Türkiye, 2017 yılı Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 113 ülke arasında iki sıra daha gerileyerek 101. sırada yer almış. Dünya Adalet Projesi (JWP) tarafından ülkelerin hukuk sistemlerini değerlendirmek amacıyla hazırlanan endekse göre Türkiye’nin gerisinde kalan ülkeler Bangladeş, Honduras, Uganda, Pakistan, Bolivya, Etiyopya… T24’te yer alan haberde, Türkiye’nin aynı endekste 2014’te 59, 2015’te 80, 2016’da 99’uncu sırada bulunduğu da anımsatılıyor.

Bence, 110 bin hanede 3 bin uzman ile görüşülerek hazırlandığı belirtilen Hukukun Üstünlüğü Endeksi Projesi’nin sponsorları olan Avrupa Komisyonu, ABD Dışişleri Bakanlığı, ile Apple ve Microsoft gibi uluslararası şirketler Türkiye’yi kıskanıyor, karalamaya çalışıyor (!)

***

Dünyanın bütün ülkelerinin (toplamda 195 ülke) dahil edildiği Freedom in the World (Dünya Özgürlüğü) isimli kapsamlı çalışmanın sonuçlar ise bu yılın Ocak ayı sonunda açıklanmıştı. Bu çalışmada, ülkelerden 88'i özgür, 59'u kısmen özgür, 49'u da özgür olmayan ülke olarak nitelendirilmişti.

Türkiye özgür olmayan ülkeler arasında sayılıyor, neyse ki, en kötü değerlendirme puanına sahip 12 ülke arasında yer almıyordu. Bir de, özgürlüklerin en çok kısıtlandığı ülke olarak açıklanan eksi 1 puanlı Suriye'nin, ’savaş halinde diktatörlük ve iç savaşla parçalanmış’ şeklinde değerlendirilmesi gözden kaçmıyor, belki de Türkiye teselli edilmeye çalışılıyordu.
Haritadaki reklerin temsil ettiği gruplar şöyle belirleniyor: Yeşil (Özgür), Sarı (Kısmen Özgür), Mavi (Özgür Değil).

***

Dünyada durum bu. Bakalım içerde neler oldu, oluyor, olacak?

Adalet Bakanlığı: Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 6 Nisan 2107’de gönderdiği Bilgilendirme Kitapçığı’nın altıncı maddesinde, hâkim ve savcılara ‘tahliye konusunda HSYK ile mutlaka istişarede bulunduktan sonra irade oluşması’nın telkin edildiği ortaya çıktı. Yani, tahliye kararı verecek olan hâkimin önceden Hakimler ve Savcılar Kurulu’na danışması isteniyordu. Kurulun başkanı Adalet Bakanı, onu bakan yapan da belli.

***

Lozan’da Doktora Yaptıktan sonra Atatürk tarafından ‘Hukuk Reformu’ yapmakla görevlendirilen dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, savcılar için ‘Cumhuriyet Savcısı’ unvanını tercih ettiği için eleştirir yağmuruna tutulur. Atatürk’ün huzurunda yapılan bir toplantıda, Bozkurt’a, “Cumhuriyet Başbakanı, Bakanı, Müsteşarı, Valisi, Büyükelçisi demiyoruz da neden sadece Cumhuriyet Savcısı diyeceğiz. Savcılara neden bu imtiyaz” eleştirisi yöneltilir. Atatürk, bunun üzerine “Ne diyorsun” diye sorar. Mahmut Esat Bozkurt, “Çünkü öyle zaman olur ki, Cumhuriyeti korumak için başbakandan, bakandan, müsteşardan, validen, büyükelçiden bile hesap sormak gerekebilir. İşte o hesabı soracak olan Cumhuriyet Savcısıdır” cevabını verir. Böylece Bozkurt, ‘Cumhuriyet Savcısı’ unvanının isim babası olur. Demek ki bu ülkeye Bozdağ gibi değil, Bozkurt gibi bakanlar lazım. Liderinin önünde doğru olanı, gerçekte olması gerekeni söyleme cesaretini gösterip, O’nu ikna etmesini başarabilen…

Zaten toplum da, savcıların Cumhuriyetin Savcıları olduğu, hakimlerin özgürce karar verebildiği, avukatların özgürce savunma yapabildiği’ bir hukuk sisteminin özlemini çekiyor.

***

Türk Tabipler Birliği’nin açıklamasına kızan Erdoğan, kanunla kurulmuş ‘Oda’ ve ‘Baro’ları yeniden dizayn edeceğini söylemişti. Bunun üzerine, binlerce avukatı Ankara’da toplayan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu, bunun doğru ve çok da kolay bir şey olmayacağını Erdoğan’a ve AKP camiasına anlatmaya çalışıyor. Dayanışma ve kenetlenmeleri giderek artan avukatlar, ünlü ‘Biz Avukatız’ şiirini, genişletip metin haline getirerek okuyan İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu’nu dakikalarca ayakta alkışlıyor:
“Siz ister özel yetkiler atfedin mahkemelerinize, ister yönetimlerin sıkı mahkemelerinde yargılamalar yapın, ister OHAL olsun ister KHK, biz yasalarla kurulmuş olsa bile, bu kararların toplum vicdanında “haklı” olmadığını biliriz. Biliriz ve söyleriz.
Biz Avukatız.

