Para bütün ayıpları örter’ diye bir söz vardır ya halk arasında, tıpkı G-20 Zirvesi'nde de öyle oldu. Dünyanın en büyük 20 ekonomisinin liderlerini bir araya getiren zirvede, Suudi Arabistan’ın para babası olması sayesinde, Kaşıkçı cinayetinin azmettiricisi Veliaht Prens Bin Salman ‘masum’ rolünü oynadı. Liderin arasında pervasızca gezip tozdu, hatta bazı liderlerle şakalaştı, kahkaha bile attı.

Liderlerden, Macron hariç, doğrudan bir şey söyleyen olmadı kendisine. Sadece görmezden gelindi.

Ülkesinde giderek yaygınlaşan Sarı Yeleklilerin eylemleri nedeniyle gergin olduğu gözlenen Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ise, Suudi Prense uyarılarda bulunması dikkat çekti.

***

Ben, akaryakıt zamlarını protesto etmek amacıyla Paris’te başlatılan, ancak hayat pahalılığı ve hükümetin politikalarına karşı büyük harekete dönüşen Sarı Yelekliler’in eylemlerini bizdeki Gezi Eylemlerine benzetiyorum. Paris’ten ülke geneline yayılan, hatta Belçika’nın başkenti Brüksel’e de sıçrayan eylemlere güvenlik güçlerinin müdahalesi konusunda Avrupa basının ‘Gezi Eylemlerindekinden farklı davrandığı, çifte standart uyguladığı’ eleştirilerine de katılmıyorum.

***

Tekrar zirveye dönecek olursak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temasları Türk kamuoyuna bolca aktarıldığı için ben Zirvedeki başka bir olguya dikkat çekmek istiyorum.

ABD Başkanı Donald Trump, Kanada Başbakanı Justin Trudeau ve Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto, ülkeleri arasındaki yeni ticaret anlaşmasını Buenos Aires’teki “G20 Liderler Zirvesi”nde imzaladı. Yaklaşık 1,2 trilyon dolarlık ticareti ilgilendiren ve kısaltılmış adı USMCA olan anlaşmanın tarihsel arka planını yazan gazeteci yazar Garry Leech, özetle şu değerlendirmeyi yapıyor:

Orta Amerika’daki şiddet ve yoksulluktan kaçarak ABD sınırına ulaşan 6 bin kadın, erkek ve çocuk gaza boğuldu. İmzalanan anlaşma ile bu olay birbiriyle alakasız değil. Çünkü, ‘Serbest ticaret’i kolaylaştıracak olan bu anlaşmalar ‘serbest piyasa’nın en temel ilkelerinden biri olan emeğin serbest hareketi ilkesini çiğniyor. Böyle düşünüldüğünde USMCA’nın 'ABD Göçmen Kontrol Anlaşması' olarak isimlendirilmesi daha doğru olabilir. Mevcut Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) gibi işçilerin sınırlar arası serbest hareketine izin vermeyen USMCA da şirketlerin ucuz ücretli emek sömürüsünü garanti altına alıyor. İşçilerin serbest hareketini kısıtlamak şirket kârlarını yükseltmek için o kadar önemli ki, Başkan Trump USMCA’yı imzalamanın yanı sıra sınıra duvar örmek, asker yığmak, Meksika topraklarında iş arayan göçmenlere gaz sıkmak gibi önlemler alıyor.."

***

İşçilerin, daha doğrusu çalışanların önü dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye’de de kesilmiyor mu?

Örneğin, AKP’ye yakınlığı ile bilinen Memur-Sen’in Genel Başkanı Ali Yalçın, Türkiye Kamu-Sen ile KESK’in, hükümet ile yapılacak sözleşme görüşmelerinden çıkarılmasını istiyor. Yalçın’ın gerekçesi ise şöyle:

Yasama organının konumu, yürütmenin şeması, kuvvetler ayrılığının işleyiş biçimi sil baştan değişti. Muhataplarımız da değişti. Bu değişimlerin her biri sendikalar açısında da sendikacılar açısından da değişim zorunluluğu üretiyor. Yürütme tek kanatlı, toplusözleşme masası ise üç taraflıdır. Bu çelişkiyi gidermek gerek. Tek satıcılı, üç alıcılı pazarlık olmaz. Siyaseten yetkili olanla sendikal olarak yetkili olan baş başa, eşit taraf statüsüyle masada olmalı, pazarlık yapmalıdır. Nasıl muhalefetteki siyasi parti masaya oturamıyorsa, yetkili olmayan konfederasyon ve sendikalar da masayı dışarıdan takip etmeli fakat masada koltuk işgal etmemelidir.”

