Hac, İslam olmak için yapılması gereken şartlardan birisi olup, bedenen ve idraken, Mekke şehrinde bulunan Arafat ve Beytullah’a gidip, gereken erkânı titizlikle uygulamak olarak tanımlanmıştır ve uygulanmasının yanında hicret yani bir yeri içindeki yaşam tarzıyla birlikte terk etmek özelliği taşır. Cenab-ı Allah, Ali İmran suresi 97 ayeti kerimesinde,

Oradadır apaçık deliller ve İbrahim’in durağı ve kim oraya girerse emin olur. İnsanlardan, oraya gitmeye gücü yetene, Allah için gidip o evi ziyaret ederek haccetmesi farzdır. İnkâr eden eder, Allah şüphe yok ki bütün âlemlerden müstağnidir

buyurarak Hac ibadetini farz kılmıştır. Haccın farzları üçtür ve biri dahi yapılmazsa Hac, kabul olmaz. Bunlar, 1- Haccı ihramlı yapmak. 2- Vakfeye durmak. 3- Beytullah’ı Tavaf etmektir. Hac ibadetine niyet eden talip, bu niyeti doğrultusunda yaşadığı yeri ve yaşam tarzını Allah için terk eder, ardında bırakır. Niyetinde sadakatle kalarak Mekke’ye Mikat yerine ulaşır. Mikat, Harem bölgesine dışarıdan gelenlerin, ihrama girmesi gereken yerlerdir. İhramsız olarak bu sınırları geçmek doğru değildir. Burada ihrama giren talip, Arafat’ta vakfeye durduktan sonra Beytullah’ı tavaf edip ibadetini yapmış olarak tekrar geriye döner ama artık o eski kişiliği olarak değil hacı olarak dönmüştür ve eski yerinde eskisi gibi değil hacı olarak yaşamını devam ettirir. Cenab-ı Resulullah efendimiz Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra, tekrar Mekke’ye dönüp Mekke’yi fethetmiş ve Mekke’de mümin olarak yaşanmaya başlanmıştır. Cenab-ı Resulullah efendimize “Hac nedir?..” diye sorulduğunda cevaben, “Arafat’tır” demişlerdir. Bu cevap bize Haccın Arafat olduğunu bildirirken, Arafat’ın Arafat’ta vakfeye durmak olmasıyla Hac, vakfeye durmak olmaktadır. Vakfe, Arafat’ta belirlenen sürede, sınırları tanımlanmış yerde o sınırlar içinde bulunmaktır. Vakfeyi erkanı üzerine yerine getirmeyen Hacı olamaz.

İslam yani Allah’tan başka ilah olmadığına şahit olanlardan olmak için yapılması farz olan Hac ibadetini sadece bedenen yerine getirmiş olmak bizleri hacı yapmaz. Bedenen yaşadığımız yeri terk ettik, Mekke’ye geldik ihrama girdik, vakfeye durduk, Beytullah’ı tavaf ettik lakin, orada bulunuş halimiz terk ettiğimiz yerdeki yaşam tarzımızla aynı! Bakışımız aynı, işitmemiz aynı, muhabbetimiz aynı, anlayışımızdan kaynaklı kendilerimize göreler aynı olarak orada bulunduysak, dönüşümüzde de eski yaşam tarzımızı devam ettireceğimiz için aynı olacaktır. Hacıya gitmeden önce ve sonrası arasında isim değişikliğinden başka hiçbir şey olmamış. İşte bu durumda bizim ibadetimiz sadece beden boyutunda kalmış olduğundan noksan olacaktır. Eskiden, insanlar develerle gidermiş hacı olmaya. Tabi doğal olarak deve de mekân değişikliği yapmakta, bedenen o da kutsal topraklarda bulunmaktaymış. Vakit dolup geri dönülünce de o da geri dönmüş oluyor. Şimdi bedenen deve de Mekke’ye gidip gelmiş ama devede hiçbir değişim olmadığından ve hacılığa sadece bedenen Mekke’ye gitmek dersek, o zaman deve de mi hacı oluyor? Bakara suresi 200. Ayeti kerimede Cenab-ı Allah,

