(Bu öykü bir kurgu değil. Duygu dünyamızı allak bullak eden içimizi acıtan bir hikaye. Masal olmasını çok isterdim. Ne yazık ki gerçek, tanık olduğum. Lütfen okurken yüreğinizi dış dünyaya kapatıp sadece Hülya’nın sesine teslim edin kendinizi)

Güneş önce parladı sonra bulutların arasına girdi. Eğildi camdan dışarıya baktı küçük kız.

-Güneş buluta girdi, dedim.

-Hayır, Güneş buluta kaçtı, dedi

-Neden?

-Çünkü annesi onu başkasına verecek, gözyaşlarını görmesin diye..

Üzüm karası gözleri, kar beyaz teni, kalemle çizilmiş burnu dudakları. Bir tabloyu seyreder gibi seyrediyorum. Kuzguni saçlarını biraz önce bana toplatmıştı. Hikayesi öyle bir trajedi ki yanmamak ne mümkün.

Hülya tam dört yaşında. Öz annesi tarafından Sosyal Hizmetlere bırakılan bir kız çocuğu. Bir buçuk yaşında bakıcı aileye verilmiş, bir kız çocukları daha olan. Hülya büyüdükçe güzelliği, konuşma becerisi ile herkesi kendisine bağlamış. Girdiği her toplulukta odak noktası olmuş. Bakıcı anneye kendi çocuğu varken evlat edinmenin anlamsızlığını söyleyen annesi bile çok sevmiş Hülya’yı. Günler geçip ilgi alanı genişledikçe evin gerçek kız çocuğu gölgede kalmış. Anne giderek bu durumdan rahatsız olmaya ve her fırsatta ona emanet edilmiş yavruyu hırpalamaya başlamış. Geri vermek isteğini söylediği her aile ferdinden “Biz seni uyarmıştık artık çok geç!” cevabı alan annenin psikolojisi iyice bozulmuş, işi şiddete kadar vardırmış. Böyle zamanlarda baba, anne sakinleşinceye kadar Hülya’yı parka götürür, dondurma alır, teselli edermiş. Küçük kız eve döndüğünde annesine koşar, kadın ona sarılır, dakikalarca ağlarmış. Sosyal hizmetlerin kontrolleri hep olumlu olurmuş. Hülya’ya gerçekten anne gibi davranan kadın, evladının silik ve zavallı olacağını düşünüp, paniklemiş kendi ifadesine göre. Vicdanı sızlıyormuş ama anne ve babadan yoksun onun koynunu anne bilmiş çocuk için değil, kendi evladı için.

Melek anne anlatıyor:

“Hep bir çocuğum olsun istedim. Olmadı. Eşimden ayrıldıktan sonra çocuğumun olma ihtimali sıfırlanınca bana 'anne' diyecek bir yavruyu illaki benim doğurmam gerekmediğine karar verdim. Ve bir gece sabaha kadar dua ettim. Rabbimin bana güç vermesi için. Aldığım karar ürkütücüydü. Etrafım şiddetle karşı çıkmadılar ama çekinceleri ile beni tereddüte düşürdüler. Bir gece rüyamda bir kız çocuğunun bana doğru koşup 'anne' dediğini görünce kararımı kesinleştirdim ve Sosyal Hizmetlere başvurdum. Önce bir erkek çocuğu almayı düşündüm. Çünkü bakıcı aile olmak isteyen bir çok aile kız çocuğu almayı tercih ediyormuş.”

Çocuk psikoloğu, Hülya ile sohbetinde çocuğun bazı şeyleri gizlediğini ve sürekli ağladığını tespit etmiş ve anne ile görüşmek istemiş. Anne çocukla anlaşamadığını, çocuğun sürekli ilgi çekmek istediğini, bu yüzden kızının ikinci planda kaldığını, bunun da kendisini üzdüğünü ama Hülya’ya da bir türlü engel olamadığını açık açık anlatmış. Psikolog çocuğun aileden alınması için tavsiyede bulunmuş. Bu süreçte yeni bir aile aranırken Melek anneye teklif edilmiş.

Melek anne anlatıyor:

“Kız çocuğu teklifi bana rüyamı hatırlattı. Buluşmak istedim. Çocuk, görevliler tarafından parka getirildi. Bana doğru gelen bu dünya güzeli bebek rüyamda gördüğüm kızın neredeyse aynısıydı ya da ben öyle arzu etmiştim. Biraz sohbetten sonra sarıldım ona. O anda inanması zor belki ama göğüslerim bile sızladı. Bu benim kızımdı. Onu geri götürdüklerinde gözyaşlarımdan sırılsıklam olmuştu göğsüm. Hikayesi içimi yaktı. Alıştığı yuvasından anne baba kardeş bildiklerinden koparılarak, alınacaktı. Allah’a 'Yarasını sarabilecek miyim? Bana güç ver' diye yalvardım..

