Din, insanın kendisiyle, inandığı yaratıcısıyla ve diğer yaratılmışlarla birlikte uyum ve faydalı bir şekilde yaşayabilmesi için belirlenmiş kurallar bütünlüğü olarak tanımlanır. Bu tanım tıpkı madeni bir paranın her iki yüzü olduğu ve paranın bu iki yüzüyle bir bütün oluşu gibi bir yüzüdür. Bir diğer tanımı ise ikinci yüzü olup buna manevî ya da içsel yön demekteyiz ve manevî yönüyle din, yaratıcı Allah’a duyulan inancı yaşama sistemi olarak bir bütün halinde tanımlanmalıdır. Her yüzü de doğru tanımlanmadığı sürece ortaya din isminde dinle yakınlığı olmayan farklı bir sistem çıkar ki bu sistem içinde yer alan insanlar dini yaşayarak imana yaklaşmak yerine imandan uzaklaşırlar.
 
Terzilik, içerisinde bulunan kendisini terzilik yapan tüm unsurlar bütünlüğü olarak terziliktir. Kumaş ölçmek, çizmek, kesmek, dikmek, ütülemek, düğme eklemek, paça kısaltmak, bel ayarı yapmak ve tüm bunları yapabilecek araçlara sahip olmak bütünlüğüdür bu bütünlük. Terzi olmayanların, terziliğe ait araçları temin edip o araçları kendi bildikleri gibi terziliğe uygun olmayacak şekilde kullanmaları ve yaptıkları işleri terzilik olarak anlatmaları hele bir de terzilik budur zorlamaları yapmaları sonucu terziliğin terziliğe ait araçlar ile yanlış öğretisi ortaya çıkar. Terziliğin değişime uğraması sonucu nasıl ki araçlar doğru da olsa o araçlarla yapılanların yanlış olması yapanı gerçekte terzi yapmıyorsa aynı durum din içinde geçerlidir.
 
Bu sebeple din, insanlık var olduğundan beri insan olarak var olan bizlerin mayasında bulunan kendisini yaratan Allah’ı tanıma ve Allah’a kulluk yapma ihtiyaçlığımız sonucu her iki yüzüyle de var olmuştur. İnancı yaşamak, içimizde olan ve içimizdeki boşluk gibi değişik isimlerle tanımlanan ama hangi isim verilirse verilsin aslı tam olarak yaratılanın yaratıcısıyla arasındaki hissî bağ olan inancı yaşamak insan olmanın doğasıdır ki bu din sisteminin kaynağıdır. Din, insanla birlikte bulunan, insandan ayrılamayacak olan, insanı insan yapan değer olup insanı kaldıracak olsak beraberinde dinin de kalkması bu sebeptendir. İnsanlık, tarihi boyunca yaratılışından gelen dünyada dünyalıklara duyduğu ihtiyaçlık sebebiyle, yaşamsallığını devam ettirmek adına ihtiyaç duyduklarına sahip olmasına dayalı yaşantısını sürdüre gelirken, içselliğinin ve düşüncesinin sınırsızlığıyla bu sahip olma isteğini de sınırsızlaştırması sonucu yaşamı tek taraflı, maddeye dayalı hale dönüştürmüştür. İşte bu durum insanı, inancını doğru olarak yaşama sisteminden çıkartıp uzaklaştırdığından sahip olma duygusu sınırsızlaşınca beraberinde her istediğine sahip olabilmek için zulüm gelmiştir ve bu zülüm önce kendisine sonra etrafına acılar çektirirken dinin gereğini yaptığı zannını devreye sokmaktadır. Yunus suresi 44 ayeti kerimede Cenab-ı Allah,
 
"Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler"
 
diyerek bizleri bu konuda uyarmaktadır. Rahmeti gazabını aşan yüce Allah, kendisine inanmaktan ve inanların da doğru inançtan uzaklaşması sonucu zulme düşüldüğünde, tevhide, İslam’a, inanca, doğruya davet eden, uyaran peygamberler ve vekillerini göndermiştir. Zahir ve batın, madde ve mana ya da dış ve iç birlikteliği olan insan kendisinde bu birlikteliği bulup, tamamlayıp uyumlu hale getirmedikçe tamlanamayacak, tamlanmadıkça içindeki boşluk dolmayacak, boşluk dolmadıkça gerçek mutluluk ve huzura ulaşamayacak olan insan, inanca yönelip inancını zahirî ve batınî yüzüyle yaşamaya başlamalıdır. Huzur, kullukta olup kulluğa yönelmiş olan insan yaratılış gayesine dönmüş olan insandır. Cenab-ı Allah, Zariyat suresi 56 ayeti kerimesinde,
 
"Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım"
 
buyurarak bizlere bu gerçeği anlatmaktadır. İşte burada devreye, Allah’a, Peygambere, Kitabına ve Sistemine inanıp inancı imana dönüştürme bütünlüğü ile zahirî ve manevî yaşantımızı insancasına düzenlemek olan din girmektedir. Dinin tebliğ edildiği şekilde yaşanmasıdır bizi kul ve sadece dış görünüşte değil içsel olarak da insan yapacak olan.. Dinin, insanın var oluşuyla birlikte tekrar tekrar en son Peygamber efendimize kadar gelmesi, doğru din sisteminin, sınırsız sahiplenme isteğiyle yok edilerek sistemin dışına çıkıp, insanların kendi uygun görüp kurdukları sistemi din diyerek sahiplenilmesi sonucu değişime uğramasındandır. Var olan ve yaşanılan bir din varken yeni bir peygamberin gelip yeni bir din tebliğ edişi mevcut olanın değişime uğradığının ispatıdır.
 
