Mevsim kış Ankara'da kar çiseliyor. Sabahın çok erken olmayan bir saatinde yine evin bütün camlarını açarak güne başladım. Yaz kış illa ki o camlar açılacak ve temiz havadan sonra “yeteri kadar soğudu” deyip kapanacak. Günün başlangıç aktivitesi her zaman olduğu gibi.

Kahvaltı hazırlamaya mutfağa geçtim, evde bir ses olsun diye herhalde doğrudan televizyonu açtım. O da tamam. Sabah sabah haberlerin verdiği karamsarlığın üzerine, elim müzik kanallarına takıldı. İyi de geldi.

Çayımı keyifle yudumlarken, gün içinde neler yapacağımı da düşünüyorum. Bugün hava soğuk diye arkadaşlarla sohbet buluşmamızı da ertelemiştik. Öyleyse öğle üzeri spor salonu, günlük market alışverişi, akşam yemeği pişecek.. derken rutin program belli.

Kahvaltı bitti ve masa kalkacak, bulaşıklar makineye dizilecek, onlar da tamam. Ev sıcacık, muhteşem bir müzik, günlük program tamam, keyfim de yerinde..

Derken, telefonum çaldı. Arayan, annemin dayısının kızının gelini mi ne, dış kapının mandalı gibi. Nereden esmiş anlayamadım da.. Hal hatır sorunca, tabii saygı ve sevgi dolu bir tavırla cevap verdim ve diyalog oldukça nezaketli ve sevecen başladı. Buraya kadar iyi, bir sorun yok.

Bana gelmek istediğini söyledi, ben de biçare kabul ederken, günlük programımı iptal edip, sadece ve koşarak markete gitmeliyim diye düşündüm. Misafir gelecek ve tabi ki pasta börek dışında yemek de hazırlamalıyım.

Neyse bir iki saat içinde hepsini tık nefes hallettim. Oh bee..

Öğleye doğru bir taksiyle geldi 85 yaşında teyzemiz.

Hoş geldin, beş gittin faslı, yemek yedik, çayı ocağa koydum ve beraberinde mutfakta ben bir şeyler hazırlarken, salondan da ara ara bana laf yetiştiriyor, sohbet ediyor. Yaşına göre aklı başında ve dinç de teyze.

Misafirperver bir nezaketle dinliyorum kendisini.

Bahsettiği akraba isimlerini, çoğunu tanımasam, hatırlamasam da “Aaa, eveet, öyle mi..” diye arada bir doğaçlama katılıyorum.

Gelirken de bana (büyük olasılıkla evinde kullandığı) biblo gibi bir minik hediye getirmiş misafirim, zevkime hiç mi hiç hitap etmese de, beğendiğimi söyledim memnun olsun diye ve salonun bir köşesine kırıttırdım bibloyu.

Çay keyfi, pasta börek faslı derken iyice rehavete de girdi; ara ara da uyukluyor koltukta.

Ne alaka beni arayıp bulması, hiç gelmediği evime çıkıp gelmesi çok da sorun değil, hoş gelmiş safa gelmiş teyzemiz ehhhh.. ehh.. de, durun bakalım nereye varacak bu ziyaret ve muhabbetin sonu.

..

Malum mevsim kış ve günler de kısa, hava da erken kararıyor.

Teyzede bir hareket yok sağ olsun da, meğer bende kalmayı planlamış, bunu da “pat” diye söyledi, benim adıma kararı da çoktan vermiş.. Hoppaa... İyi, ne yapayım buyursun kalsın, elbet yarın gider, tanrı misafiri derim sonuçta..

..

O gün geçti, ertesi gün geçti, diğer gün geçti, neredeyse bir haftaya ulaşacak..

Teyzem hayatımın yapışık bir parçası. Odası sıcak, keyfi de gıcır mı gıcır.

İç sesim de diyor ki, “eee...haydi Abbas vakit tamam, haydi git artık.."

Teyzenin oğulları, gelinleri, torunları var; yani zavallı kimsesiz, yoksul biri de değil. Oysa o burada, benim evimde ve güne başlarken kahvaltı dahil günlük menü listesini bile hazırlıyor kendince.

Nihayet bana ultimatom vermeye  falan da başladı: şunu şunu pişir, dizlerime pomat sür, yastık getir kanepede uzmanayım..

Yine iç sesimin bir hinliği var galiba ve diyor ki; “yahu teyze, sen benim neyimsin, bu ne böyle, Allah misafirin de hayırlısını versin"..

Diyemiyorum işte. Allah kahretsin, diyemiyorum.. Daral geldi iyice, yine de nezaketi elden bırakmıyorum.

..

Evde teyzenin emir eri gibi ‘hazır ol’da bekliyorum adeta.

Çok da cimri, pinti mi pinti, problem yok da talepleri bitmiyor bir türlü.

5. gün oldu ve çıktı Vehbi'nin kerrakesi..

Meğerse teyzem yakın tarihte minik bir operasyon geçirecekmiş ve hastane çıkışı bana gelmeyi ve benim ona bakmamı programlamış zihninde.

Şaşkındım. Ve ani bir çıkışla, “ben bakamam, kızlarınız, gelinleriniz zaten ilgilenir sizinle.. Onlara karşı da ayıp olur. Kusura bakmayın, ben size bakamam..” dedim.

Ciddi misin, bakamaz mısın sorularına yine olumsuz yanıtlar verince, baktı ki olmayacak, bir hışımla kalktı ayağa ve “bana çantamı getir” diye bağırdı. Eşyalarını toparladı ve yüzüme bile bakmadan, kapıyı sert bir şekilde çekip çıktı evden..

Şaşkındım, utanmıştım ve yine de arkasından çıkıp, “lütfen ama lütfen, rica ederim..” deyip duruyorum.

Yoldan geçen taksiyi çevirdi ve taksi kaldırıma yaklaşırken bana doğru dönerek seslendi; “ yüz lira ver, taksiye vereceğim. İki yüz lirayı şoför bozamaz falan şimdi. Hem bozdurursam harcanır gider..”

Ben de hemen eve geçip cüzdanımı getirdim ve yüz lira verdim. Parayı bir hışımla kaparken, “getirdiğim bibloya say..” dedi ve bindi taksiye..

Ben mi? Ben ne mi oldum?.. Mosmor oldum tabii ki, elim ayağım titriyor, mideme bir kramp girdi ki sormayın. Eve zor attım kendimi..

..

Şimdi düşünüyorum da o günü, daha önce bir dosttan duyduğum bir veciz söz geliyor aklıma; “Çok mütevaziliğin sonu çok rezilliktir”..

Sevgiyle, saygıyla kalın..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.