanıyorum.

“Hayat tekerrürden ibaretmiş diyorlar” ya… Hah işte! Bugün bir çocuk, bir dere kenarında, benim çocukluğumda yaşadıklarımı yaşadı. Suyun üzerinde yürüyen su böceklerini gördüğünde, gördüklerine inanamadı... Sonra alıştı onlara; derenin üzerinden uçup giden helikopter böceğinin arkasından büyülenerek, şaşırarak baktı. Bu şaşkınlığı, gerçek helikopteri görünceye kadar sürecek...

Evet dostlar! Çocukluğumuz, masal gibiydi. O günleri birlikte yaşadığımız insanlar da, masal kahramanları...
“Tekrarı yok ama paylaşmanın faydası var” diye düşündüm ve çocukluğumdan küçücük bir kesiti, sizlerle paylaştım...

İçinde bulunduğumuz Korana Virüslü günler, paylaşmanın çok önemli olduğu günler. Bu günlerde anılarımızı, yazılarımızı, paramızı, yiyeceğimizi birbirimizle paylaşalım.

Bence bugünler; olanın, olmayana borçlu olduğu günlerdir.

Yine bugünler; can sağılığından gerisinin yalan olduğunu, anladığımız günlerdir…

İnsanlarımızın canları sağ olsun…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Dr Ayşe 4 yıl önce

Teşekkürler Sayın yazar.

Misafir Avatar
İsmail TEKİN 4 yıl önce @Dr Ayşe

Ne kadar taktir ve de ne kadar teşekkür etsek azdır... İyi ki varsınız...

Beğenmedim! (0)