Musevilik yaşanıyorken Hz İsa’nın gelmesi, o gün için Musevi olan insanlığın Hz İsa’ya tâbî olup İsevi olmasını, Allah’a inanmak mecbur kılmaktadır. İsevilik yaşanıyorken aynı anda Museviliğin de yaşanmaya devam edişi inanç sisteminde dini yaşamak değildir, İsevi olmayanlar İsevi olmadıkça dinsizdirler. İsevilik yaşanıyorken Peygamberimiz Hz Muhammedin gelişi de mevcut İseviliğin değişmiş olduğunun ispatı olduğundan tüm insanlık dini inancını yaşayıp inandığı Allah’a kul olabilmek için İslam’ı kabul edip Hz Muhammed’e biat etmelidirler ki bu biat insan olana farzdır. İslamiyet isminde İnsanı insan ve Allah’a kul yapan, içinde tüm insanî ve ahlakî değerleri barındıran, ilim, bilim ve yaşamı zahir-batın, dış ve iç yüzüyle mükemmelleştiren din varken ve varlığı, İseviliğin ve Museviliğin insanlar tarafından bozulduğunun ispatıyken, İslam olmamak dinsiz ve imansız kalmaktır. İster Musevi, ister İsevi olsun, ne kadar güzel ve iyi insan olursa olsun, İslam mensubu Müslüman olunmadıkça sadece iyi insan ama dinsiz ve imansız olmakta kalınır.
 
Bu sebeple özellikle altını çizerek söylüyorum ki “Dinler arası diyalog” söylemi İslamiyet’in yanında, bozulmuş İsevilik ve Museviliğin önce kabulü sonra İslam olmakla İsevi ya da Musevi olmak arasında fark yoktur algısını yerleştirip insanları "İslamsızlaştırma" projesidir. Her kim bu söyleme hizmet ediyorsa bilinçli ya da bilinciz bu projeye hizmet ediyordur ki bu hizmet Allah’a küfürdür çünkü Peygamberleri ve dolayısıyla din sistemini gönderen Allah’tır. Eğer Musevilik ve İsevilik Hak katında geçerli bir din olsa idi Cenab-ı Allah, Musevilik varken Hz İsa’yı, İsevilik varken Hz Muhammed’i göndermezdi. Hz Musa ve Hz İsa’nın Yüce Kur’an’ı Kerim'de Peygamber olarak zikredilmesi ve her müslümanın Hz Musa ve Hz İsa’yı peygamber olarak kabul etmesi farklı, zamanla Museviliğin ve İseviliğin insanlar tarafından din özelliğinden çıkartılıp bozulmuş olduğu gerçeği farklıdır. Evet, Hz Musa ve Hz İsa, Muhammedî tevhit ve İslamiyet’i tebliğ eden Hak peygamberlerdir lakin kurdukları sistem sonradan insanlar tarafından değişime uğratıldığı için İslamiyet geldiği andan itibaren Hak katında geçersizdir. Cenab-ı Allah, Ali İmran suresi 19 ayeti kerimesinde,
 
"Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir"
 
buyurarak, Kendisine inanlara bu gerçeği vurgulamaktadır. Günümüzde, bizi insan ve kul yapacak geçerli olan tek din İslam’dır. İslam olmak ise, Peygamberimiz Hz Muhammed’in tebliğ ettiği Tevhidî İslam’ı yani Muhammedî İslam’ı yaşamaktır. İslam olduğumuzu söyleyen Müslümanlar olarak, bizden önceki insanların, sahiplenme hırsından dolayı düştükleri yanlışa düşüp Hak’tan uzaklaşıp batıla dâhil olup olmadığımızı yani Muhammedî İslam olup olmadığımızı sorgulamak, Allah’a inananlar olarak kendimize yapacağımız en büyük iyiliktir.

ozkan.gunal@emekyayinevi.com

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Hüsamettin Taşdemir 6 yıl önce

Tebrik ve teşekkür ediyorum.
Aramıza hoş geldiniz..

Misafir Avatar
Özkan Günal 6 yıl önce @Hüsamettin Taşdemir

İlginiz ve beğenileriniz için teşekkür ederim.

Beğenmedim! (0)
Avatar
Ahmet karagöz 6 yıl önce

ne zamandır böyle bir konu ve yazar bekliyordum. Bu konuda ince eleyip sık dokuduğunuzu bilirim. çok hassas bir konu. kiymetli yazarın her yazısını izleyeceğim inşaAllah. selam ile.

Misafir Avatar
Özkan Günal 6 yıl önce @Ahmet karagöz

Sayın Ahmet Karagöz, İlgi ve beğeniniz için çok teşekkür ederim. Nasip olduğu müddetçe her hafta bir yazı yayınlamaya gayret edeceğim.

Beğenmedim! (0)
Avatar
Samiye 6 yıl önce

Özkan hocamı zaten tesadüfen okuduğum bir dergiden tanıyorum. kendisi gibi güvenilir ve akıllı olan bir grupta yer almış. artık buradanda izlebilecegim. teşekkür ederim.

Misafir Avatar
Özkan Günal 6 yıl önce @Samiye

Çok teşekkür ederim. Hayırlısıyla yazılarımız devam edecek inşAllah.

Beğenmedim! (0)
Avatar
Vahit 6 yıl önce

Allah razı olsun.

Misafir Avatar
Özkan Günal 6 yıl önce @Vahit

Sayın Vahit, çok teşekkür ederim. Cümlemizden inşAllah.

Beğenmedim! (0)
Avatar
Yusuf Soyutemiz 6 yıl önce

Çok isabetli bir yazı olmuş tespitlerinize katılmamak mümkün değil