Ali Yalçın, Memur Sen’in bu konudaki görüşünü ve değişiklik taslağını AKP Grup yöneticilerine sunmuş, şimdi yasada bu yönde değişiklik yapılmasını bekliyor.

***

Yasal platformlardan uzaklaştırdığınız sendikalar, temsil ettiği çalışanların hakkını sokakta aramaya başlar.

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu üyeleri de öyle yaptı. Ankara Ulus’taki Atatürk Heykeli önünde düzenlenen açık hava toplantısında konuşan Genel Başkan Mehmet Balık, “2019 Bütçesi emekçilerin, işçilerin ve kamu çalışanlarının ekonomik sıkıntısını giderecek tedbirleri içermemektedir. Bütçede bakanlıkların lüks harcamalarına kaynak ayrılmakta ve aslan payı Saray’a verilmektedir. 2018’de 845 milyon lira olan Cumhurbaşkanlığı bütçesinin 2019 yılında yüzde 233 artışla 2 milyar 818 milyon liraya yükseltilmesi planlanmaktadır” diyor.

***

Gerçekten de, 2019 Yılı Bütçe Yasa Tasarısı’nın Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki görüşmelerinde, çalışanlara yeni haklar verilmesini isteyan muhalefetin önergelerinin tümü reddedildi. Önergelerin bazıları şu düzenlemeleri içeriyordu:

Emeklilikte yaşa takılanların sorunlarının çözümlenmesi, öğrenci burslarının artırılması, engellilere elektrik ve doğalgazın indirimli verilmesi, çiftçilere sağlanan desteğin yükseltilmesi, öğretmenler ile emniyet personelinin ek göstergelerinin artırılması, asgari ücretliler üzerindeki vergi yükünün azaltılması, Cemevlerinin ve diğer ibadethanelerin tamir ve tadilat giderleri ile bina giderlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı’na aktarılacak ödeneklerden karşılanması, şehir hastaneleri ve diğer kamu özel işbirliği projeleri nedeniyle verilen Hazine garantilerinin 5 yıl boyunca getireceği yükün izlenebilmesi için bütçeye yeni bir cetvel eklenmesi ve Anayasaya göre bütçe hakkı TBMM’ye ait olduğundan, Cumhurbaşkanının kamu kurumları arasında ödenek aktarma yetkisinin bazı esaslara bağlanması..’

***

219 Yılı Bütçe Yasa Tasarısı’nın TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmesine önümüzdeki hafta başlanacak. Bu vesileyle Genel Kurul’da tansiyon yükselirken, ardından ele alınacak bir teklif ise gerginliğin tuzu biberi olacak.

AKP’li Milletvekillerinin verdiği 71 maddelik Torba Yasa Teklifi, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın bütçesine ‘belediyelere yardım ödeneği’ konulmasının önünü açıyor. Teklifle Cumhurbaşkanı’na, bu ödenekten “yatırım nitelikli projelerin gerçekleşmesi” adı altında istediği belediyeye para aktarma yetkisi de veriliyor.

***

AKP acaba bütün bunları niye yapıyor? Seçimden galip çıkmak için Cumhur İttifakı çerçevesinde MHP’ye sarılma, bu yetmezmiş gibi, belediyelere kaynak aktarmanın yollarını arama.

AKP’nin seçim yenilgisi korkusunu Prof. Doktor Korkut Boratav hoca şöyle yorumluyor:

Alaturka / İslamcı faşizme geçiş tamamlanmıştır; ama belli ‘özgürlük alanları’ hâlâ var olduğu için pek çoğumuz bunun fakında değiliz. Bu alanların giderek daralmasına insanlar alışmakta; farkında olmadan uyum sağlamaktadır.

İşin tuhafı, galiba iktidar da sürecin tamamlandığına bir türlü inanmamaktadır. Yerel seçimlere bu kadar önem vermesi başka nasıl açıklanabilir? ANAP’ın (Özal’ın) 1989’da uğradığı boyutta bir yerel seçim yenilgisi (YSK’ye rağmen) gerçekleşse dahi, yeni rejimi sarsacak özellikler taşıyamaz. Böyle bir sonucun nasıl ‘düzeltileceği’ Cumhurbaşkanı tarafından peşinen açıklanmıştı.

Ne var ki iktidarın tedirginliği özgüven eksikliğini gösteriyor. Yeni rejim kamu yönetimini kurumsallaştıramıyor. Türkiye’nin yapısında, gelişkinlik düzeyinde bir kapitalist ekonomi bugünkü gibi emir-komuta zincirleri içinde yönetilemez. Yönetim zafiyeti iktidarı tedirgin kılıyor; yerel seçimlerden bu nedenle ürküyor..”

---

İyi Haftalar

remzidilan_48@hotmail.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.