Öğrenciler ve öğretmenler yarı yıl tatilini geride bırakarak ders başı yaptı. Ne küçücük çocuklarımızın sabahın karanlığında okula gitmelerine çare bulundu ne de eğitim-öğretim alanındaki sorunlar çözüldü.

Eğitimci Aylin Kotil, “17 yıldır hiçbir öğrenci okula başladığı sistemle okulu bitiremedi. Eğitimde istikrarsızlık var” tespitinde bulunuyor ve şöyle devam ediyor:

“Bakan geldiğinde hepimiz çok umutluyduk, sevindik. Fakat maalesef aradığımızı bulamadık. Belki beklentiyi yüksek tuttuk, çünkü geçmişini biliyoruz, olaylara bakışını biliyoruz. Ama bizim bildiğimiz, bizim hafızamızda kalan bir Ziya Selçuk’u maalesef göremiyoruz.

Öğretmenlere hak ettikleri saygınlığın kazandırılması, ekonomik şartlarının gereken düzeye getirilmesi ve nitelikli öğretmen yetiştirecek kurumsal yapının oluşturulması da bu alandaki bir başka konu.

Ya bazıları yeterince denetlenmeyen en özel okulların dudak uçuklatan yeni eğitim-öğretim yılı ücretleri. Ya 4 yıl içinde büyük bölümü Anadolu Liselerine dönüştürülerek kapatılması kararlaştırılan temel liseler. Ya sayılarının 10 bin dolayında olduğu söylenen merdiven altı kaçak kurslar dururken, Milli Eğitim Bakanlığı’nın izniyle faaliyet gösteren 2 bin 800 özel öğretim kursunu kapatma kararı. Eğiti-öğretim alanındaki sorunlar saymakla bitmiyor ki…

***

Peki sorun sadece eğitim alanında mı var? Çarşı-Pazar yanıyor. Kuru soğan ve patatesle başlayan; ıspanak, sivri biber, patlıcan, yeşil soğan ve sarımsakla devam eden zamlar, bazı süpermarketlerde yapılan fiyat ve gramaj sahtekarlıkları ağzımızın tadını bozmadı mı?

Bunun önüne geçmek için önce kuru soğanda, ardından domates konservesi, hububat (buğday, arpa, mısır, pirinç) ve bakliyat ithalatında gümrük vergisi sıfırlandı. Ardından Ticaret Bakanlığı, sebze ve meyvede aşırı fiyat oluşumlarına karşı valilikler kanalıyla ticaret il müdürlüklerine talimat göndererek denetimlerin kapsamının genişletilmesini istedi. Son olarak da, Cumhurbaşkanı Erdoğan, marketlerdeki sebze ve meyve fiyatlarının yüksekliğini eleştirince bazı market zincirleri bir süreliğine bazı sebzeleri satmama kararı aldı.

Bunlar çare oldu mu? Heyhat. Peki gerçek çözüm ne? İşte onu Ziraat Yüksek Mühendisi Necdet Oral özetliyor:

Türkiye’de tarım ve gıda fiyatlarında yaşanan artışlar sadece döviz kurlarındaki yükselme, işletme ölçeğinin küçük olması, sulanan alanların yetersizliği, fahiş aracı kârları, küresel iklim değişikliğine bağlı afetler ile açıklanamaz. Gıda krizinin gerçek nedeni metropol ülkelerin pazar sorununu çözmek adına tarımda yerli üretimin tasfiye edilmesi ve Türkiye’nin net ithalatçı konuma gelmesine bağlı olarak yaşananlarda yatmaktadır.

Çözüm; tarım arazileri ve meraların korunmasından; biyoçeşitliliğe ve yerel tohumlara sahip çıkılmasından; üretimi tekellerin ihtiyacı için değil, kendi insanlarını besleme amacına yönlendirmek ve örgütlemekten; tarım emekçilerinin, üreticilerin emeklerinin karşılığını alabilecekleri politikalardan geçmektedir.

***

Halbuki Türkiye eskiden (bu iktidarın deyimi ile Eski Türkiye) tarımda kendi kendine yetebilen dünyadaki 7 ülkeden biriydi.

Eski Türkiye’de özlemini çektiğimiz daha başka ne güzellikler vardı acaba? Onu da Arnavut Selim’in anlatımından gençler öğrensin, belli bir yaşın üstünde olan bizler ise hatırlayalım:

O dönemlerde kredi kartımız yoktu, o yüzden bakkala falan borç yapardık ama süper marketler olmadığı için eve haciz gelmezdi.

Devlet memuruna kötü muamele yapmaya kimsenin yüreği yetmezdi, 657 sıkı kanundu.

Öğretmen saygı görürdü, ana baba gelip höt zöt edemezdi, onlar da öğrencilerine tecavüz etmezdi.

Öğretmenlerden gizli sigara içmek cesaret isterdi ama okul önünde uyuşturucu satmak kimsenin aklına bile gelmezdi.

Komşunun çocuklarını istediğin gibi öper koklardın, kimse ‘çocuğumu taciz mi edecek’ diye aklından geçirmezdi. İnanan, inanmayan herkes çocuklara melek gözüyle bakardı.

Baban emekli olmaya yaklaştı mı, ananla beraber iki göz oda bakardın, çünkü ikramiyen ona yeterdi. Ne kadarın varsa, ev alırken eşten dosttan yardım isterdin, kimse ‘dolar veririm, dolar alırım’ demezdi.

Sana yağı kuyruğuna, tüp kuyruğuna girerdin ama, o kuyruklarda tanışıp evlenenlerin hikâyelerini dinlerdin.

Semtlere göre okul farkı yine vardı ama, kimsenin anası babası ‘benim çocuğum onunla bununla aynı sınıfta olmaz’ diyemezdi, ayıptı, günahtı, gerçekten de Allah’tan da, kuldan da utanırdı insanlar.

Yolsuzluk olmaz mıydı?.. Tabii ki olurdu ama, yolsuzluğu yapan adam sahadan silinirdi, ister Başbakanın yeğeni olsun, isterse İSKİ Müdürü olsun.

Son bir şey söyleyeyim: aynı ceketle, aynı pantolonla yıllarca okula gittim de, tek bir gün gelecekten korkmadım”.

***

Bu haftaki yazımı, yüzyıllardır sayısız savaşa ve zulme şahit olan dünyamızın kirli yüzünü gözler önüne seren sanatçı Uğur Gallenkuş’un yeni kolaj serisiyle sonlandırmak istiyorum.

Uğur Gallenkuş, batı dünyası ile Orta Doğu'nun yıkıcı kaosu arasındaki keskin karşıtlığı gösteren dijital kolaj serisiyle ilgili olarak şunları söylüyor;

Modern dünyanın en tehlikeli bölgelerinden birinin bitişiğinde bulunan Türkiye'de yaşıyorum. Bu bölgeler arasındaki karşıtlık benim için iki farklı dünyayı yansıtıyor ve bu benim çalışmamda bana ilham verdi.”

Fotoğrafların bir tarafında Batı’nın düzenli ve keyifli hayatı görülürken diğer tarafta ise savaşın insanlar üzerinde yarattığı ağır yıkım gözler önüne seriliyor.

Savaşın en çok zarar görenleri ise elbette ki çocuklar..

---

İyi Haftalar

remzidilan_48@hotmail.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.