Anı baş dikip ve bir nice mu'temedün “aleyh pirler dahi koşup; geceyle nısf-ul leylde Uğrun-Kapı'ya geldiler ki, kızı ve gelini alıp, kaçalar. Karaman oğlu dahi hisarın bunaldığını bilip, kapıları bekledirdi. “Ali Dede tecessüs etmeğe, kapıdan taşra çıkınca Uğru - Kap önünde kayalar ardında pusudaki halk Ali Dede'yi karvadilar. Hisardan çağrışıp eyitti(ler): “Bire zâlimler, ol kişiyi incitme(yi)n : Velâyeti zâhir olmuş kimesnedir., dediler. Ol zâ- limler eslemeyip, hemen başını kesip, şehit ettiler. Çünki Ali Dede'nin başı gövdesinden cüdâ düşüp, ba'dehü cesedinin üzerinde bir nice zaman dönüp, bülend avâz ile kelime-i tevhid ederdi. Karamanlı bu hali görüp, dahi nefesi tutulup, niye uğradıklarını 'bilip, hemen Ali Dede'nin mübarek başını getirip, dahi bir nice zaman esneyip, hareket eyleyicek, bu kişiler Ali Dede'ye olan vakayı bir bir Karaman oğlu'na haber verdiler (Hicretin 845’i M. 1441-1442). Uğru - Kapı'dan taşra çıktığını, bunlar dahi karşı gelip, tuttuklarını, hisar bedenindeki halk çağrışıp “öldürme(yi)n, ol kişi velidir,, dediklerini, bunlar dahi öldürüp, öldürenin elleri kuruduğunu, merhumun başı gövdesinden cüdâ düştükten sonra cesedinin üzerinde nice zaman dönüp lå ilâhe illa'llah âvâzı geldiğini, Beylerine tafsîliyle “arz eylediler. Karaman oğlu bu kişilerin cevaplarını işidip, başın dahi hareketini görücek can başına sıçrayıp, “Bire beni er hışmına oğrattınız, deyip, Ali Dede'yi şehit edenin, buyurdu, boynunu vurdular. Andan Karaman oğlu, bir lahza, dahi tehir etmeyip, hemen o saat Sivri-Hisar'dan kalkıp, tâ Kütahya'ya gelince vurup, gaaret ettiler. Ol taraftan tâ Enguriye varınca ne Seyyid - Gazi'yi ve ne Bolvadin'i kodu, urdu. Elkıssa, ayağı bastığı yerlere zulmü kemalinde kıldı. Nesneler etti ki, dile almağa yaramaz. Ve dahi Akhisar'ı ve Bey-şehri yakup yıkıp, viran eyledi. Andan oğradığı yerleri yaka boza vilâyetine vardı. Karaman oğlu, Ali Dede'nin mübarek naşını alıp, bile gitmişti, iledip, Lârende (Karaman)'de defn edip, üzerine türbe yapıp, mübâlağa vakıflar koyup, ziyâret-gâh etti. Ve Sivri-Hisar halkı dahi, Karaman oğlu'nun gittiğini görüp, kaleden çıkıp, Ali Dede'nin namazını kılıp, mübarek cesedini alıdıp, hisar altında defn edip, anın-dahi üzerine türbe dahi yapıp ziyaretgah ettiler. Şimdi dahi ziyâret-gâhdır. İtikad ile türbesine ziyârete gelen hasta sıhhat ve şifa bulup gider. Rahmet ul-ilãhi aleyh[1]. Andan Sultan Murat (II), Karamanoğlu'nun yağı olup, iller urup, Müslümanlara ettiği hakaretleri işitip, asker-i azim cem ettikten sonra ne kadar kendisine tabi kafir çerisi varsa bile alıp, gelip Konya'ya çıkıp Karamanoğlu kaçıp, taşa girdi. Alaaddin Çelebi bin Murat Han babası ile yürüyüp, Karaman illerini yakıp Lârende'yi vurdu. Konya ve Lârende'yi cem-i vilayeti ile harap etti. Ol vakit ol kadar mezalim oldu kim, Osman Beylerinden o vakte değil kimsesi o kadar zulüm etmiş değildi. Bunca mezalime sebep Karaman oğlu İbrahim Bey oldu. Ve bir cümle Karamanoğlu'nun hatunu ki, Sultan Murat'ın kız kardeşiydi. Anınla dahi veziri Kara Serveri Sultan Murat'a viribidi eyitti: beni devletli sultanımdan dilek edin. Ayrık tevbe-i rabbena bunun gibi bir iş etmeyeyim” dedi. Bunlar gelip Hünkarın ayağına düşüp tasarruf ettiler. Hemşiresi hünkara eyitti “ Çünkü gelip benim evimi böyle harap edecek idin, Beni buna verip ne dersin? deyip tasarruf edip ağladı. Hünkar terahhum edip Kara Server’e eyitti: Sen boynuna alır mısın ki ayrık şirret etmeye.. Kara Server eyitti “ Devletli Sultanım evvelki hatasından ben bile değildim. Ve bu hatasına dahi rızam yoktu. Hep Turgud oğlanlarının iğfası ile oldu. Kendi dahi hatasına mu’terif olup ben kuluna eyitti, var Hünkarı inandır, suçumu affettir dedi. Hünkâr dahi Karamanoğlu'nun yaramazlıklarına kalmayıp, suçunu affedip, dönüp gittiler. Ve bu hadise hicretin sekiz yüz kırk altısında (M. 12.V. 1442-30.IV. 1443)vaki oldu [2].