Aile bu süreçte 'Sen bizim gerçek çocuğumuz değilsin. Geçici olarak sana baktık şimdi gerçek annen olan Melek annene gideceksin' demişlerdi.

Melek anne anlatıyor:

“Hülya’mı aldım eve getirdim. Önce 'teyze' dedi bana. Günler geçtikçe birbirimize daha çok alıştık. Eski ailesinden hiç söz etmiyordu. Kurumun psikologu ile sürekli temastaydık. Nereye götürsem 'Aman Tanrım, ne güzel şeysin böyle, nasıl da akıllısın, nereden aklına geliyor bu sözler, sen okul bitirip mi geldin bu dünyaya?..' Hemen herkesin söylediği sözlerdi.”

Bir gün Hülya'm ağlamaya başladı hiç yoktan. Film izliyorduk. 'Anne' dedi bana ilk kez.

'Anne, içimi yaktı o Nergis Anne. O benim içimi paramparça etti' dedi. İnanın tek kelime eklemiyorum Aynen böyle söyledi Hülya.. Ve devam etti, 'Nergis anne istemiyorum artık bu kız bana ağır geliyor' dedi. Anneannem, Sana söylemiştim şimdi geri mi vereceksin?.. dedi ve yere düştü. Bir daha gelmedi evimize. Ben ağlayınca babam dışarı çıkardı beni. Eve döndüğümüzde Nergis’e -artık anne demiyordu- seni üzmedim ben anne dedim. Sarıldı, ağladı ağladı. O zaman söyledi senin gerçek annem olduğunu. Anne sen neredeydin?..'

Melek anne anlatıyor:

“Kahrolmuştum. Ağlamaya başladım. 'Anne ben seni üzmeye değil mutlu etmeye geldim', demez mi.

'Canım kuzum sen bana hediyesin' dedim. Küçücük bir yavru, kolu kanadı kırık. Bakmayacaksan niye alıyorsun. Allah biliyor ya çocuklarına arkadaş olsun diye alındığını düşünmüyor değilim. Baktığınız bir kuşu bir kedi yavrusunu bile vermek zorunda kaldığınızda nasıl acı duyarsınız.

'Artık annen benim. Seni hep seveceğim' diyordum sürekli. Ama kızım her fırsatta 'Anne beni vermeyeceksin değil mi?' diyordu. Bunu söylerken gözlerindeki ifadeyi görmenizi isterim. Ürkek, korkak bir ceylan, gözleri yaş içinde. Dudakları titriyor. O ağlar ben ağlarım. O günden sonra koynuma aldım. 'Ayrı yatsın!' uyarıları umurumda bile olmadı. Severek, koklayarak her akşam gördüğü kabusları, sıçrayarak uyanışları, 'anne beni verme' diyen gözyaşlarını nasıl görmezden gelip git odanda yat derdim ki?

Aştık birçok şeyi çok şükür. Bir gece rüyamda rahmetli annemi gördüm alnımdan öpüyordu. Evim bu küçük kuşun aşiyanı, göğsüm, kalbim ona ait. Neyim varsa. Rabbim bana güç, sağlık, huzur versin yavrumu da iyilerle karşılaştırsın tek duam bu..”

Bu süreçte dinlediğim Melek anneye anneliği, Sosyal Hizmetler Kurumu’na hizmetleri için teşekkür etmeden geçemeyeceğim.

İlk gördüğümde Hülya ve Melek annenin hikayesini bilmiyordum. Çocuk inanılmaz zekiydi ve gerçekten çok güzeldi. Son zamanların deyimiyle müthiş bir aurası vardı. Ona dört yaşına kadar bakan ve bir çok konuda eğiten annenin çektikleri fotoğrafları görmüştüm. Nasıl da mutlu sarılmıştı anne-babasına ve kardeşi bildiğine.. Ağlaya ağlaya kendi deyimi ile paramparça edilip, koparıp atılışını uzun süre üzerinden atamayacağı aşikardı. Zira birkaç gün süreyle 'anneanne' dediği benim için bile evden ayrılırken dakikalarca gözyaşı döktü. Yol boyunca kulaklarımda “Anneanne beni bırakmıyorsun, yine geleceksin değil mi?” diyen sesi yüreğimi yaktı geçti..

Onu bırakmayacağım elbette.

Görüntülü her konuşmamızda özlediğini ağlayarak ifade etse bile aramaya devam edeceğim.

Canlı varlıkların yuva bildikleri yerden koparılması kadar onları mutsuz eden daha ne olabilir ki? 

Düşünülmeden dünyaya getirilmiş yavrular, önce alınıp bakılıp sonra sıkılınca sokaklara bırakılan hayvanlar… En hafifinden vicdansızlık sözcüğünün somutlaşmış halidir bence..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.