Merhum Babam,”Oğlum insan neye üzülüp neye sevineceğini, neye değer verip neye değer vermeyeceğini bilmeli her olay sevinmeyi, üzülmeyi, değer vermeyi haketmez” derdi.

Ne kadar önemli bir ölçü, neye değer verilip neye değer verilmemesi neye sevinip neye üzülmemesi gerektiğini bilebilmek.

Bugün yaşanılan SALGIN aslında insanın ne kadar zayıf olduğunu hatırlatması bakımından önemli uyarıdır.

Düşünebiliyor musunuz?

İngiltere kraliçesi kaçıyor, Başbakanı yoğun bakıma girmekten kendisini koruyamıyor.

Paranız, makamınız ne kadar da çaresiz kalıyor değil mi?

Hep birlikte evlerimize kapandık, izole yaşayabilmek başarı haline geldi.

İnsan hayatı aslında zannedildiği gibi uzun değil.

Kısa bir ömür yaşıyor insanoğlu, bir kaplumbağa, bir karga insandan daha uzun yaşadığı gibi atmış saniye içinde doğup büyüyen üreyen canlılar var, belkide bizim bilmediğimiz daha uzun ve daha da kısa yaşayan canlılar var.

Bize bahşedilen hayatı insanlığın hayrına ülkemiz için, gelecek nesiller için maddi manevi kalkınmasına katkı sunmak, faydalı birey olmak gayretini, heddefini gözetmeliyiz.

Hayatı dolu yaşamak sınırlı ömür içine öncelikle insan olarak aldığımız nefesin kıymetini, gören gözün kıymetini, aklın, fikrin velhasıl kaybedilince anlaşılan bedenin ve ömrün kıymetini bilerek yaşayan bir insan olmak ve insanı erdemli yapan değerlerle kuşanmış olarak yaşamak için uğraş vermek, hayattan haz almak ve diğer canlı cansız mahlukatın kendisinden emin olduğu insan olabilmek.

Ne mutlu.

Değerlerimizi unutmadan bizden sonraki nesillere de aktararak sürdürmek gelecek inşasında atlanılmaması gereken bir insanlık ödevidir.

Akciğer hastasının bütün dünyayı kuşatan oksijeni alamadığını düşünebiliyor musunuz.

Aldığımız havanın değerini işte o zaman anlar insan, nefes alabilmek için bütün varlığını vermeye hazır olduğunu.

Merhum Sabancı bir TV söyleşisinde oğlu ile alakalı olarak "Metin’imin bir iskarpin giymesine bütün varlığımı vermeye hazırım” demişti.

Hayatımızda sahip olduklarımızın değerini bilmek onların ne kadar değerli olduğunu anlamak; insan kendisinin, çocuklarının hayatta olduklarını sağlıklı olduklarını bilmesi ve şükredebilmesi, çocuklarına ise “insanı insan yapan değerler“i verebilmesi, öncelikle kendi canı ve bütün canlı cansız mahlukatın birer emnet olduğu şuurunun kazandırılması da ayrıca övünç kaynağıdır.

“Para kazanmanın yollarından önce iyi insan olmanın yolları"nı öğretmek gerekmektedir.

İnsan nasıl olsa para kazanmanın yollarını öğrenmektedir.

Ancak tabi o kadar da kolay olmayacaktır.

Her alanın savaş alanı haline getirildiği, kültür savaşlarının da diğerleri gibi insanları insanlıklarından çıkarmak için akıl almaz dolanbaçlı yollar denedikleri bir zamanda donanımlı olmak, hemde çok donanımlı olmak gerekmektedir.

Aksi halde "Ahlak" kavramının karşılığı imiş gibi göstererek içine birazda modernite ve sözüm ona entel havaları katarak koca koca Prof’ların ellerinde nasıl figürana döndürüldüğünü görmekteyiz

AHLAK, medeniyetimizden, inancımızdan süzülmüş ilkeler manzumesi iken; yerine ikame edilmek istenen ETİK kelimesi ise: Batı inanç/inançsızlık felsefesinin kültürünün yetersizliği sonucu üretilmiş olan “işin kuralı” olarak ifade edilmiştir.

Şöför ya da berberseniz kuralını ifade eden sözcükten ibarettir.

Bu hengamede, bu hercümerç içinde bizi biz yapan nedeniyet değerlerimizle medeniyet inşası ve kültür aktarımı oldukça zor olmasına rağmen imkansız değildir.

Eskiler "Tul-i emel" derlerdi dünyevi ulaşılamaz hedef için çabalamaya.

Burada söylemek istediğimiz elbette "miskinlik" değildir.

Zaten miskinlikle medeniyet ve gelecek inşası nasıl mümkün olabilir ki.

İşin sırrı “Hiç ölmeyecek miş gibi dünyaya yarın ölecekmiş gibi ahirete hazırlanmak”tadır.

Yeter ki yaptığınız ulaştığınız başarılarınız mutluluk kaynağınız olsun.

Kendimizi mutsuz kılmak için yapamadıklarımızı değil yapabildiklerimizin, sahip olduklarımızın değerini idrak edelim.