Hacca ait ibadetlerinizi bitirince babalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta ondan da üstün bir surette Allah'ı zikredin. Çünkü insanlardan, Rabbimiz, bize dünyada ihsanda bulun diyenler vardır ki bu çeşit adama ahiretten nasip yoktur

buyurmaktadır. Ayette beyan edilen zikretmek sadece bir ismin dille tekrarı değildir çünkü ayet “Hatta ondan daha üstün” diyerek bize bunu vurgulamaktadır. Bu zikir her nereye baksak, her ne görsek orada Allah’ı zikretmek sonucu Allah’tan başka ilah olmadığına şehadettir. Bu şehadet, Hac ibadetinden sonra ulaşılacak bir değer olduğundan, hacı olduk ama yaşamın içinde şahit olamadıysak, hacılığımız sadece bedenen olmuştur. İşte bu sebeple hacılık, mevcudun terkiyle yeninin oluşması gerçekliğinde, şehadete engel olan ikilik anlayışını ve bu anlayıştan kaynaklı iki görme, iki işitme, iki zikretme, iki bilme özelliğimizin terki sonucu tevhidî anlayışla tevhit üzerine görmeye, işitmeye, zikretmeye ve bilmeye geçmektir çünkü hacılık zihnen gerçekleşen ikilikten tevhide dönüşümdür. Terk ettiğimiz sadece mekân değil tevhit ile aramıza giren, sonradan dünyada, dünyadan bulaşan dünyalıklardır. Cenab-ı Allah, Araf suresi 172. Ayeti kerimede,

Hani Rabbin Âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini izhar etmişti de kendilerini kendilerine tanık tutarak ben, Rabbiniz değil miyim demişti; onlar da evet, tanığız, Rabbimizsin demişlerdi. Bu da kıyamet günü bizim bundan haberimiz yoktu dememeniz içindir

buyurarak bizlere dünya yaşamının içinde İslam olmak olan şehadet yani tevhit üzerine bulunmamız gerektiğini anlatmaktadır. Allah’a kul, İslam ve Mümin olabilmek için “Evet, tanığız, Rabbimizsin” deyişimiz dünyada yaşarken de devam etmelidir. Bu ise ancak şehadet ile mümkündür. Doğumumuzdan itibaren öğretilenler, öğrendiklerimiz, örf, adet, gelenekler ve içinde doğup büyüdüğümüz aile ve toplumun kültürüne, anlayışına göre şekillenen anlayışımız, verdiğimiz ikrardan uzaklaşıp ilah olarak Allah’ı değil kendimizi görmemizi sağladı. Bakışımız, işitmemiz, zikrimiz, sevgimiz, bilişimiz emmarede bulunan nefsimize tâbî olduğundan, varlığımıza şirk bulaştı da yaşantımız şirk içinde şirke bağlı, şirk üzerine sürdürülen kendimize zülüm haline dönüştü. Gözler tevhit olan gerçeğe şirkle perdelendiğinden bakılanda görülen, duyulanda işitilen, konuşulanda anlatılan, sevilende sevilen, bilinende bilinen kendi şartlanmalarımız oldu. İşte hac ibadeti bu anlayışın ve anlayış doğrultunda yaşanan hayatın terkiyle, mevcut bilişimizin terkidir. Bizler her ne biliyorsak tümünü, alışkanlıklarımızı, şartlanmalarımızı, doğrularımızı, kendimize göreleri ardımızda bırakıp terk ederek dolu bardak misali boşalmalıyız ki vardığımız tevhit mekânında boşluğumuzu tevhitle doldursunlar da anlayışımız tevhit üzerine idrake dönüşmüş olarak, görme tevhide, işitme, zikretme, sevme, bilme tevhide tâbilikle görülen tevhit üzerine olsun. Dönüşümüz aynı kişi olarak değil tevhit eri, Allah’a kul, hacı ismine layık olarak gerçekleşsin de daha önce şirk üzerine olan yaşamımız bundan sonra tevhit üzerine değer kazansın.

Hac ibadetini yerine getirme sonucu hacı olmak, kendiliğimizden soyunup Allah’ın varlığı karşısında yokluğu giyinmektir. Hacı olmak, yalandan, riyadan, hasetten, kibirden, hileden kısaca Allah’ın insanda bulunmasını yasakladığı her şeyden arınmış batılın terkiyle Hak üzerine bulunmaya başlamış olmaktır. Zulmaniyete ait sıfatları terk etmeden gidilen yerde dolu olduğumuzdan dolayı zulmaniyetin yerine Rahmaniyet giremez, bu sebeple değişim olamaz. Hacı olmak, yaşamı içinde yaratılan en küçüğünden en büyüne kadar her ne varsa tümüne tevhit üzerine bakıp görmektir. Enam suresi 102. Ayeti kerimede,

Rabbiniz, işte bu Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyi yaratandır. Artık O’na kul olun! Ve O, her şeye vekildir

denilerek işaret edilen kulluğa ermektir. İdrak kısmı bir kenara bırakılarak sadece bedenen yapılan bir ibadet bizi Allah’tan başka ilah olmadığına şahit kılmıyorsa asla tevhit üzerine değil taklit üzerinedir. Mevla, cümlemizin Kendisine kul olma gayretimizi daim eylesin.

ozkan.gunal@emekyayinevi.com

http://www.emekyayinevi.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.