Her sabah yeni bir çağın içine uyanıyoruz sanki…
Eskiden “kuşak çatışması” daha çok “dede-nine/torun” mesafesindeydi. Şimdilerde bu açıklık bırakın anne babayı, aralarında yalnızca 10-15 yaş fark olan insanlar arasında bile göze çarpar hale geldi.
Teknoloji baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Yapay zekânın getirdiği imkânlar, sürücüsüz araçlar, hatta belki insansız fabrikalar… Dünya, sessizce ama kararlılıkla belirgin şekilde bir değişimin içinde…
Kâğıt üzerinde daha konforlu bir hayat vadeden bu “yenidünya”, gerçekten herkes için mi, tüm imkânlarıyla herkesi içine alacak mı? Yoksa yine bazıları dışarda mı kalacak?
Orası hayli belirsiz…
Dünya bu noktada böylesi tartışmaların içindeyken bizim koltuk sever siyasetçilerimiz etrafında şekillenen, onların eseri, “bozuk ekonomi ve cehaletle” sınanan, cemaatlerin ve her türlü teali cemiyetlerin esiri zihinlerle malul ve böyle olduğu için çoraklaşmış dünyamızın konu başlıkları ömrümce pek değişmedi.
Tekrar edip moral bozmaya gerek yok.
Beri yandan…
Fiziksel şartlarından dolayı işe alınmayan, basamakları çıkamadığı için okuldan vazgeçen, bezdiriye (mobbing) uğradığı için toplumsal alandan çekilen, hatta fiili olarak hayatından vaz geçen insanlar ne olacak? “Adaletsizliğin doğurduğu öğrenilmiş çaresizlikler”, bu yeni dünyada da devam mı edecek?
Yoksa…
Dünya, teknolojinin de sağladığı imkânlarla asıl olanın insanın potansiyelini ortaya çıkartıp verimli kılarak kendisinden faydalanmak olduğunu fark edecek mi?
Kısaca, insan, tüm katmanlarıyla sosyoekonomik anlamda mutlu olabilecek mi?
Bu da ayrı bir kaygı, merak ve umut karışımı “duygu kokteyli” günümüzde…
İnsan eliyle kurulan sistemlerin, insanları dışlayan mekanizmalar üretme ihtimali bile düşündürücü.
Fiziksel ve zihinsel değil “zihniyetsel” erişilebilirlik çok önemli… Aslında en temel nokta orası…
Yıllar evvel çalıştığım bir kurumda “Ehliyeti olan, daktilo bilen bir çalışan yeter bana… Diğerlerinin hepsi gidebilir.” diyen bir müdürüm olmuştu. Daktiloda kalmış adam, sırf binanın fiziksel şartları uygun ve evine yakın diye kurumda görevlendirilmiş yazılımcının kıymetini ne bilsin? Rahmetli Nejat Uygur’un Cibali Karakolu oyunundaki yetkin insan yokluğundan sadece okuma yazması var diye başkomiser yapılan karakterden halliceydi kendisi. Yıllar içinde üç aşağı beş yukarı yönetici seviyesinin o olduğunu görmek canımı yakmıştı ülkem adına. Malum, o zihniyet zaman içinde en tepeye çıktı ve ülkenin üzerinde tepinmeye devam ediyor.
Böylesi insanlara gel de anlat fiziksel şartları ne olursa olsun insanların üretken ve hayatın içinde olabileceklerini?
Vicdan önemli belki ama kişilere ihtiyaç duymayan sistemler ve bu sistemler yoluyla sosyal hayata nüfuz etmiş “hayatı aynı kalitede hep birlikte yaşama kültürü” daha önemli… Sistem karşıtlarının sistemin başına geçememesi, geçip yağmacılık yapamaması da öyle…
Çünkü hayat hiçbir vicdana teslim edilmeyecek kadar biricik ve kıymetli…
“Ben gidersem ülke yıkılır” tehdidindeki sefaletle, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” özgüvenindeki erdem arasındaki uçurum…
İnsan için erişilebilir olmayan bir dünyanın, parlatılmış bir izolasyona sebep olduğu ne zaman tam olarak fark edilecek, merak ediyorum.
İşin daha da acı gerçeği bu parlatılmış izolasyon, sadece fiziksel engel ya da engellilerle de sınırlı değil…
Haftanın Notu:
Laik, üniter Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetiminde ona karşı ve onunla hesabı olanlar var uzun yıllardır. Bundan dolayıdır melalimiz… 55-60 yıllık takıntılarına takılıp sık sık sendeleyen hatta düşen muhalefetin muhtelif liderleri, teveccühün kendilerine olmaması gerçeği bir yana, asıl muradın mevcut melanet ve getirdiği ucube sistemin defedilmesi olduğunu algılamaktan epey uzakta… Koltuk derdi de başımızın belası…
Yine uzun yıllardır inanç özgürlüğü, demokrasi, insan hakları gibi kılıflara sokularak pazarlanan niyetler, şimdi de barış kılıfına sokuşturulmaya çalışılıyor. Hani derler ya “düşmanın bile namuslusu” diye… Keşke herkes asıl arzu ve niyetini bu saydığım değerleri kullanmadan ifade edecek kadar ahlaklı olsa, değil mi?
9 Haziran 2017 tarihinde Batman’ın Kozluk ilçesinde terör örgütü tarafından katledilen müzik öğretmeni Şenay Aybüke Yalçın, oralı olanların dahi uğramadığı, yaşamak istemediği, mamur etmekten kaçındığı bir yerde hizmet etmekten başka niyeti olmayan 22 yaşında bir gençti. Tıpkı Rüstem Şen, Metin Kaynar, Ali İhsan Çetinkaya, Mustafa Karınca, Buminhan Temizkan, Vedat İnan, Necmettin Yılmaz ve niceleri gibi… Kendisinin nezdinde teröre kurban verdiğimiz binlerce öğretmen, doktor, hemşire, asker, sivil yurttaşımızı saygı ve rahmetle anıyorum.
“Hayasızca akın” devam ederken…