Hayat güzel mutlu olmak için sebeplerimiz, mutsuz olmak için gerekçelerimizin çok çok önündedir buna emin olabilirsiniz.

Tabi insanın dünyaya sınanmak için geldiğini unutmamak ve yaratıcının ikram ettiklerini nasıl ve nerede kullandığımızı soracağını unutmadan.

İnsan hayatı inişli çıkışlı sürer gider bu süreç, bazen kaybederek, bazense kazanarak hayata değer katar.

Evlerimizde zorunlu tecrit, izole hayat ailemizle geçirdiğimiz vakit beni gerilere götürdü.

Hatırlıyorum da sanki hiç unutuyormuşum gibi…

12 Eylül 1980 de Mamak tutuk evinde; bir metrekare dahi olmayan ve kırk gün tutulduğum zifiri karanlık içinde, benden önce kalanlarca yapılan insan pislikleri olan hücremde, demir kapının altından elli vatlık ampülün fersiz ışığının içeriye sızan iki parmak eninde hüzmesine nasıl tutunurdum da hayata bağlanırdım.

Sanki mezarında ışığa hasret havaya hasret mevta gibi.

İçeri sızan iki parmak genişliğinde bir alana düşen O ışık hüzmeleri bana yaşadığımı anlatırdı.

Ve insan pislikleri içinde iki dizimin üzerine kıvrılıp oturduğumu bana unutturur ve yaşardım.

Hem ne yaşamak!

Sorguya alındığımda hasretle bir umutla tekrar dönmeyi beklediğim özlediğim hücrem!…

Gözaltında tutulduğum HÜCREM ve onaltı defa sorguya götürüşümün hemen hepsinden geri getirilip takatsız ve ayakta duramayacak halde hücereme kapatılışım, bana her defasında ANA KUCAĞI gibi gelirdi.

Yaşadığıma şükreder ve sıvasız duvara şükür secdesi yapardım.

Yaşıyordum!

Ölmemiştim!

Yaşamak işte öyle birşeydir.

Yarın ve yarından sonra aynı şeyleri yaşayacağınızı bilseniz de yaşam sevinci ve şükür sizi tekrar tekrar hayata bağlar.

Bunu sizi üzmek için yazmadım; içinde bulunduğumuz hayatın, sosyal ve siyasal ortamın noksan bulacağınız yanlarına ve noksanlarına rağmen, ne kadar değerli olduğunu birkez daha hatırlatmak için yazdım.

Sizi yönetenleri, yönetecekleri sizlerin, halkın tercihi belirliyor.

Sokağa çıkamayacağımız aklımıza gelir miydi?

Onca para vermek aldığımız arabalara, göğe yükselen rezidanslara gidilemeyeceği akla gelirmiydi.

Değerli gördüğümüz onca şey ne kadarda değersizmiş meğer!

Bu günler sabırla, kurallara uyarak, yetkililerin uyarılarını dikkate alarak inşallah tez zamanda geçecektir.

Elazığ depreminde elini yıkıntıların arasından uzatan depremzede o hali yaşamadan bilebilir miydi hayatın nefes almanın bu kadar değerli olduğunu, tabiki bilirdi ama şimdiki kadar bilmesi asla mümkün değildir.

Merhum Gülhanım nenem anlatmıştı “Köyde bir ağa varmış… Birde ağaya komşu fakir bir aile varmış, ağa akşamları yorgun argın evine gelirken fakirin evinde gülüşmeler şakalaşmalar duyarmış. Dayanamamış bir gün akşam fakir komşusunun kapısını çalmış… 'Komşu sizin evinizden her gün kahkahalar duyuyorum' deyince fakir komşu: 'Ağam Bizim altın topumuz var, akşamları onu birbirimize atarız ona mutlu oluruz' deyince ağa 'ondan kolayı neki' demiş ve eve ertesi gün bir altın topla gelmiş hanımına atmış hanım zor bir halde tutabildiysede hiç mutlu olamamışlar.

Ertesi akşam ağa komşusuna tekrar uğramış 'Komşu altın top aldım az kaldı hanımın kafasına değecekti siz bununla nasıl eğleniyordunuz' deyince 'ağam yanlış anlamışsınız bizim küçük çocuğumuz var biz onu altın top diye seviyoruz' demiş..

Evlerimizdeki altın toplarla mutlu olalım, mutlu edelim..

Varsın fazla takım elbiseniz olmasın, varsın arabanız olmasın, varsın başkalarında olan sizde olmasın.. Unutmayınız ki şimdiye kadar ne olmuşsa olmuş!

Sizin olmayanların, ulaşamadıklarınızın sizi mutsuz etmesine izin vermeyin.

Sizin olanların varlığınızın, ailenizin mutlu kılmasına yol verin ve mutlu olun.

Gün akşam olmakta.

Vakit son bahar.

Elimizde olanların değerini bilelim.

Saymakla bitmez nimetler içindeyiz.

Allah yokluğunu göstermesin.

Tevbeyi Nasuh ile Tevbe edip Allah (cc)’ın rahmetini mağfiretini dileyelim.

Allah (cc) şifalar versin inşallah.

Sağlıcakla kalın…

Nice güzel mutlu sağlıklı günlere…

Vesselam.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.