Karamanoğlu İbrahim Beyin Sultan Murat’dan aman dilemesi ve ona bilinen tarihî bir ahidname vererek Osmanlı-Karamanoğulları gerginliği duruldu. Paris ve Konya nüshaları bulunan ahidnamede şunlar yazmaktadır:
“İbrahim Beyin barışı sağlayabilmek ve varlığını devam ettirebilmek için Osmanlı padişahına vermiş olduğu sözler yer almaktadır. Her iki nüshada da büyük benzerlik gösteren fakat başlangıçları farklı olan mu'ahede şartlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: Paris nüshasında şartlar kısmına: Merhum ve mağfür Mehmed Han oğlu Murad Begün şerif nefislerine ve canlarına ve ırzlarına ve dostlarına ve memleketlerine ve vilayetlerine ve vilayetlerindeki şehirlerine ve kalelerine ve kuralarına ve sınurlarına ve oturur raiyetlerine ve göçlerine ve beylerine ve vezirlerine ve sipahilerine ve kullarına ve etbaına ve eşyaına ve cemi taallükatlarına zahiren ve batınan hiç veçhile düşmanlik etmeyim ve ettirmeyim ve etmek isteyene dahi şerik olmayim ve muavenet etmeyim ve kimesne etmek dilese elümden geldüği kadar men ve def idem, Taksirlik etmeyim, dostlarına dost ve düşmanlarına düşman olam ve devletlerine ziyan gelecekyerde olmayim .... diye başlarken, Konya nüshasında ise; ziyade ibram ve inbisat etmeyim dostlarına dost ve düşmanlarına düşman oldum ve devletlerine ziyan gelecek yerde olmayım ... diye başlamaktadır. Görüldüğü gibi her iki nüshanın şartlar kısmı, buraya alınmış olan son cümleleri ile aynılaşmakta ve metin, her iki nüshada da çok az istisna ile sonuna kadar aynı olarak devam etmektedir[3]”. Allah üzerine yemin ederek, hiçbir şekilde ahidnamede sıralaya gelmiş olduğu ahdini bozmayacağını, ahdini bozup kefaret vermeyeceğini ve verdirmeyeceğini, yine Allah üzerine yemin ederek, ahdini bozarsa her eziyetin, zahmetin ve yeminin kendi üzerine olmasını, Allah’ı şahit göstererek dosdoğru and içtiğini, hile ve istisna yapmadığını ve ahdine muhalefeti olmadığını, ahdinin dışına çıkmayacağını şayet ahdini bozarsa elinde tuttuğu Tanrı kelamının (Kur'an-ı Kerim) kendisine ve çocuklarına düşman olmasını (veya kendisinden ve çocuklarından alacaklı olmasını) ve yeminin gereğinin kendi üzerine olmasını söylemekte ve mu'ahede; “yeminimize Allah vekildir ve O, vekil olarak bize yeterlidir[4]” mealindeki Arapça bir ibare ile sona ermektedir: “ve 'llahu 'ala ma nakulu vekilun ve hüve hasbi ve ni'me 'l-vekil”. Metnin tamamında Karamanoğlu II. İbrahim Beyin ne kadar zor durumda olduğu açıkça görülür. Mu'ahede metni daha önce de belirtildiği üzere, Osmanlı sultanına övgülerle başlamakta ve sultana samimi olarak bağlılık ve hizmetkarlığı vurgulayan cümlelerle devam etmektedir[5]. Bu mu'ahede ile Osmanlı Devleti ve Karamanoğulları arasında bir barış tesis edilmiş ve bu barış bir müddet devam etmiştir. Karamanoğlu II. İbrahim Bey de en azından Sultan Murad'ın ölümüne kadar, yeminine sadık kalmıştır. Zira Haçlılarla Osmanlı Devleti arasında cereyan eden Varna ve II. Kosova savaşlarında, Osmanlı ülkesine taarruzda bulunmak yerine, Osmanlı ordusuna yardımcı kuvvetler göndermiştir. Görünen o ki İbrahim Bey bu dönemde Osmanlılarla uğraşmak yerine, yönünü güneye çevirmiştir ve buna bağlı olarak da 1448 yılında Kıbrıslıların elinde bulunan Gorigos'u zapt etmiştir[6]. Karaman ülkesinin Osmanlı devletine geçmesi, bilindiği gibi, Fatih Sultan Mehmed zamanındadır ve Karamanoğlu İbrahim Bey’in 868 (1464) de ölümü üzerine açılan mücadeleler sonucunda vuku bulmuş, fakat daha sonra da bu ülke üzerinde hakimiyet iddiaları bir müddet sürüp gitmiş, kesin ilhak II. Bayezid devrinde olmuştur[7]
.....
Yazının devamı için tıklayınız
.....
____________________________________
[1] Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihan-Nümâ Neşri Tarihi II. Cilt, Yayınlayanlar: Faik Reşit Unat, Mehmed A. Köymen, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1957, s.637-641.
[2] A. g. e., s. 643.
[3] Alaaddin Aköz, Karamanoğlu II. İbrahim Beyin Osmanlı Sultanı II. Murad'a Vermiş Olduğu Ahidname, Tarih Araştırmaları Dergisi, Yıl 2005, Cilt: 24 Sayı: 38: 79.
[4] “Kendisine dayanılıp güvenilecek vekil olarak Allah yeter”. Nisâ / 81. Ayet’den ilhamla.
[5] Alaaddin Aköz, a.g. m. s. 81.
[6] Alaaddin Aköz, a.g. m. s. 82.
[7] M. Tayyip Gökbilgin, XVI. Asırda Karaman Eyaleti Ve Larende Karaman Vakıf ve Müesseseleri, s.29.