Yargıyı siyaset eliyle susturup, savunmayı polis eliyle kriminalize ederek kamuoyu desteği sağladığınızı düşünseniz bile susmayacağız biz.. Siyasetçinin bunca hukuk konuştuğu bir yerde, hukukçuların siyaset konuşmasından rahatsız olduğunuzu biliyoruz. Ama hukuk siyasettir. Siyaset hukuktur. Siyaset konuşmamak, boyun eğmektir, ram etmektir, rıza göstermektir olup bitene… Biz konuşuruz… Sesteki nefes biziz… Avukatlardır sesteki nefes… Avukatların sesi kesilirse yurttaşların da nefesi kesilir. Kesmeyiz biz… Biz avukatız.

Size bir rahatsızlık veriyor olabiliriz. Biz aydınlanma devriminin avukatlarıyız. Başka değerlerin değil… Biz laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin Atatürk Devrimlerinden neşet ettiğini biliriz.. Biz onun avukatlığını yaparız. Biliriz ve söyleriz. Biz avukatız.

***

16 Nisan Anayasa Referandumunun kaderini değiştiren YSK’nın kararına karşı çıkan tek üye olan hakim Cengiz Topaktaş’ın karşı oy yazısında dile getirdiği hukuk ihlalleri bugünlerde yine gündemde. Zira, Seçim ve Siyasi Partiler Yasalarında değişiklik yapan uyum yasa teklifi, alt komisyondan geçti, komisyonda ve ardından genel kurulda görüşülme aşamasına geldi.

Topaktaş’ın görüşleri tam da bu teklifteki düzenlemelerle ilişkili. Ne demişti Topaktaş:

Kurulumuz ilk defa bir seçimin devamı sırasında böyle bir karara imza atmıştır. Bu kararın 298 sayılı yasanın 98 ve 101. maddelerine ve 14/02/2017 tarihli 135/I sayılı genelgemize aykırı olması, seçmenlerin oy haklarını korumaya matuf olan bu kararı, kamuoyunda tartışmalı hale getirmiştir.

Toplum ikiye bölündü: Sandıklardaki sayım işlemleri kurulumuzun bu kararına göre yapılmış, dolayısıyla mühürsüz zarflar ve oy pusulalarının miktarının tespiti imkânsız hale gelmiştir. Gerek siyasi partilerce, gerekse Kurulumuzca, gerçekte ne kadar mühürsüz zarf ve oy pusulası olduğu bilinmemektedir. Kamuoyuna bu 2.5 milyon oy olduğu şeklinde yansımıştır. Yeniden sayımın kamuoyunda oluşturulan şüpheyi ortadan kaldırmaya yetmeyeceği gözetildiğinde, artık 2.5 milyon mühürsüz zarf ve mühürsüz oy pusulası olduğunu ya da olmadığını tartışmak anlamsız hale gelmiştir. ……….YSK taraflı yayıncılığın önünü açtı………..Farklı görüşler eşit temsil edilmedi: Sivil toplum kuruluşlarının gerektiği gibi propaganda yapma haklarını kullanamamaları, seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanamayacağı kuralının gözardı edilmesi sonucu, radyo ve televizyon kanallarının sadece kendi görüşlerine yer vermeleri ile değişikliğin halka anlatılmasında farklı görüşlerin eşit temsil edilmemesi ve 560 sayılı kararımızın yarattığı sonuç gözetildiğinde, Anayasamızın 67 ve 79. maddelerinin ihlal edildiği, bu nedenlerle seçimlerin iptali yolundaki başvurunun kabulüne karar verilmesi gerektiğini düşünüyorum.”

***

AKP-MHP ittifakının hazırladığı seçim yasa teklifinin Meclis Başkanlığı’na sunulmasıyla göz yumulan mühürsüz zarfla ilgili yasa ihlali şimdi yasal hale getirilmeye çalışılıyor. Ayrıca, seçim güvenliğini zedeleyen birçok düzenleme de var teklifte.

Ba arada, teklif daha yasalaşmadan, AKP-MHP bloğunun liderleri ve sözcülerinin, muhalefetteki partileri, ‘hadi siz de ittifak yapın’ diye zorlamaya başlaması dikkat çekiyor

Hafta sonunda yaptığı genişletilmiş toplantılarda seçim güvenliğini ele alan CHP, 9-10 Mart’ta toplanacak olağanüstü kurultayda yapılacak tüzük değişikliğini de gözden geçirdi.

İyi Parti ile Saadet Partisi de, AKP-MHP ittifakının dolduruşuna gelmeden ileriye dönük çalışmalarını sürdürüyor.

Ama şu bir gerçek ki, bütün gözler TBMM’ye, ittifak yasa teklifi ile getirilmeye çalışılan tartışmalı seçim sistemine çevrilmiş durumda. Bu hafta zor bir hafta olacak anlaşılan.

İyi Haftalar

remzidilan_48@hotmail.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.